Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

12 Ekim '18

 
Kategori
Bilim
 

Aşkın Frekansları ve Evrensel Senfoni (1. Bölüm)

Aşkın Frekansları ve Evrensel Senfoni (1. Bölüm)
 

Laplace'ın Şeytanı’nıbilir misiniz? Düşünsel bir deney sonunda ortaya çıkmış akademik bir şeytandır aslında o. P

ierre-Simon Laplace 1814'te, evrendeki her atomun yerini, hareketini, geçmişini, geleceğini bilen, sanal bir varlığın mevcut olduğunu iddia eden bir makale yayınlamıştı. Makalesine izafeten, Laplace’ın Şeytanı adıyla anılan bu felsefi kavramda bahsi geçen bu sanal varlık, kâinattaki her şeyin nerede gelip nereye gideceğini önceden bilir. Determinist bakış açısına dayanan bu teoriye göre eğer tüm nedenler bilinirse tüm sonuçlar zaten açık biçimde ortadadır. Şartlar bilinirse geleceği tahmin etmek mümkündür, zaten nereye gideceği belli olan hayatımızın akışını değiştiren faktör şans değil, yaptığımız ufak tefek, değişiklikler ve tercihlerdir.

Yine aynı teoriye göre, evrende belirsizlik, şans, kader, tesadüf sanılan oluşumlar aslında fizikle de ispatı mümkün verilerdir. Geçmiş gelecekte yaşandığı gibi, gelecek de geçmiş de yaşanmaktadır. Nedenler, sonuçları doğurur.

Temel mantığı bu bakış açısına yakın ilginç bir film seyretmiştim; Aşkın Frekansları (Frequencies/OXV: The Manual),isimli bir felsefi bir bilimkurguydu. Çocuklar daha ilkokulda frekans düzeylerine göre gruplandırılıyorlar, hayatta kazanacakları başarı ve şanslarının da bu frekans değerlerine paralel ilerleyeceği öngörülüyordu. Her birine kendi soy isimlerinin önünde Newton, Tesla, Edison, Marie Curie, Adorno gibi dâhileri adları verilmişti. Üç ana karakter etrafında dönen filmin esas kızı Marie Curie frekans değeri çok yüksek IQsu olan bir çocukken, frekansı düşük hatta negatif olan Isaac Newton kısaca Zac ile karşılaşınca doğa bile bu bir araya gelişe tepki veriyordu. Ünlü felsefeci ve müzik bilimci Teodor Adorno’nun ismini taşıyan bir başka dâhi çocuk Teo(Laplace’ın Şeytanı’na şapka çıkartacak bir ustalıkla) geri plânda durarak Marie ve Zac’ın ilişkisini kendi deneyi gibi yönetiyor, yönlendiriyordu. Marie frekans düzeyi çok yüksek ancak duygu ve empatiden yoksun neredeyse bir makine gibi duygusal tepkileri bile taklit ederek yaşayan, hissiz kızdı. Zac ise frekans düzeyi çok düşük, her türlü şanssızlığı ve başarısızlığı kendine çeken bir oğlan. İkisinin ilkokul günlerinden itibaren yıllar içinde evren tarafından da sınanan imkânsız aşklarının geçirdiği evrelere şahit oluyorduk filmde. Çocuklar bir dakikalığına bile yan yana gelecek olsa, yani alt ve üst frekanslar ne zaman karşılaşsa beklenmedik tabiat olayları ortaya çıkıyor, bu karşılaşma kendileri ve etrafları için tehlikeli boyuta ulaşıyor, kaos yaşanıyordu.

Kadere Bilgi Karar Verir

Zac, düşük frekansı nedeniyle hiçbir zaman doğru zamanda doğru yerde olamayacağından, potansiyel bir kaybedendi, kendisi gibi düşük frekanslılarla uyumlanmasının uygun olduğu öngörülüyordu. Ancak günün birinde Zac, Marie ile daha fazla zaman geçirebilmek için arkadaşı Teo’dan yardım istiyor ve bir deney yapıyorlardı. Deney sonunda müziğin ve kelimelerin insan davranışlarını değiştirebildiği anlaşılıyordu. Seslerle, frekans değerleri değiştirilebilir mi, insanlar, hatta evren manipüle edilebilir mi? “Bilgi kaderdir” öngörüsü yerine, “akıl fiziği değiştirebilir mi?”, sorularının cevabı aranıyordu filmde. Aslında Aşkın Frekansları, Evrenin Senfonise övgüydü. Özellikle bir bölümde evrenin sırrının müzikte, Mozart, Brahms gibi bestecilerin notalarında olduğunu öğreniyorduk. Müzik kitlesel kontrole tâbî tutulmak istenen beyinlerimizi özgürleştiren bir panzehirdi;

“-Ne yapıyorsun? -Size istediğinizi veriyorum. Zak'in keşfettiği şeyi. Panzehiri. -Neymiş bu panzehir? -Müzik. -Özel bir müzik mi? -Sayılır. Mozart, dinleyin beyler ve bayanlar. Mozart çalarken hepimiz aynı frekansta oluruz. Özlü bir tarih dersi. Gizli bir tarih. Büyü falan yoktu. Sadece kaybolan, bulunan, yazılan, yeniden yazılan, yakılan ve kitleleri kontrol etmek için kullanılan bir kitap vardır. Sonrasında müzik geldi. Önceleri müzikte bizi özgür kılan bir güç olduğunu biliyorduk. Fareli köyün kavalcısını duymuşsunuzdur. Besteci sessiz kalmıştır. İlk besteciler basitçe eğlendirme amaçlı beste yapmıyordu. Aklımızın kontrolünü bize geri vermek için yapıyorlardı. Her yeni besteyle kitap zayıfladı, ta ki Mozart'a kadar.1760. İlk bestesi ile bizi kitaba karşı bağışıklık kazanmamızı sağlamıştır. Ondan sonra böyle birçok beste yapıldı. Önceden duymadığınız bir melodiyi fark ettiğinizde o melodi, onlardan biri olacak, kolektif bilinçaltımıza dokunacak. En karmaşık müzik bile kitabı güvenilmez ve faydasız hâle getirebiliyor

- Neden sır olarak saklandı?

- Sır değildi ki. Karşılıklı rızaya dayalı olarak tarih sayfasından çıktı.Kitabı yeniden kullanma düşüncesindeki hükümdar ve yöneticiler vardı. Toplumlar da bir çarkın dişlisi olduklarının hatırlatılmasını hoş karşılamadı. Karmaşık olduğu kesin ancak tuşları olan bir çarktı bu. Müzik de yeniden başlama ve sıfırlama düğmesidir.

 -Nerede oluyor bu peki?

 -Ruhta.

-Müzik durunca ne oluyor? -Müzik asla durmaz.[1]

Evren sonsuz kere tekrar edilen bir şifreden ibaretti ve Mozart notalarıyla bu sırrı gözlerden ve kulaklardan uzağa saklamıştı sahiden? Ondan öncede ta Antik Yunan’da yıldızlar ve tüm gökcisimleri arasında zaten müzikâl bir ilişki olduğu fark eden filozoflar vardı. Pisagor, yıldızlar arasındaki hareketlerin müzik oluşturabileceği teorisini ortaya atmıştı. O yıldızlar arasındaki korelasyonun müzikal matematiği olduğuna inanıyordu. Asırlar sonra NASA onun teorisini uydu kayıtları aracılığı ile notalara aktaracaktı.

Hatta Johannes Kepler, "göksel âlemin müzikal uyumunu" geometrik olarak belirlemek amacı ile astronomi matematik, fizik ve müzik bilgisini harmanlayarak gezegenler için bir müzikal tema bile yazmıştı. (devam edecek…)



[1] Frequencies / Frekanslar (2013), Senaryo-Yönetmen: Darren Paul Fisher

 
Toplam blog
: 96
: 1137
Kayıt tarihi
: 28.03.07
 
 

 Hacettepe Üniversitesi mezunu, nörobilimden psikolojiye disiplinlerarası eğitime hevesli bir Türko..