Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

31 Ocak '07

 
Kategori
Felsefe
 

Aşkın gizli iktidarı...

Aşkın gizli iktidarı...
 

‘Aşk imiş her ne var alemde
İlim bir kıyl-û kâl imiş ancak’

Fuzuli

Hiçbir şey ona her an yapacağımız yolculuk için, hazır tuttuğumuz bavulumuzu, elimizden alamaz. O bizi içine alsın ve sarmalandığımız gerçeklikte, bir şeker gibi çözülerek, onunla bütünleşelim isteriz. Bunun için çıktığımız her yolculuk biraz hayal kırıklığımız olur.

Hep eksikliğini hissettiğimiz o şeyi anlamaya ve ortaya çıkarmaya çalışırız. Onu anlamaya çalışırken, hissede bilecek kadar yakın, kavrayamayacak kadar uzak oluruz.

Uygarlığımızın geldiği bu aşamada, hala aşk kavramını açıklamak, kanıtlarıyla ortaya koymak, kanıtlamanın yolunun doğruluğunu, gerçekliğini ortaya koyabilmek bizler için ne kadar da güç ve sınırları olan bir çabadır.

İsteriz ki aşk diye isimlendirdiğimiz duygu ve düşünce, büyülü ışıltısıyla bizden önceki ve bizden sonraki, bizlerin dışında, kavramsal varlığıyla, göstergesinin bizlere açtığı kapıdan, sızdığı aralıktan, gösterilen gerçeğimiz olarak, gösterenleriyle bizleri içine alsın, sarsın, kuşatıp, sonsuza kadar kendisi yapsın.

Ona yürüdüğümüz yolculukta aşk, bizleri bir muammanın içinde belirsizleştirsin, yeni bir varoluşun muazzamlaşmak duygu ve düşüncesinde bizleri yeniden belirtsin. Biz o yeniden varoluşun doğal parçası, dokusu, ruhu, gerçeği olalım isteriz.

Bu istek, dilek ve hevesin sürüklediği renkli hayalin tam da kendisi arzudur aşk. Bizleri aşk için iradesinden vazgeçmeye hazır kılan, yapıp yapmamaya karar vereceğimiz güç ve istenci çökerterek, irade dışı bırakan, bırakmak isteyen kararlı arzu bu hayaldir.

Aşk tekil ve her şeyden bağımsız varlığıyla, o olarak, tüm tekil ve çoğul bizleri, kavrama, karşılaştırma, değerlendirme yollarımızı tahrip edip, güçlü pençesinde coşku ve ihtirasla irade ve yargı dışının ta kendisi tutku ile hükümsüzlüğe mahkum kılar.

İç dünyamızdaki uyanan izlenim ve sezilerimizin, duygu ve düşüncesi, bağlılık ve sevginin ilgisiyle, teslim olduğumuz oluşun, eylemin ismidir aşk.

Aşk işte bu yüzden yalnızca birebir karşı cinslerin yaşadığı duygu ve düşünce görülemez. Yaşama duyulan aşkın, sevgi ve bağlılığı, insanın varoluşunun özüdür. Yaşamın öznesi olan insan, aşkla tamamlanır ve yaşamsal pratiklerle onu üretir. Aşk insanın kendine ve çevresine gösterdiği özenin kaynağıdır. Bu özelliğiyle aşk düzen kurucudur. Ona tanrısal bir önem vermemiz bundandır. Yaşamsal pratiklerle kendini üreten aşk, gittikçe büyüyen bir egemenlik alanı oluşturarak iktidarını kurar

Böylelikle aşkın, düzenlerin, değerlerin oluşup kurulması, gelişmesinde önemli bir iktidarın gücüne sahip olduğunu anlarız. İnsanın hayatta kalması ve yaşamın devamlılığını sağlaması açısından yapıcı olması ve ilerlemesi önemlidir. İnsan bunu varoluşunun özü aşkla yapar. Sosyal Antropoloji bilgilerinin de ışığında, insan temelde dayanışmacıdır. Dayanışma, aşkın sonucu insanın gerçekleştirdiği ve aşkın güçlüce hissedildiği alandır. İnsan için dayanışma sosyal bir olgudur. İnsanın aşkla gerçekleştirdiği dayanışmacı sosyalite; kitlesel yapıcılığı, ilerlemesini sağlarken, girilecek karanlık yollarda büyük yıkımlar da getirir.

Çok yönlü ve çeşitli ilişkilerle örgütlediği sosyalliğini, elinden aldığınız insan, bilme kudretine rağmen doğada zavallı olmaktan kurtulamaz.

Burada ortaya koyabileceğimiz bir diğer görüş de , psikanalizin bize gösterdiği toplumsal psikoloji içerisinde, aşkın toplumsallığıdır. İnsanların günlük davranışlarında bunu gözlemlemek olağandır. Bir liderin konuşmasında, dinleyenlerin yüz ifadesindeki hayranlıkta, kahramana verilen destek ve onunla kurulan özdeşlikte, topluma bildiride bulunan düğün ve törenlerde, aşk ilişkisinin kitlesel ve toplumsal bağlarını görürüz.

Aşkın dış dünyadan, insanlardan bağımsız varolan duygu ve düşüncesi hayatımızı kuşatıp, kavrarken, bizleri nesnesi kılıp etkiler, biçimler ve inşa eder. Bizler de kuşatıldığımız, bu olgunun içinde onu içselleştirerek, kendimize uydurarak, davranışsal müdahalelerle etkiler, biçimler ve geliştiririz.

Aşk içselleştirdiğimiz, içimizde, biz diyebileceğimiz kadar ona yakınken, sevgilinin pürüzsüz teninden, ıslak dudaklarının arasındaki buğulu nefesinden, çırpınan kalbinin atışlarında, hissettiğimiz, ama sahip olamadığımız, saklayıp, istediğimizde kullanamadığımız, uçan, süzülerek çekilen, eserek okşayan bir imgeyle hayatımızdan kaybolabilir de…

Aşk kendi içinde iktidarını ve adaletini kurarken totaliterleşir. O muzaffer bir mareşal gibi hayatımızı istila ederek gelir, iktidarını kurar. Hayranlığın ve küçümsemenin, aşkın ve nefretin, şefkat ve şiddetin, tiksinme ve hazzın, sadakat ve ihanetin gizli bahçelerinde bizi sürükler. O, zalim sevgisiyle üzerimizde tahakküm kurar, ruhumuzu, bedenimizi, en gizli yerinden acıtır. Coşkun, iyi niyetli sevgi, farkında olmadan vahşileşir.

Toplumsal düzenler ve sosyal ilişkilerden etkilenen aşk kısıtlanır, sınırlanır, köreltilip ve doğasına yabancılaşır. Gündelik yaşamda bu yabancılaşma kanun ve hiyerarşiyle belirginleşir Bu şiddeti, nikah müessesesindeki örnekte olduğu gibi bir akitle, geçerliliğini güvence altına alırız. Sözsel veya imzalı bir akitle kurumsallaşır. . .

Aşk ilişkisi, yasaklar koyar, dışlayıp yok sayar ve cezalandırır. İyi niyetle, ölçülü, mantıklı kılınmak istenen düzen, baskı ve şiddetin kaynağına dönüşür. Bu olguyu, devletin yurttaşı ile ilişkisinde olduğu gibi, eşinin seyahati yüzünden krizler geçiren bir kadının evlilik kurumunda görmekte mümkündür.

Aşkta paradoksal çalkantılı diyalektik bir denizin varlığı tartışılmazdır. Bu paradoks aşkın gücünü, dinçliğini ve yenilenmesini sağlar. Sadakat ve bağlılığın varolduğu aşk ilişkisinde, ihanetin somut ve potansiyel varlığı açıktır. Aşk özgürlüğü engelleyici, sınırlayıcı olabilirken, özgür iradeyi devrimci bir tavırla gerçekleştiricidir de. Güçlü kutsallığı ve iktidarına rağmen, tek bir söz ve jestle yıkılacak kadar hassastır.

Aşk ilişkisi içerisindeki çatışmalar ve sonuçlar, aşkın iktidar öznesinin , nesnesiyle girdiği karşılıklı siyasal stratejilerinin edimleridir. Özneyle nesnenin aşk ve nefret ilişkisi kendini burada belirginleştirir. Aşkın girdiği darboğazlar ve krizler aşılamazsa, yenilenmek için kendini bitirir.

O bir isyancıdır, baş kaldırıp, yıkılanı değiştirerek devrimleşir. Üzerindeki o zalim sevginin şiddet ve vahşetine en güçlü inancıyla direnir. Bu aşkın diyalektik yanının yüzeye çıkışıdır.

Aşk sosyal bir ilişki ve davranış olarak, iktidarın sahip olacağı gücün sarhoşluk yaratan büyüsünün çekimiyle, tarafların tahakküm kurma çabasından ötürü, iktidar mücadelelerinin en şiddetli yaşandığı alandır.

Aşk, insanın oluşturduğu toplumsal çok yönlü ve çeşitli ilişkileri etkiler. Bu ilişkilerden de etkilenerek, benzerlikleri kendi yapısında barındırır.

Toplumsal açıdan rasyonel olana karşı çıkan, bir tür delilik de sergiler aşk, Düzene karşı çıkan ve ölümü seçen marjinal, çocuklu evli biriyle olan sevgili, türünü katleden ve ezen inanca olan aşk, acayip bulunsa da kendi rasyonalitesini ve etiğini yaratır.

Varoluşun özü aşkı, yaşamsal pratiklerle çoğaltıp üretirken, gelenekselleştiririz de. Tüm yaşama sanatlarında olduğu gibi aşkın geleneğinin de içine doğarız. Onu öğrenir ve sürdürürüz. Aşk, işte bu nedenlerle egemenliğini meşrulaştırırken, bizler de çaresiz etkisi altında kalır, aşkın gizli iktidarına tabi oluruz.

 
Toplam blog
: 35
: 862
Kayıt tarihi
: 16.01.07
 
 

İktidara mesafeli, Derrida ve yapısalcılara meyilli. İflas etmekten bunalıp, iktisat ve finans pı..