Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

02 Ekim '07

 
Kategori
İlişkiler
 

Aşklar hangi yaraların izleridir

Aşklar hangi yaraların izleridir
 

Platonik aşk denince akla hemen karşılıksız aşk gelir; ancak öyle aşklar vardır ki karşılıklı olduğu halde "karşı" ya iletilmemişir; işte böylesi aşklar içimizdeki kurşun yarası gibidir. Bir arkadaşım vardı aşkları yaralara benzeterek şöyle sınıflandırırdı:
Bıçak yarası izi: Birkaç yıl çıkılıp uzlaşılmaz çelişkiler olmadığı halde bitmek zorunda olan aşklar...

Ameliyat izi: Beş on yıl sürüp alışkanlığa dönüşmüş, ihanet ya da benzeri nedenlerle biten aşklar...

Kurşun yarası: Çok uzun sürmüş, aşıkların iradeleri dışında bitmiş aşklar...
Kurşunun içerde kaldığı aşklar: karşılıklı olduğu halde karşıya iletilemeyen aşklar...

Size son gruptaki aşkı ifade eden bir öykü anlatacağım:

Adam aşka inanmıyordu artık; yüreğindeki orkestra susmuş, beyninin uçsuz bucaksız meralarını ayrıkotları kaplamıştı. Gökyüzünde kapkara bulutlar, insanın kulağını sağır eden bir sessizlik... Bilirsiniz işte, aşkın bizi terk ettiği andaki korkunç yalnızlık... Zamanın durduğu ama ölümün yaklaştığını hissettiren anlar... Ruhun bedene misafir olduğu belirsiz evsizlik hali... Adam bir an önce eriyip okyanusa karışarak yok olmayı bekleyen bir buzulun tevekkülü içindeydi.

Bir çift kahverengi gözle çarpıştı gözleri adamın. Her şey değişti: Damarlarındaki donmuş nehirler canlandı, çağıl çağıl akmaya başladı. Yüreği bu nehirlerle dolup taşan bir okyanus oldu. Sararmış meralar yemyeşil , besleyici otlarla kaplandı. Dünya yeniden doğdu güneşin karnından; fosiller gençleşti, yanardağlar işini unuttu; balıklar çölde, tavşanlar denizde yürümeye başladı. Aşk bütün kapıları açtı; dağlar ova, denizler ova oldu. Sadece iki gözün çarpışmasıyla oldu bunlar.

Kadın , gözlerindeki gücün farkında olmayan kendi halinde biriydi. Daha önce böyle bir çarpışma yaşamamıştı. Duru, tertemiz yüreğini gözlerindeki ışıkla aydınlatan biriydi. Her gün sadece kendi üstüne doğan bir güneşti. İlk kez böylesine büyük bir bozkırı aydınlatıyordu. Güneş olmanın gücünü keşfetti. Kendinden korktu. Kaçtı, kaçtı...Kendini başka gezegenlerin arkasına sakladı; ama güneş balçıkla sıvanabilir miydi? Yeryüzünü ısıtmanın hazzını yaşadı. Yüzünden peçesini indirdi.

Bilirsiniz, aşkı bir üçgene benzetirler: aşık, maşuk, kötü kişiler...Üçgenin kötü köşesi üçgeni bir çizgiye dönüştürmeye çalıştı. Kadın şairin yüreğindeki mısralar olarak kalmak zorunda hissetti kendini. Adamı aydınlattı; ama aşkını ona hiç açamadı.

Nedense kavuşamayan sevgililerin aşkları hep büyük olarak gösterilir. Kadın sanki şairin ağzından bir mısra olarak dökülse büyünün bozulacağını düşünüyordu. Korkuyordu bilinen bir şiir olmaktan. Şair, Şiir'le yatıyor, Şiir'le kalkıyordu. Bir türlü haykıramıyordu yüreğindeki mısraları.

Bu aşk milyonlarca aşk yılı sürdü. Şair konuşmayı, yazmayı, okumayı unuttu. Şiir yeryüzünü ısıtmaya devam etti. Bu platonik aşk dillere destan oldu; ama onlar kavuşmak için gerekli cesareti gösteremedi.

Hatırlarsanız gözlerin çarpışmasıyla başlamıştı bu aşk; ama henüz elleri ve dudakları çarpışmamıştı. İkisi de aslında çok merak ediyordu bu çarpışmayı. Hikaye bu ya, korku aşka galip geldi; bir türlü şiir yazılamadı.

Aradan yıllar geçti. Adamla kadının aşkı hiç azalmadı. İkisi de kendi içlerinde yaşadıkları bu aşktan mutluydu; ama bir haber dünyayı ayağa kaldırdı: Bir göktaşı üç gün içinde dünyaya çarpacaktı. İkisi de gece boyunca, ne yapacaklarını düşünmekten uyuyamadılar. Dünya tam bir panik halindeydi; herkes hiç yapamadığı şeyleri yapmaya çalışıyor, olmadık çılgınlıklarla son üç günü geçirmeye çalışıyordu. Kıyamet mi kopmuştu; yoksa dünya en güzel günlerini mi yaşıyordu belli değildi.

Son iki gün ikisi de oturup birer aşk mektubu yazdı, artık kimse mektup yazmıyor, e-mail gönderiyordu; ama onlar yazdı ve gönderdi. Postacı kapıyı çaldı, mektubu veremeden göktaşı dünyaya çarptı.

Elbette herkes kendi yolunu çizer; ben sadece içinizde bir kurşunla gezmenizi istemediğim için yazdım bu hikayeyi. Bazılarımız şöyle düşünebilir: Ben bazen içimdeki kurşuna dokunduğumda mutlu oluyorum. Tabii ki bu da bir tercihtir.

 
Toplam blog
: 114
: 1620
Kayıt tarihi
: 01.08.07
 
 

1964'te Ankara'da doğdum. Meslek lisesinin elektrik bölümünü bitirip fabrikada ve şantiyede çalıştım..