- Kategori
- Aşk - Evlilik
Aşktan kalan, şimdi toprağın koynunda

Önce ona olan inancını yitidiğini hissedersin. Sonra nedenlerini sorgular zihnin. Yavaş yavaş adlandırmalar başlar ardından. Gerek can acısıyla, gerek küskünlük ve kırılganlıklarla dolu olduğundan, olan biteni kabullenme çaban bir yandan da sorgulamaya yönlendirir aklıNI.
Önce inanç uzaklaşır. O seni terk ederken, bıraktığı o koskoca boşluğu zihin doldurma gayretine girer. Var gücüyle olup biteni, seni şifalandırabilmek adına tanımlamaya çalışır sana. Bu durumda; aslında bir nevi öc alma isteğidir. Fakat biraz daha fakındalıkla yaşanılanı...
Yaşamdan, olan bitenden gereksizce bir hesap sorma hırsıdır . İşte bundandır ki; bu sorgulamalar kabullenememeden kaynaklanan, öc alma güdüsünün şekil değiştirmiş halinden başka bir şey değildir aslında.
Kimi; aşkın yitirilişinin adından ötekinden, hayattan ama aslında kendisinden düpedüz açıkca öc almayı seçer...
Kimi; kendi kabuğuna çekilip, yasını tek başına bir şölen havasına büründürerek kutlar. Kırk gün, kırk gece karalar bağlar, saklandığı kuytu mağrasında. Kanayan yaralarına tuz basar. Acısına kaldırdığı kadehlere, kırılan kalbini ve göz yaşlarını doldurup durdurak bilmeden içerde içer...
Kimiyse; en başta dediğimiz gibi: Yitirilen geçekliğin yerine daha realist bir model oluşturmayı dener . Ve olan biteni akılsallaştırma çabasını zorlarda zorlar. Sebepler, nedenler, niçinlerdir onun ilacı. Pansumanı; sorularına bulduğu, yada kendi yakıştırdığı yanıtlalarıdır onun.
"Aşkın geçekliği" fikine dair kaybedilen inancın ardından, onun sadece "sanal bir var oluş" olduğu fikrinin oluşması da böyle bir sürecin ürünüdür.
Sözler verilir, kendi kendine. Zaman içinde tutulmasının gerçekliği şüphede götürse. Tövbeler edilir, takrarından kaçınılacağın dair. İçten içe hep bozulacağı bilinsede...
Kendi kurguladığı senaryoların hayata geçmiş hali olacaktır aşk bundan böyle. Yaşanacaksada, bundan böyle kontol hep elde tutulacaktır...
Dizginler bırakılmayacak, yürek hep uçmaması için bir ayağından zincirli kalacaktır sahibine...
Ancak, istendiği zaman ufak ve sınırlı alanda, küçük uçuşlar olacaktır. İzin verilen kadar i zin veildiği zamanlarda sınırları önceden tayin edilmiş bir süreliğine...
Bundan böyle bilinçle konturolde tutulacaktırr tüm duygular. Bir oyunsa bu: Oyundaki senarist hep biz olacağızdır...
Sahne seçimini, oyuncuların sahne çıkış zamanları ve kalış sürelerini, tüm repliklerini sadece biz yazıp ,kontrol edeceğizdir...
Aşk madem baş döndüren, bağımlılık yaratan kimyasal bir zehirdir kendi kendimize zerk ettiğimiz...
Madem ki; her şey onun kanımıza karıştığı andan itibaren pembe gözükürken, bağımlı olduğumuzu fark etmeden bağımlısı oluyoruz, o halde o zehir dolu şırınga bu damarlara bir daha zehirini akıtmamalıdır bundan böyle...
Madem ki; en başta oyun yazarı olarak başladığın halde , kendi yazdığın oyunda şırıngandaki zehir hızla kanına karıştıkça şaşkın bir oyuncuya dönüşüyorsun,
Madem ki; hiç hesapta olmayan repliklerin dökülmesine büyük bir hazla kayıtsız kalıyoruz bu oyunda,
Madem ki; bunlara rağmen, ne bu şaşkınlıktan, ne de bu sözlerin büyüsünden ve sahte, geçici pırıltısından keyif almaktan alıkoyamıyoruz kendimizi: O halde belki de tek seçeneğimiz kalıyor:
Henüz her şey için geç olmadan, perde diğer baş rol oyuncusu tarafından bizim irademiz ve dileğimiz dışında henüz indirilmeden, kendi repliklerimizi kendimizin yazacağı daha az romantik, daha çok realistik fakat sonucunda daha fazla kontolün bizde olacağı ama daha az trajik oyunlar yazmak ve oynamak üzere o aşk dene oyunun sergileniği sahnen uzaklaşmak...
Ne uğruna? derseniz:
Yanıt belli değil mi?
Daha az acı duymak, daha az düş kırıklığı yaşamak, daha realist ve daha kalıcı mutlulukları tanımak adına...
Aşkın var olduğuna dair inancın yitirilişinın ardından, sahnelenecek yeni oyun nasıl bir rol dağılımı ve senaryoya sahip olurdu? diye düşündüğümde ise: Daha kısa süreli, derin ve çok yoğun mutluluklar yerine daha süreen, ama daha az tutkuşu, daha dengeli, ama daha sakin paylaşımların sergilendiği bir oyun olurdu gibime geliyor.
Bu da kişilerin aşk yerine daha "dengeli beaberlikler" i neden tercih ettiklerine dair merakıma da verilmiş bir yanıt oldu aslında.
Şimdilik bunlar var yaşamımda. Baktığım buğulu pencereden gözükenler: Savrulan güz yapraklarının üzerine yazılmış aşkların her bir anının da, bu yapraklarla beraber uçup yitip gittiği. Ve bildiğim bir şey daha var ki o da: Geriye kalanın bir süre sonra, sadece toz olacağı.
Ve gün gelecek; toz toprağa karışacak. Ve üzerinde anılar saklı tüm kurumuş yapraklar o toprağın koynunda bir süreliğine toz olarak kalacak. Ardından da gelen kışla beraber, toprağı kar kaplayacak. Kar toprağı yakarak şifalandıracak.
Taa ki bir daha ki yalancı bahara kadar.
Aşk gibi baharlarda yalancıdır çünkü...
Baharla beraber; üzerinde biten, yitirilen tüm duyguların her dakikası, tüm anıların hatırasını taşıyan o yapraklar gömüldükleri toprakta tekrar yaşam bulacak. Her bir toz zerresi yeşil filizler olarak tekrar topraktan fışkıracak.
Ne aldanışlar, ne kırılan umutlar, ne yalanlar, ne kanışlar, ne de yaşanan acılar; yaşamın önünde duramayacak. Ve bir süreliğine aşk tekrar can bulacak....
Taa ki bir daha ki güzün ansızın esecek rüzarları; gözümüzün yaşına bakmadan üstünde anılar saklı tüm yaprakları savurana kadar...
Sevgi ve ışıkla
Ayna
Ekim 2006