Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 

18 Ekim '06

 
Kategori
Felsefe
 

" Herkes istediğini yapar ama, istediğini isteyemez "

" Herkes istediğini yapar ama, istediğini isteyemez "
 

Yazımın başlığı da olan söz Schonpenhour' a aittir. Bu söz ilginçtir ki üzerinde düşündüğümde, hayatımın bir çok farklı döneminde bambaşka açılımlara neden olmuştur. Belki de o dönem için yaşadığım, deneyimlemekte olduğum realite ile parelel olarak, bu tek cümlelik bakış açısının, bende ki yansımalarıda her defasında farklılaşmaktaydı.

Bu aralarda, yine dönüp dolaşıp takıldığım bu söz ile yüzyüze geldim ve benibu defa da, daha öncekilerden farklı kulvarlara taşımayı başardı...

İşte bu seferden payıma düşenler: Bir yer vardır hissedersiniz. Nasıl bir yer tam olarak bilmeseniz de ulaşmak istersiniz hem de var güccünüzle, tüm benliğinizle...

Hatta bazen o kadar uzaktır ki arzuladığınız o günün gelmesi, dileğinize kavuşmanız ancak gökkuşağının altından öteki tarafa geçebildiğinizde gerçekleşecektir. Bunu bilsenizde bu bilgi, istek adına pekte bir şeyi değiştirmez ...

Varmak istediğiniz o diyarların; kokusunu soluyabilmek, öte tarafındaki o masal ülkesinin sınırlarından içeri süzülebilmeyi gerektirir .Fakat, siz varınızla yoğunuzla tüm umut ve gayretinizle o günü yine de beklersiniz. Uzaklıklar, arada ki türlü ve değişken engeller, sizi asla yıldırmaz. Ve hiçbirisi ne isteğinizi azaltır ne de kavuşmaya daşr umutlarınızı...

Hatta sebebini dahi bilemediğiniz bir pekinlikle hissedersiniz; bir sabah günün ilk ışıklarıyla uyanacaksınız ve kendinizi o ülkenin kapısın eşiğinde bulacaksınız. Buna eminsinizdir.

Gökkuşağının ardından geçilerek ulaşılan, masal diyarını keşfetme arzusu sizin için neredeyse insanoğlunun bilinmeyeni keşfetmeye duyduğu tüm isteğin somutlaşmış halini almıştır.

Aklınız ve yüreğiniz belirsizliklerle, bilinmeyenlerle ve yeni heyecanlarla doludur. Fakat bu defa; bilinmeyenlerin sizi korkutmadığını da hissedersiniz. Hatta, korkmak bir yana dursun orada olmayı düşlediğiniz anlarda yüreğinizde kendini gösteren o tarifi imkaansız, o müthiş coşku; çoğu zaman hayallerinizi düşlerken dahi gerçekmişcesine yaşayabilmenize neden olur.

O anlarda; kalbinizin her çarpışıyla beraberinde siz tekrar tekrar bu kaladurun, gel zaman, git zaman ebem kuşağının bu yakasında da, elbetteki hayata tüm gerçek liğiyle sürmektedir. Günlük işleri, günlük heyecanları, günlük sevinç ve hüzünleri, günlük kayıp ve kazançlarıyla, günler günleri takip ederek yaşanmaktadır.

Siz bu “Günlük” başılığı altındaki rutinlerinizi, tüm bu sıradanlıkları yedi gün yirmidört saatinizi adayıp yaşarken; asıl olmakta olan: Geri dönüşsüzce akıp giden her saniyenizin ömrünüzden bir parçaya pay edilmiş olarak, bu sıradanlıklar uğruna uçup gittiği gerçeğidir.

Bir yanınızda bununla yüzyüze yaşarken, zaman zaman kendi başımınıza kaldığınızda derinlerden gelen boğuk bir fısıltı, göğsünüze doğru yükselir ve tam orada tıkanır kalır. İşte o anlar; yaşamınızın kontrolsüzce akıp gittiği gerçeği ile yüzyüze geldiğinizi kendinize itiraf ettiğiniz özel anlardır.

Ama bu gerçeklikten mümkün olduğunca kaçınarak yaşamak: “Yaşama Sanatı” dediğimiz şeyin ta kendisi olsa gerek ki ;bizler herbirimiz kulvarında üstat birer sanatçı maharetiyle, bu sesi duymazdan gelerek yaşama işini tercih eder ve genellikle de pekala başarırız.

Birazda, şanslılar sınıfına dahil edilecek denli ayrıcalıklıysak: Günlük rutine ayırdığınız, 23 saat 55 dakikayı bir yana bırakıp ardından ağlamadan, payımıza düşen o beş dakikayı değerlendirmenin, bizde kendimizce bir yolunu bulmuşuzdur.

Geceleri, ayrıcalıklı olmanın bu farkını kullanarak, hayal gücünün kapılarını kısa süreliğine aralayabilenlerimiz; imajinasyonun gücünü devreye alıp, gökkuşağının ardında ki o masal ülkesinin altın gibi parlayan güneşin bir gün gelip bizi de ısıtacağına dair inancını pekiştiren “mutluluk oyunun” sahnelerinden birini gözlerinin önüne, bir çırpıda getiriverir.

Ve bu sahneyi masmavi bir gökyüzü, yeşil münbit ovalar, berrak sular fonu eşliğinde, huzurlu yüzler, arınmış, mutlu bedenler ,gülümseyen gözlerle süsleyerek bu beş dakikanın ardından rüyalar ülkesine doğru uzanır. Sabah olduğunda ise; artık bu "Mutlulk oyunu" da çoktan rutin olmuştur bile.

Günlük ve gecelik rutinler birbirlerini kovalarken; birde bakarsınız ki günün birinde bu rutinlerin tamamen dışında kalabilecek bambaşka bir kesitin, oluşabilme ihtimali beliriverir hayatınızda: Yeni bir nefes, yeni bir yol...
Belkide ;aradığınız o hayal kahramanın bakışlarıdır hissettiğiniz üzerinizde.

Kapı aralanmıştır:Beklenene ulaşma, hayal edilenle yaşama, arzulananla yanyana olabilme, gitmek istediğin yere gitme, istediğine kavuşma, dilediğinle olma, dilediğini dilediğin zaman dilediğin süre için yakınında tutabilme, yada senin için arzulana her neyse...

Ama gel gör ki; bu defa da hiç hesapta olmayan şaşırtıcı bir durum baş gösterir: Bu rutini kırma, yeni bir kapı aralama, bunun dışına çıkma fırsatı bulduğunuzda; tuaftır ki artık, bunun için bir şevk hissetmez olduğunuzu fark edersiniz.

Bir süreliğine de olsa : O kapının ardında olma, masal ülkesine ulaşma, biraz olsun o özlenen, hayali kurulan diyarların toprağına varma, kokusunu içinize alma, bu güne kadar söylediklerinizden bambaşka, oranın kendine has şarkılarıyla ritim bulma imkaanı size verildiğinde: Fark edersiniz ki gökkuşağının ardına ki masal ülkesi fikri sizin için artık bir ütopya değildir.

Bunun ne kadar gerçek olduğunu fark ettiğiniz o kavrayış anında: Önce bir inanamama, sonra bir geride durma, birazda olsa afalama ve hatta bazende bu yeni durumu yok varsayıp, inkara kadar vardırma halleri baş gösterir bu defada. Ve o an üzerinize bir ağırlıktır çöküverir...

Halbuki artık; eğer siz dilerseniz, sadece sizin için aralanacak olan o kapıdan özlenen topraklara geçebilme imkaanı sunulacaktır size. Onca zaman beş dakikalık düşlerinizden rüylarınıza geçiş kapısı olan masal ülkesine giriş bileti, hayaliniz olmaktan çıkıp, sizin gerçeğiniz olacaktır.

Tüm bunları bilirken o masal diyarına varabilme şansına tamda sahip olduğunuzda; birden bire geride durmak, ona uzaktan bakmak, o eşiğe hiç varmak adına neredeyse tüm güdüleriniz sizi alarma geçirir. Hep o hayal ettiğiniz üç direkli yelkenliyle ne kadar kıyı varsa haritada dolaşabilmek yada limanda oturup sesiz sakin, zaman sınırı olmaksızı dilediğince balık tutmak veya en sevdiğiniz içki ve müzik eşliğinde hayallerinizde ki adam veya kadınla başabaşa saatler geçirebilmek...

Yada gökuşağınızın ardında ki gölgeler size neyi fısıldıyorsa, o diyarlarda sizin için her ne var idiyse; ona erişme fırsatına sahip olduğunuzda elliniz kolunuz kalkmaz olur mu?

Belki de artık hayal ederken duyduğunuz heyecan, gizemli o yürek çarpıntısı, yere göğe koyamadığınız beklentiler, sizi kamçılayan tüm o arzularınız; ona varana değin geçen zaman içinde siz bile farkında olmadan, usul usul yerlerini olgunluğa ve doyuma bırakmıştır bile...

Belkide, o kadar çok istemişsinizidir ki; önünüze geldiğinde artık alabilmek için son bir defa elinizi uzatmaya dahi haliniz, mecaliniz, belkide yüreğiniz kalmaz olmuştur.

Yada onu, bunca zaman hayal edişinize neden:Peşinde gidebileceğiniz "gökkuşağı ardındaki bir ülke" fikrinin ta kendisinden başka bir şey değildir. Sizi o ülkenin kapılarına kadar taşıyanda; sadece oraya ulaşılabilmeye duyulan arzudur. Yani; "hedef; hedefin kendisi değil hedefe giden yoldur" bazen de...

Bir çok defada asıl arzulanan fikrin kendisi olur: O halde masal ülkesinin kapılarına varıpta aralamadan geri dönerken : “Anladım ki sana değil, ben sana aşık olmaya aşığım, bırak ne olur kavuşmayayım” demekten başka bir şey gelmez elden...

Kim bilir, belkide hayal etmeye devam etmek uğruna; yaşanacak olanı sıradanlaştırmamak, bunlardan ötürü de hiç yaşamamayı tercih etmek, halen Platoncularından bunca zaman sonra dahi, yapılmakta olan bir seçimdir...

Bence, bir gün gelip erişildiğinde neler olacağını öncesinden hesap edemesekte o istenene: Neden değer ve önem verdiğinizi hissederek, neyi ve neden ne kadar ve nelere rağmen istediğimizi bilerek dilemek, kendi arzu ve tercihlerimize bunu sonrasında dürüstçe ve objektif br yaklaşımla sahip çıkabilmek gerekiyor. Ve yinde yaşamlarımızı isteklerimiz uğrunda hırsa boğmadan ve hayallerine esir olmadan özgürce yaşayabilmek kaydıyla.

Ve hatta ben gün gelipte gerektiğinde; geride durmayı ve belki de tamamen vazgeçebilmeyi dahi hesaba katarak yaşamı doyasıya ve özgürce deneyimleyebilmekten yanayım...

Sevgi ve ışıkla

 
Toplam blog
: 268
: 1969
Kayıt tarihi
: 15.09.06
 
 

Var olan her oluş ve bozuluş hakkında gözlem, tahlil ve sonuca varma sürecindeki yolculuğumu, siz..

 
 
 
 
 

 
Sadece bu yazarın bloglarında ara