- Kategori
- Felsefe
Kendine ait bir yol...

Önsözleri okumaktan hoşlanmam. Çünkü etkilenmekten ya da önsözdeki tek bir cümle ile beklentiye girmekten kaçınırım. Kitabı bitirir önsözü öyle okurum ki; önsöz benim için aslında sonsözdür. Ama bu kez öyle yapmadım. Efendi efendi 1. sayfadan başlayıp önsözü okudum, çok da iyi yapmışım.
Kitap Osho'nun Yaratıcılık adlı kitabı. İki buçuk sayfalık bir önsöz bana "Sonunda, evet sonunda kendimde çözemediğim bir şeyi anladım." dedirtti. Kendimdeki yabanıl yanı çözmemi sağladı. Çoğu zaman kendi küçük evrenimde yaşayıp pek çok şeyin dışında kalmaya çalışırım. Kalabalık ortamlardaki hayata dair! pek çok konuşmadan sıkıldığım gibi bunlara anlam da veremem. Sadece konuşmalar değil beni sıkan, tavırlar, sözler, düşünce biçimleri ve (ne korkunç ki) herkesin o düşünce biçimleri üzerinde ortak bir şekilde buluşması. Kendimi çoğu kez dışarda, ait olmayan, yabancı ve göçmen hissederim. Göçmen hissederim çünkü ancak bir göçmen bu kadar yabancılık çeker. Televizyondaki diziler hakkında bir fikrim yoktur mesela, kimin ne giydiğine dikkat etmemişimdir, modadan anlamam, üzerinde gereksiz yere konuşulan (sırf konuşulmak için konuşulan) toplumsal olayları umursamam, kimin kimle ilişkisi var bilmem dahası ilgilenmem böyle pek çok şey işte. Ve hep aklımda bir kaçıp gitme tek başına sükunet içinde yaşama fikri vardır nedenini bilmediğim. Bu kaçmanın, nelerden kaçmak onu da bilmiyorum ya... Tek bildiğim bu alışamadığım çemberle barışık olamadığım. Başka bir yerde yaşadığım ve o çembere dışardan bakıp, içinde olmak istemediğimi farkettiğim. Tüm bildiğim bu işte. İnsanlar beni kendi kabuğunda yaşayan bir kaplumbağa olarak görüyorlar. Önemli mi? Değil elbet. Bu hayat kumaşı benim değil mi? Ondan ister gösterişli bir elbise dikerim istersem de kefen kime ne?
Gelelim Osho'ya. Diyor ki: "Yaratıcılık en büyük isyandır. Eğer yaratmak istiyorsan, bütün şartlanmalardan kurtulmak zorundasın." Güzel. Peki bu şartlanmalardan nasıl kurtulacağız? Şartlanmaları istemiyorsak dışarda kalmaya razı olmak gerekir. Bunu da yaptığında alnının ortasına "yabani" damgasını yersin. Devam ediyor: "Sürü psikolojisinin bir parçası olarak yaratıcı olamazsın..... Yaratıcı kişi, daha önce ayak basılmış yolları izlemez.Kendi yolunu aramalı,hayat ormanını araştırmalıdır." En büyük yaratıcılık yaşamak değil mi? Kendi hayatlarımıza bir heykel gibi biçim vermiyor muyuz? Onu bembeyaz tuval üzerine rengarenk bir resim gibi çizmiyor muyuz? Ya da tatlı bir melodiye dönüştürmüyor muyuz kendi hayatlarımızı? O halde elde kullanma klavuzu, senden önce birilerinin yazdığı ve kimsenin de itiraz etmediği kurallarla yaşamak, yaşamak mıdır? O zaman yaşamak bir sanat eserine değil, "parçaları birleştir" tarzı ahşap bir mobilyaya benzemez mi?
Sen, sen olarak geldiysen dünyaya, asıl amaç o hayat ormanında kendi yolunu bulmandır. Açılan patikayı takip eden bin adamdan biri olman değil. O halde iki yol var önünde; Ya o çok aşınmış patikayı takip edip rahat ve güvenli adımlarla seni kalabalığa ulaştıracak yolu izleyeceksin ya da o karanlık ormanlara giden açılmamış yolda çalıları keserek ilerleyecek ve yolunun seni nereye götüreceğini heyecan ve merakla göreceksin.
Seçim senin....
RESİM: A. Y. Jackson