Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 
 

Şair-Yazar: Ahmet Ünal ÇAM

http://blog.milliyet.com.tr/edebi

17 Ekim '08

 
Kategori
Edebiyat
 

ASLAN DAYIM

ASLAN  DAYIM
 

ASLAN DAYIM


ASLAN DAYIM

Can 6. sınıfa başlamıştı. İlk gün yeni öğretmenlerle tanışmış ve okul çıkışı neşe içinde evine dönüyordu. Fakat evin yarı aralık kapısını, içeri girmek için iteklediğinde, önce bir bağırma sesi duydu, sonra da uçan bir nesneyi fark edince hemen eğildi. Kafasının üzerinden bir terlik hızla geçti. Gülümsedi ;

-Dedem bağırdığına göre kesin dayım gelmiştir.

Neşeyle içeri girdi.

Dedesi Asım Bey bağırmaya devam ediyordu.

— Seni gidi seni, yine kovuldun değil mi?

Aslan;

—Yok baba ne kovulması. Sizi özledim geldim.

—Gel buraya, bacaklarını kıracağım senin.

—Dur baba, vurma. Bak koskoca adam oldum, dayak atman yakışır mı? Abla bir şey söylesene.

Cemile hanım; “Ben hiç karışmıyorum. Önceden seni savunduklarımda beni hep utandırdın.”

—Ne diyorsun sen abla, olur mu öyle şey.

—Bütün işlerinden kovulmadın mı?

—Yok, abla ne kovulması. Bana göre değildi işler, istifa ettim.

—Sana göre iş icat edilmedi değil mi?

—Vardır canım, masa başı, maaşı bol, işi az. Öğlenden önce uyanmam gerekmeyecek bir iş vardır elbet. Dur baba şaka yapıyordum, dur vurma ya… Abla, babama bir şey söyle.

—Peki söyleyeyim. Babacığım bu adı Aslan, kendi kediye hiç acıma… Ben çocuklara bakacağım, Can geldi, Aslan dayak yemen bitince yanımıza gel. Ayşegül de birazdan gelir.

—Aaa Can gelmiş, ne haber yeğenim. Şiişşt… ne gülüyorsun. Alırım bak ayağımın altına.

—Dayı, sen önce dedemin elinden kurtul da, sonra beni yakala. Eğil eğil…

—Ah! Kafam. Abla ya, şu eve yumuşak terlik al ya… Hah babam yoruldu, oturdu sonunda. Dur babacığım elini öpeyim.

—Defol, gözüm görmesin. Çabuk söyle bu işten de mi kovuldun.

—Yok, baba ya, şey… Ayrıldım.

Asım bey, “Oooof… Of.” Diyerek kendini koltuğa bıraktı.

—Tamam, babacığım, sen dinlen ben yeğenlerimin yanındayım.

Can’ın yanına gelir “Ne haber koçum, dersler nasıl?”

—Ya dayı ya, bir kere de bunu sorma?

—Ne oluyor len! Ne soracağımı önceden sana mı soracağım?

—Kızma dayı, bu gün okulun ilk günü de, ilk günden bu sorulmaz ki.

—Ha... hımm. Biliyorum canım, şey 7. sınıfa başladın değil mi?

Can gülerek “Bak bu sefer çok yaklaştın dayı. 6. sınıfa başladım”

—Bana baaak, sana bütün karate bilgimi gösteririm kerata, dalga mı geçiyorsun.

—Yok, dayı, ne demek. Ayrıca seni sevdiğim için uyarayım, akşam babam eve geldiğinde, beni dövdüğünü öğrenirse pek sevinmez.

—Vay tehdit ha!

—Yok, dayıcığım, seni sevdiğimden söylüyorum. Düşünsene, seni annem, dedem ya da babam öldürürse ben ne yaparım.

Aslan, Can’ın saçlarını sevgiyle okşayarak.

—Vay, dayına bir şey olursa üzülürsün ha!

—Tabi dayıcığım. Hem dedem bize hep seni örnek gösteriyor.

—Vay babacığım. Bana sert davranıyor ama ardımdan da böyle güzel konuşuyor ha…

—Pek güzel konuşuyor diyemem… “Okuyun da dayınız gibi serseri olmayın” diyor.

Dayısı elinin altından gülerek fırlayan Can’ı yakalayamaz.

—Gel buraya kerata.

Can güvenli bir mesafeden seslenir; “Dayıcığım, yaşadığın o komik hikâyeleri kim anlatacak bize.”

—Tamam, bu akşam sana bir şey anlatmayacağım. Sadece Ayşegül’e.

—Babamı da unutma. Senin maceralarını bizden dinleye dinleye alıştı. Dayın gelince bana da anlatsın” dedi.

—Ben yokken dalga geçtiniz ha. O enişte gelsin, bunu sorarım.

Birden kapıdan giren eniştesini ve Ayşegül’ü fark etti; “İyi adam da sözünün üstüne gelirmiş. Eniştem benim, hoş geldin. Ayşegül sen de hoş geldin canım”

Ayşegül dayısına sarılırken, babası manalı manalı bakarak Aslan’a sordu;

—Hoş bulduk Aslan. Sen de hoş geldin de, nedir şu bana soracağın?

—Ha o mu şey, bu gün nasılsın enişteciğim.

—Sırf bunu sormak için gelmedin sanırım.

—Özlemişim sizleri geldik işte.

—Özlemen güzel de, yeni işine gireli bir hafta olmadı daha. Nasıl izin verdiler?

—Anlatırım be enişte.

—Yine sana göre değildi ha… Neyse yemeğimizi yiyelim, sonra çocuklara anlat sen, ben de bir köşede dinlerim. İnan artık bu sefer ki bahanelerini ben de merak ediyorum. Kaynatamla iddia girecektim nerdeyse, ‘Bu sefer mantıklı bir bahane bulamaz’ dedim. Baktım ki oğluna çok güveniyor ‘Sen onu bilmezsin, ne bahaneler bulur’ deyince pes ettim.

—Enişte, daha selamın bitmeden dalga geçmeye başladın yahu. Neyse çocuklara dua et yoksa…

—Yoksa ‘Çekip gideceğim’ deme sakın.

—Çok beklersin. ‘Yoksa, yatıp uyuyacağım’ diyecektim.

—Yahu Aslan, sen yanlış kişileri mi örnek aldın nedir. Ben hayatta örnek alınacak anca 5—6 insan tanıdım.

Aslan şöyle bir omuzlarını dikleştirip, gülümseyerek sordu;

—Öyle mi enişte, biri ben olduğuma göre diğerleri kim? Dur yahu hemen yastık, minder ne bulursan atıyorsun. Neyse senle uğraşamayacağım. Nerde benim dünya güzelim. Aaa… bu ne hal, limon mu yedin de suratın ekşi.

Ayşegül,

—Babam bana küçük bir çocukmuşum gibi davranıyor.

—Ama öylesin.

—Hayııır ben 7 yaşına geldim, unuttunuz mu ilkokula başladım

—Ooo pardon. Doğru, 7 den küçük bütün çocuklardan da büyüksün.

—Eveeett.

—Artık ona göre davranmalıyız

—Eveeett.

—Yüzündeki çikolatayı sil

—Eveeett….Ne, çikolata mı?

Aslan yeğeninin çikolatalı yanağına bir öpücük kondurdu.

*** *** *** ***

Yemeğe oturdular. Babasının sert bakışlarına rağmen Aslan dayının neşesi hiç eksilmedi. Yemekten sonra her zamanki gibi çocuklar yeni maceralarını dinlemek için Aslan dayının dizlerinin dibine oturdu. Aslan dayı anlatmaya başladığında, odanın bir köşesine Ünal bey de oturup, yüzünde hafif bir tebessümle dinlemeye başladı. Aslan bey önce

Aslan;

—Aslında anlatacak çok şey yok çocuklar. Zaten ben üzülmüyorum ki, Benim gibi bir kıymetli şahsiyeti elinden kaçıran onlar. Ben değil onlar üzülecek tabi ki!

—Dayı tabi ki kovmadılar, sen ayrıldın ama anlat da niçin ayrılmak zorunda kaldığını biz de öğrenelim.

—Niye olacak canım, şakadan anlamadıkları için. Mesela bir gün, “Hastaların kaldığı odaları temizle.” dediler. ‘Tamam’ dedim ama aradım, mavi önlüğümü bulamadım. Ben de askıda gördüğüm beyaz bir önlüğü aldım, daldım odalara. Daha ilk girdiğim odadaki hasta bana korkarak “Çok korkuyorum, ilk ameliyatım olacak. Siz tecrübelisinizdir değil mi?” dedi. Ben de gülümsedim “Ben de daha önce ameliyata girmedim” dedim. Adam ‘İmdat’ diye bağırarak koridora fırladı. Meğerse biraz sonra ameliyata alınacak, doktorunu bekleyen bir milletvekili mi neymiş.

Ünal Bey dayanamadı; “Tabi suç sen de değil canım.”

—Öyle deme enişte yahu. Hem başhekim beni severdi ama “Daha önce seni çok idare ettim ama bu kez ben de bir şey yapamam, kovul…” şey.. ‘Sana çok ihtiyacımız var ama istersen ayrılabilirsin’ dedi.

—Bir dakika, ‘Daha önce çok idare ettim’ dediği nedir, anlat.

—Canım ne olacak sıradan şeyler işte. Mesela birinde acil serviste gece nöbetçiyiz. Acile hasta filan gelmiyor, iş yok yani. Ama gıcık bir nöbetçi doktor var. ‘Ben odama çekileceğim, siz acilin kapıda bekleyin’ dedi. ‘Biz de içerde beklesek’ dedim. ‘Olmaz, burada bekleyeceksiniz’ dedi. Baktım bizi ayakta bekletip kendi uyuyacak. Doktor odasına çekilince 10—15 dakikada bir dışarı dolanıp odasının camına ufak taş atıp, hemen geri geldim. Korkudan uyuyamadı tabi, gelip arada bize soruyor, “Dışarıda birini gördünüz mü?” diye. “Yooo, hiç kimse yok’ diyoruz.

—Eee… Nasıl yakalandınız o zaman?

—Ben de yakalanacak göz var mı? Yakalanmadık tabi ama yanımdaki arkadaş başka gün bana kızdı, ispiyonladı.

—Niye kızdı ki?

—Canım önemli değil. Bu arkadaş biraz korkak. Gece nöbetlerinde bir odaya girerken önce kolunu uzatıyor, ışığı yakıyor. Işığı yakmadan giremiyor.

—Eee…

—Bir gün küçük bir tartışma yaptık, beni kızdırmıştı. Baktım yine nöbette odaları filan kontrol edecek. Morgun hemen yanında bir odaya girdim, beklemeye başladım. Kolunu içeri uzatınca birden yakaladım. O kaçmaya çalışıyor, ben kolunu tutuyorum. Sonunda kolunu kurtarıp bağıra bağıra kaçtı. Ben de dayanamayıp ardından gülerek çıktım, beni gördü.

—O da seni hemen şikâyet etti.

—Yok canım hemen şikayet edemedi.

—Etmedi mi, edemedi mi?

—Canım hemen edemedi. Korkudan bir süre konuşamadı. Daha doğrusu konuşmaya çalıştı da kimse anlayamadı. Baktım beni göstermeye çalışıyor, hemen sıvıştım. Fakat sonra ismimi vermiş. Zaten şakadan hiç anlamıyorlar yahu. Zaten anlasalar 1—2 saat uyuduk diye de bu kadar yaygara koparmazlardı.

—Ne uyuması, kim uyudu?

—Nöbetçi personelin bir kısmı işte canım. Ben hastalar uyusun da milli maçı rahatça seyredelim diye düşünmüştüm.

—Ne yaptın.

—Koridordaki soğuk su sebili var ya…

—Eee…

—Ben ondan sadece hastalar içiyor sanıyordum. Meğerse doktorlar filan da sürahiyle odalarına alıyormuş. Ben sebilin içine uyutucu ilaç atmıştım. Baktım suyu içen hastalar mışıl mışıl uyuyor. Kafamız rahat maçı seyretmeye başladık. Önce sağda solda çalan telefon sesleri arttı, sonra da hastaneye gelenler artmaya başladı. Meğerse hastalar gelmiş doktorları/hastaların odasını filan telefonla arayıp da cevap alamayanlar olmuş, telaşlanmışlar. Sonra başhekim filan tüm hocalar da toplanıp hastaneye geldi. Allah’tan biz TV’yi hemen kapattık. Meğer doktorlar dahil çoğu nöbetçi personel sebilden su içmiş, mışıl mışıl uyuyormuş.

—Seni o zamandan işten atmalıydılar.

—Canım beni niye atsınlar ki, kimse benim sebile ilaç attığımı anlamadı ki. Hâlâ araştırma yapıyorlar, ilk defa rastladığımız bir hastalık mı diye. Neyse çocuklar, okulun ilk günü nasıl geçti.

Can,

—Nasıl geçecek. Yeni gelen öğretmenlerimiz, adımı öğrenince hep aynı şeyi söyledi durdu, “Can Cem ÇAM ha!, Çinli ismi gibi” deyip güldüler.

—Sen de deseydin ya, “Babam çok karate filmi seyretmiş de, ondan bu ismi vermiş” diye.

Ünal;

—Aslan, kızdırma beni. Ne yapayım, ben Can diyelim dedim, hanım da Cem dedi, anlaşamayınca iki ismi de verdik.

—İyi canım, bir şey demedik. Ama öğretmenler gülünce de kızmayacaksın. Ha… Öğretmen dedin de aklıma geldi. Stajyer doktorlara da öğretmenlik yapmıştım kısa süre. Açıkçası onlar da beni pek sevmezdi.

—Bir dakika yahu. Ağzından çıkanı kulağın duyuyor mu? Senin gibi işsiz-güçsüz, pardon güçlü olsa da beceriksiz birisi stajyer doktorlara nasıl ders verir?

—Benim o beyaz önlükle temizlik yaptığım gündü. Ben laboratuarda temizlik yaparken bunlar yanıma geldi. ‘Hocam, hocam dersimize siz mi gireceksiniz’ filan diye seslenip duruyorlar. Birisi ‘Hocam, siz niye temizliyorsunuz ki, temizlikçi yok mu?” deyince, kafam attı ve bunların gerçekten derse ihtiyaçları olduğuna karar verdim. “Arkadaşlar, bir doktor fedakâr olmalı, bir doktor gerektiğinde temizliğini de kendi yapmaktan çekinmemeli” dedim. Tam o esnada birisi içeri girdi, elindeki kabı göstererek “Tahlil laboratuarı burası mı?” diye sordu. Hemen “Evet, burası. Oraya bırakın” dedim. Adam çıkınca, kabı elime aldım, “Evet ne diyorduk, bir doktor fedakâr olmalı, dikkatli olmalı.” Serçe parmağımı kaba daldırıp, onlara döndüm “Doktor olacaksanız bazı şeyleri göze alacaksınız. Şimdi benim yaptığımı aynen yapın” dedim ve işaret parmağımı emdim. İğrenerek de olsa parmaklarını kaba sokup, emdiler. Ben biraz otoriter, biraz da öfkeli bir tarzla ‘Ben ne dedim, dikkatli olmalı’ demedim mi?” dedim. ‘Ne hata yaptık!’ diye düşünerek heyecanla cevapladılar “Evet hocam, biz de aynen yaptık” “Hayır hiç biriniz dikkat etmemişsiniz. Ben serçe parmağımı kaba daldırdım ama işaret parmağımı emdim, oysa siz kaba soktuğunuz parmağınızı emdiniz”

Onlar midelerini tutarken, asıl öğretmenleri Atıf bey derse girdi. Bana “Aslan Bey, siz çıkın derse başlayacağız. Bir dakika sizin önlükleriniz mavi değil miydi? ” dedi ama ben cevap veremeden öğrencilerin sesi duyulmaya başladı, “Aaa o temizlikçi miydi?” Bana öfkeyle baktıklarını görünce, Atıf beye de cevap vermeden hemen oradan sıvıştım. Utançlarından öğretmenlerine anlatamadılar ama beni her gördüklerinde gözlerini kısarak, sevgiyle bakıyorlardı.

- Buraya kadar okuduysanız, yorum ekleme ve devamını isteyebilme hakkına da kavuştunuz demektir.-

Ahmet Ünal ÇAM

 
Toplam blog
: 63
: 411
Kayıt tarihi
: 28.12.07
 
 

Şair-Yazar: Ahmet Ünal ÇAM 1967 Çankırı doğumluyum. Hayatımın çoğu Ankara'da geçti. Kamu'da çalışı..