Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 
 

kevser şekercioğlu akın

http://blog.milliyet.com.tr/kevser

21 Nisan '11

 
Kategori
Deneme
 

AT VE KADIN

AT VE KADIN
 

internetten alıntıdır, keşke gerçek resmi gösterebilseydim


AT VE KADIN

Bekleme salonunda parlak kuşe kağıdına baskılı aksesuar dergisine bakıyordu kadın. Bir sayfanın alt yarısında ünlü bir markanın ürünü olan kare, koyu toprak renginde deri kayışları olan, içi beyaz, rakamları net akrebi yelkovanı büyük bir saat resmi vardı. Sayfaya takılı kaldı gözleri kadının hayran hayran. Dergiyi karıştırmaya devam etti, tekrar o sayfaya geri döndü. Sayfanın saati gösteren kısmına değil üst yarısındaki fotoğrafa kilitlendi.

Akşamın batışı mı yoksa güneşin doğuşu mu olduğu belli olmayan, zamansızlığı anlatan sarılı kızıllı tonlardaki renklerle kuşanmış ufkun, neredeyse birbirinin içine girmiş denizin birleşimindeki o bütünlüğün çizgisinde doldu gözleri. Fırtına sonrası dalgalanma mı yoksa fırtına öncesi dalgalanması mı olduğu belli olmayan dalgalara akıttı yanaklarındaki ıslaklığı, bulunduğu yere aldırmadan.

Denizin içindeki kayalığın üzerinde görünen deniz fenerinin cılız aydınlığına tutundu sımsıkı gücü yettiğince. Dalgaların kayalığa ve deniz fenerine çarptığı çizgilerdeki beyazlığa gömdü kırılganlıklarını. Fotoğrafın hemen başlangıcında tahta bir korkuluk vardı. Denizi kıyıdan korumak için mi konulmuştu yoksa kıyıdakileri düşmekten korumak için mi konulmuştu karar veremedi. Fotoğrafta görünen her şey küçük görünüyordu aynı kendisi gibi.

Babasız bir çocuğun idare edilebilir yalnızlığında yeniden doldu gözleri. Kendi kendini koruyabilmenin o umursamaz gücünde yutkundu nefesini. Her şey bir süreçti ve her süreç bir gün biterdi. Tahta korkuluğun kıyı tarafında kızıla çalan koyu kahverengi renkli, uzun yeleli bir at arkası dönük duruyordu. Fotoğrafın asıl teması bu attı kadına göre, normal ölçüleriyle görüntülenmiş, yeleleri görünmeyen yumuşak rüzgarın etkisiyle sağa doğru havada asılı kalmış gibiydi. Siyaha yakın kuyruğunun sadece yarısı görünüyordu. Kafası denize dönük, gözleri ufukta, görünmeyen gözlerindeki ifade zamanın çok ötesine geçmişti. Kadının gözlerine yine çok uzaklar düştü.

Kendine benzetti atı. Ayakları yine yollara düşmeye hevesle karıncalandı. Dudakları kıpırdandı yüksek sesle.

Gözlerimde uzakların gölgeleri

Ayaklarım yönsüzlüğün esiri

Zincirsiz bileklerim ama…

Yüreğim denizlerin görüntüsünde kilitli.

Yüreğime yine uzakların özgürlüğü düştü.

Bekleme salonundaki görevliye sayfayı alıp alamayacağını sordu. Görevli kız o saati siz de mi çok beğendiniz dediğinde gülümsedi. Tarihi hayli geçmiş derginin sayfasını özenle yırttı dergiden.

Saçlarını dilini bilmediği bir şehrin sahilinde aynı yumuşaklıkla savurduğu rüzgar geldi aklına. İçten dile gelen dilekleriyle birlikte. Beyrut’ta ekim ayının yağmurlarıyla ıslanmış saçlarını rüzgardan koruyan ellerin hissettirdikleri ısıttı içini. O sabah saatlerinde neredeyse fotoğraftaki denizle eş olan denize söyledikleri geçti yelelerin savrulduğu yönde. Beyrut’tan Viyana’ya yollanılan sevgilerin söylenememişleri dillendi rüzgarla birlikte, anlatamadıklarını da ekledi fotoğrafın içine özenle.

Kadının gözlerine yine çok uzaklar düştü, düştüğü yerde gölgeler koyulaştı. Arkası dönük bir at fotoğrafında buldu kendini oysa ne zaman kaybettiğini bile hatırlamıyordu. Gözleri dolu doluydu, yer yoktu ama sıkıştırarak biraz daha doldurdu gözlerini. Gözlerinde uzaklar, ellerinde kendine kalan birkaç net duygu kırıntısı.

Yeleleri rüzgarda deniz görüntüsünün üstüne düşmüş bir atın görünmeyen gözlerinde aradı kendini, buldukları derin ve ıstıraplıydı. Beyrut’un eskiden çok lüks şimdiyse savaştan kalma silah izleriyle izbeleşmiş büyük binalarına bakarak içinde yaşattığı savaşları karşılaştı. Aynı bu binalar gibiydi kendisi, ayakta ama delik deşik, harabe şeklinde. O sabah yürüyüşünde yaratanla konuşurken kendi dilinde dillenen istekleri geldi aklına ve sustu. Büyük bedeller ödemişti, şimdiyse,…

Aynı fotoğrafta görünen deniz gibiydi orada da deniz. Lüks metal korkuluklar vardı Beyrut’ta. Uzun yelkenliler, deniz motorları, yağmura rağmen kalabalık bir sabahtı. Bir banka oturdular nemli olmasına aldırmadan. Serin havayı bile ısıtmıştı konuştukları. Neden uzaklarda çocuklukları gelir insanın aklına ya da uzakta bıraktıkları? Duyguların mesafeleri olmadığını biliyordu, sevilen nerede olursa olsun seviliyor sevgisi hiç azalmadan, rüyalarla gönderiliyor istenilen mesajlar, sıkıntılar anında paylaşılıyor yürek sızıltılarında, …

Kadının gözlerine uzaklar düştü, ellerinde kırıştırmamak için dikkatle tuttuğu fotoğrafa bakarken ellerine değdi gözleri. Adını ikinci kez duyunca kendine geldi, elleri ufaldıkça ufaldı bebek ellerine dönüştü hatta dörde çoğaldı, kadının gözlerindeki uzaklar uzaklaştı ne olduğunu anlayamadan. Fotoğrafı yine de bırakmadı bebek ellerinden…

 
Toplam blog
: 374
: 869
Kayıt tarihi
: 15.01.07
 
 

1965 Akçakoca doğumluyum. Evli ve dört kız annesiyim, küçük bir kızın  anneannesiyim. A.Ü. Halkla..