Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

14 Ağustos '09

 
Kategori
Siyaset
 

Atatürk'ün yol haritası

Atatürk'ün yol haritası
 

Bu haritayı Atatürk çizmedi; ama bu harita, onun düşüncesindeki "yol haritası"dır.


ATATÜRK'ÜN, "yurtta barış dünyada barış" İLKESİ İLE, İÇİNDE UKDE KALAN "Misak-ı Milli" SINIRLARINA ULAŞMA ARZUSU ARASINDA NASIL BİR DENGE KURACAĞIZ?

Doktora öğrenimi yaptığım yıllarda "Birinci Körfez Savaşı" çıktı...

Milliyet gazetesinin "Düşünenlerin Düşünceleri" sayfasında, bu savaşı jeopolitik ve jeostratejik açıdan değerlendiren bir yazı yazmıştım.

Bu yazının sonuç bölümünde de, Türkiye'nin bu savaştan yararlanmsı anlamına gelen bazı ifadeler kullanmış ve yazımı Atatürk'e ait sözlerle noktalamıştım.

İfadelerim her ne kadar tam olarak açık değilse de, okuyanlar ne demek istediğimi anlamıştı. Yazımın son bölümünde, Atatürk'ün "Yurtta barış, dünyada barış" ilkesi doğrultusunda hareket edilmesi gerektiğini ileri sürmüş ama bunu izleyen cümlelerde de "Atatürk'ün bu ilkesinin, her ne pahasına olursa olsun barış anlamına gelen durağan bir politikayı öngörmediğini" yazmıştım.

Körfez Savaşı, sınrlarımızda, başka bir deme ile jeopolitik ve jeostratejik değerlendirme açısından Türkiye'nin "etki alanı" içindeydi. Türkiye bu savaşın sonundan zarar da görebilir yarar da sağlayabilirdi.

Türkiye'nin bu savaşa, kuzeyden bir cephe açarak katılmasının, o sıralarda sayıları az da olsa, Türkiye'nin yararına olabileceğini düşünenlerdendim. Karşı olanların çoğu da, Türkiye'nin bu savaşa Amerika'nın yanında katılmasını, Amerika'nın çıkarına hizmet olarak değerlendiriyordu.

Bir ülkenin ulusal çıkarları, başka bir ülkenin çıkarları ile uyuşuyorsa bu çıkarların gereğini yapmak, o ülkenin çıkarlarına hizmet ediliyor anlamanı gelebilir mi?

Bu savaşta, Amerika'nın çıkarı olduğu kadar Türkiye'nin de çıkarı vardı. Bu savaşa kuzeyden bir cephe açarak katılmamızın bana göre iki faydası olabilirdi. Birisi, Atatürk'ün içinde bir "ukde" olarak kalan "Misak-ı Milli" sınrlarına bir ölçüde ulaşmak; ikincisi de, Kuzey Irak'ın kontol altına alınarak "PKK" belasına son vermekti.

Bu mümkün olur muydu?

Olur muydu, olmaz mıydı bilemem ama, o günlerdeki olaylara bakar ve medyayı bir karıştırırsak, bunun mümkün olabileceğini gösteren pek çok işaret görebiliriz. Hatta o sıralarda, ABD'nin, Türkiye'nin kuzeyden bir cephe açması karşılığında Kuzey Irak'ın Türkiye'ye bırakılacağı söylentileri bile çıkmıştı.

Ama, durumu önyargı ile değerlendirenler, belki de bir fırsatın kaçmasına neden oldular. Başta TSK olmak üzere muhalefet, ABD'nin yanında bu savaşa girilmesine karşı çıktılar. Hatta zamanın Milli Savunma Bakanı ve Genelkurmay Başkanı istifa ederek karşı tavırlarını eyleme dönüştürdüler.

Sonuçta, Atatürk'ün "Yurta barış, dünyada barış" ilkesini zedelemedik ama, fayda getirebilecek bir olaya karşı çıkarak büyük zararlara uğradık.(Bu zararları görmek için o günlerin medyasını bir karıştırmak yeterli olur).

Bugünün Kuzey Irak'ını yani dünün "Musul Vilayeti"ni sınırlarımız içine katarak Atatürk'ün içinde kalan "ukde"yi çıkaramadık.

Bakın, Atatürk, 1933 yılında, Ankara'da görüştüğü Amerikalı General Mc.Arthur'a ne demişti: "Allah nasip eder, ömrüm vefa ederse Musul, Kerkük ve Adaları geri alacağım. Selanik de dahil Batı Trakya'yı Türkiye hudutları içine katacağım"(1)

Musul, Kerkük ve Adaları anladık da, Atatürk bunların arasına Selanik'i niye katıyor? Onu da, diplomat ve tarihçi Bilal Şimşir'in Atatürk'e atfen kitabına aktardığı "bir de gördüm ki, doğduğum Selanik ve orada anam, kardeşim düşmana teslim edilmiş"(2) şeklindeki ifadesinden anlıyoruz.

Atatürk'ün bu sözü ile yine O'na ait "yurta barış, dünyada barış" çelişmiyor mu? Bu ilkeye dayanarak yıllarca, "hiçbir ülkenin bir karış toprağında gözümüz yok; ama hiçbir ülkeye de bir karış toprak vermeyiz" dedik durduk ve çıkan fırsatları da heba ettik. Doğan fırsatlardan yararlanamadık; üstelik bazılarından zararlı çıkmamıza rağmen hala da aynı tavrı sürdürüyoruz.

Şimdi biz ne yapacağız?

Atatürk'ün "yurtta barış, dünyada barış" ilkesine sadık kalıp, barış uğruna durağan bir politika izleyerek önümüze çıkan fırsatları elimizin tersiyle itecek miyiz; yoksa, O'nun içinde bir ukde olarak kalan "Misak-ı Milli" sınırlarına ulaşmak için çıkan fırsatlardan yararlanma yolunu mu seçeceğiz?

Her iki durum da, Atatürk'ün ilkeleri içinde. Söyleyin bakalım şimdi biz, bu iki düşünceden hangisini tercih edeceğiz?

Ben kendi düşüncemi söyleyeyim:

Tarihi süreçte, dünya üzerindeki hiçbir ülkenin sınırları uzun süre aynı kalmamıştır. Birbirini izleyen savaşlar ve arkasından gelen antlaşmalar, mevcut sınırları değiştirmiştir. Bu süreçte, bazı küçük beylikler ve prenslikler imparatorluk olmuş ve bazı imparatorluklar da ya parçalanmış ya da ortadan kalkmıştır. Kaçınılmaz olan bu tarihsel ve siyasal olgu hala devam etmektedir. Yirminci yüzyılda, Rusya'da, Kafkaslarda ve Balkanlarda bunun örneklerine hepimiz tanık olduk.

Bize gelince, Osmanlı İmparataorluğu, bildiğiniz gibi bir beylikten üç kıtaya yayılan bir imparatorluk haline geldi ve sonunda Viyana kapılarından başlayan gerilemesi, Ankara'yı merkez alan küçük bir bölgeye kadar devam etti. Yani büyüdü ve sonra da küçüldü...Sonra tekrar silkindi ve büyümeye başladı.

Yeni Türkiye, 86 yıldan beri aynı sınırlar içinde varlığını sürdürüyor. Bu sınırlara ulaştığımızın onuncu yılında 15 milyonduk; şimdi 80 milyona ulaştık yine aynı sınırlar içindeyiz...Bu sınırlarımızın, bir 80 yıl daha aynı kalacağını söylemek mümkün müdür?

Bence mümkün değildir. Çünkü yukarıda belirttiğim, ülkelerin büyüme ve küçülme süreçleri hala devam etmektedir. Bu kaçınılmaz olgu karşısında bazı önlemler almak gerekmez mi? Bence, mevcut durumu muhafaza etmek bile, küçülmenin başlangıcı olabilir. Bana göre, büyümek istemeyenleri küçültürler.

Bunları neden yazdım?

Bir önceki bloğumda, Türkiye'nin başlattığı "Kürt Açılımı"nın(siz, isterseniz "demokratik açılım" deyin), ABD'nin Irak'tan askerlerini çekeceğini duyurduğu ve bunun üzerine Kuzey Irak'ta beklenen siyasi hereketlenmenin doğuracağı sonuçların etüd edilmeye başlandığı bir döneme rastladığını yazmıştım.

Kimbilir, bu siyasi hareketlenme içinde Türkiye'nin çıkarına olan bir fırsat doğarsa, bunun da diğerleri gibi heba edilmemesi için yazdım bunları...Tarihi geçmişimiz, kulağımıza küpe olsun diye...

Bunlar, emperyalist bir düşüncenin dürtüsü ile yazılmış değildir...Bunlar, tarihi gerçeklerin dayattığı şeylerdir. 1918'de haksız yere kaybedilen toprakların geri alınması isteğidir...Atatürk'in içindeki "ukde"yi çıkarmaktır.

Bildiğiniz gibi, Yunanlıların bir "Megalo İdea"sı var... İstanbul ve Ege bölgesi, hala bu büyük ideallerinin içinde yer almaktadır. Atatürk'ün "yol haritası" da bizim "Büyük İdeal"imiz ya da "Ulusal Hedef"imiz olsun; yoksa olmaz mı?

cdenizkent
___________ :

(1) "Misak-ı Milli", Atatürk Araştırma Merkezi Yayını, 1998, ss.216-217'nci sayfalarından alıntı.(Alıntıyı yapan İlker Alp). Ben, genelde Atatürk'ün bizzat kendisinin söylediği sözlerden başkasına itibar etmem; ancak kaynak olarak "Atatürk Araştırma Merkezi" gösterilince, Atatürk'e ait bu sözü almakta tereddüt etmedim.

(2) Bilal N.Şimşir, İngiliz Belgeleriyle Sakarya'dan İzmir'e, s.395
 
Toplam blog
: 979
: 1425
Kayıt tarihi
: 11.12.07
 
 

İstanbul doğumluyum. İlk, orta ve lise öğrenimi İstanbul'da tamamladım. İstanbul Üniversitesi'nde..