- Kategori
- Üniversiteler
Atatürk ve Üniversite...
( Dünkü makalenin devamı..)
Atatürk'ün Bilim ve Üniversite Anlayışı
Atatürk, 27 Ekim 1922'de "bir milletin felakete uğraması demek, o milletin hasta, hastalıklı olması demektir. Bundan dolayı kurtuluş, toplumun bütünündeki hastalığı teşhis ve tedavi etmekle mümkündür. Hastalığın tedavisi, ilmi ve fenni bir biçimde şifa verilir"[1].
Yine o, 1 Mart 1923'te TBMM'ni açılış konuşmasında üniversite gerçeğini ve bilimsel gücümüzü şöyle dile getirir:
"Yurdun üniversite ve serbest meslekler alanında izleyebileceği yolu en yeni bir anlayışla benimseyen üniversite öğretim üyeleri topluluğuna, azımsanmayacak meslek ve düşünce adamlarına sahip olduğumuzu tam bir mutlulukla söyleyebiliriz."[2] Çünkü Atatürk, geleceğin Türkiye'sini bilim ve bilimsellik üzerine kurmak ve geliştirmek, "toplumun, geçmişte değil, geleceğe dönük, bu günde yaşamasını" istemektedir. Bu bakımdan bilime yönelişi kültür ve uygarlık sentezi ve anlayışı ile de bütünleşmektedir.[3]
Atatürk bilim ve tekniğin bu gücünün yanında ülkeyi bu kötü durumdan, toplumsal hastalıktan kurtarıp geliştirecek kişilerin niteliklerinin neler olması, hangi özellikleri taşımaları gerektiğini de şu sözleriyle açıklamaktadır:
" Ülkeyi, ulusu kurtarmak isteyenler için onur, iyi niyet, erdem, fedakârlık gerekli olan niteliklerdir. Fakat bir toplumun tümündeki hastalığı görmek onu tedavi etmek, toplumu çağın gereklerine göre geliştirebilmek için bu özellikler yeterli değildir. Bu niteliklerin yanında ilim ve fen lazımdır. Bu kişilerin aynı zamanda mesleklerinde namuslu, ahlaklı, dürüst birer uzman ve bilgin olmaları"[4] da gerekir.
Atatürk'ün bilim, bilim adamı, üniversite, eğitim ve insan yetiştirmek konularında o kadar görüşleri var ki bunların tümünü burada ele alıp değerlendirmek olası değildir. Ama genel olarak söylemek gerekirse çağdaş uygarlık düzeyine yükselmenin hatta onu aşmanın tek yolunun bilim ve teknoloji olduğunu ve bu yolunda üniversitelerden geçtiğini, 22 Eylül 1924'te Samsun'da yaptığı bir konuşmadan anlıyoruz:
"Dünyada her şey için, uygarlık için, yaşam için, en gerçek gösterici bilimdir. Bilim ve tekniğin dışında yol gösterici aramak gaflettir, cahilliktir, sapkınlıktır. Yalnız bilim ve tekniğin yaşadığımız her dakikadaki aşamalarının gelişmesini anlamak ve ilerlemesini zamanla takip etmek şarttır.[5]
Atatürk bu açıklamasını en özlü bir biçimde "Hayatta en hakiki mürşit ilimdir" diyerek, gerçek yolu bize göstermiştir.
Atatürk’ün bu veciz sözleri, söylemleri 1933’te gerçekleştirilecek olan “Bilim ve Üniversite Devrimi”nin temelini oluşturacaktır. Osmanlı’da 1919’da gerçekleştirilen reformla yenilenen Darülfünun, 1932 yılına kadar eğitim-öğretim uygulamalarına devam eder. Darülfünunun Müderrisler Meclisi, 19 Eylül 1923’te Atatürk’e “fahri müderrislik unvanı” bile vermiştir. Bu nedenle Atatürk, Darülfünunun Cumhuriyet devrim ve ilkelerine sahip çıkılmasını ister. Ne var ki Darülfünun, Cumhuriyet devrimlerine sahip çıkmaz ve devrim karşıtı fikirler ileri sürer. Bu koşullarda da olsa Darülfünun 1932’ye kadar eğitim-öğretim uygulamalarına devam eder. Yapılan pedagojik araştırmalar sonunda İstanbul Darülfünun’da reform(yenileşme) yapılmasına karar verilir. Atatürk’ün direktifleri doğrultusunda dönemin Milli Eğitim Bakanı Dr. Reşit Galip’in yönetiminde üniversite reformu 1 Ağustos 1933’te gerçekleştirilir.
Milliyet( 1 Ağustos 1933)
Böylece “Darülfünun”, İstanbul Üniversitesine dönüştürülür. Eğitim-öğretim sistemi yeniden düzenlenir, unvanlar, statüler yenilenir. “Medrese” yenirine “fakülte”, “müderris “yerine” profesör, “darülfünun emiri ” yerine “rektör” vb. verilir. Bu kimlikle İstanbul Üniversitesi 18 Kasım 1933’te öğretime başlar.
1933'te gerçekleştirilen ve daha sonraki dönemlerde, özelliklede günümüzde yozlaşan özgün, özerk, demokratik, lâik, kendi kendini yönetebilen bir üniversite anlayışının temel dayanakları ve esin kaynağı Atatürk'ün bu sentezlerine ve yol gösterici ilkelerine dayanmaktadır. Bunu da, “ Hayatta en hakiki mürşit ilimdir” özdeyişi ile göstermek istemiştir.
Ne var ki bu yoldan sapılmış, üniversitelerimiz postmodern bir kavram olan "similasyon" çağını yaşamaya başlamıştır. Üretim kültürü yerine tüketim kültürü, özerk yönetim yerine otoriter yönetim, adem-i merkeziyet yerine merkeziyetçi yönetim, bilimsellik ve hoşgörü yerine baskı ve narsizm öne geçmiştir. Üniversiteler amir-memur, emir veren-itaat eden anlayış ve kuralları ile yönetilemez! Öyle olsa bile, bu yaklaşım ya da yönetim tarzı, bilimsel düşünceye, bilimsel araştırmaya, bilimin ve bilim adamının nesnel, eleştirel bakışına ters düşer. Çünkü bilimin karakterinde nesnellik, akılcılık, özgünlük, özgürlük, eleştiri ve evrensellik vb. vardır.
[1]Sabri Çakır, a.g.e.,s:94
[2]Ali Güler, a.g.e.,s:67
[3]Sabri Çakır, "Atatürk'ün Kültür ve Bilim Anlayışı", Fırat Üniversitesi Dergisi(Sosyal Bilimler), 1991,5(1) 87-97,s:94
[4]Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri, I-L II, Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü Yayınları: 1,3. Baskı, s:43,Ank. 1981
[5]a.g.e., s.194