- Kategori
- Gündelik Yaşam
Ateş ve el -2-

Sevgili Kerem diyor ki, "Yazıyla ne alakası var o resmin!" olur mu Keremciğim, o ağacın altında...
Sayın Temelkuran sigarayı bıraktığını ve ara sıra delice anımsadığını anlatmış “pazar” yazısında. Özlemekten çok anımsama…
Aklıma gelense, hayatta birçok şeyin özlentisi ve özentisi gerçeğinden çok daha güzel ve keyifli olduğuydu. Sigara tiryakisi binlerce sigara içer, ardından bu kahramanlığa son verdikten sonra sigarayı bırakır. Canı sigara çektiği anlarda hafızası onun içtiği en keyifli sigaraları beyninde dolandırmaya başlar. Halbuki içtiği sigaranın belki de on binde birinde keyif almıştır, dokuz bin dokuz yüz doksan dokuzunda bir alışkanlık görevini yerine getirmiştir; çoğu zaman keyifsizdir. Aslına bakarsanız neden insan hem hayatın çekilmezliğinden, haksızlıklarından, keyifsizliklerinden sürekli bahsederken birdenbire yaşama asılmaya başlar, pek anlaşılır değil. -1-
Tanrı Kenan Evren’i yarattı ve ona uzun bir ömür verdi. Ve solcuların her gün Marmaris’e kafalarını çevirip kendileriyle “gerçek” yüzleşmelerini beklemeye başladı. -2-
Solcular ne mi yaptı? Beylik laflara devam ettiler, ne yapacaklardı da?
Günümüz şairlerinin en büyük hedefi iyi bir burjuva şairi olmaktır. Genelde bunu yaparlarken soldan başlayıp, aşktan-meşkten, ardından en hassas acıma duygularından, çocuklardan, gökyüzünden vee en sonunda kendilernden söz ederek yaparlar. Amaç, şiirlerini yazdığı kente yapışmak, keyifli ve herkesin saygı duyduğu bir konuma yükselmek.
Gerçek şair beğendiği şiirin dizeleri olmak ister. Bir günlüğüne bir mısra olmak, bir şiirden kopup gelen. -3-
“Yazılacakların neredeyse tümü yazıldı” diyor bir yazar. “Ne için uğraşırsınız?” diye sorar.
İnsan aptallık ve kandırılmada hala aynıysa, yazılacaklar bitmiş olamaz.
İyi bir yazı en aptal okuyucunun ve en zeki -entelektüel okuyucunun kendi derinliklerini bulabildikleri yazıdır. -4-
“Çeşmelerde bardağın doldurmadan kor isen,
Kırk yıl orada kalsa kendi dolası değil.”
Yunus ne güzel söylemiş. En aptal insan bile çeşmenin yanında duran boş bir bardağın biri çeşmeye tutup doldurmaz ise aynı kalacağını söylediğini anlar. Zeki ise, günümüz insanı bilgi denizinin kıyısındaki bir bardak gibi, ona bir şeyler öğretilmez ise boş ve cahil kalacaktır, diye düşünür.
“Meksika Sınırı” adında hoş bir tartışma programı var. Üç genç var orada. Ülke TV’de. Bu cümleleri ayrı ayrı yazdım. Aralarında şöyle bir konuşma geçti: “Kenan Evren’i bu yaşından sonra yargılasan ne olur yargılamasan ne olur. Bitmiş gitmiş artık.” Bana çok ironik geldi. Hani ayrı yazmıştım ya cümleleri; hani öbür taraf var ya; hah, ,işte oradaki boş vermişlikleri çok hoştu. Hoş bir ironi.
İnsan ruhu olgunlaşmaz; insana göre ruh değil, ruha göre insan vardır. -5-
Kelimeleri olabildiğince kısaltmalıyız. Uzun cümleler ve uzun yazılar yazarın çoğu zaman zamanı uzatma adına çaresizce ve bencilce okuyucuya saldırısından başka bir şey olamaz.
Siz sevgilinizin külotunu “masumiyet müzesine” bağışlar mısınız? Veya sevgilinizin 30 santimetrelik cetvelini emerek onu hissetmeye çalışır mısınız? Durun hemen paniklemeyin; bu yazdıklarım sayın Pamuk’un “Masumiyet Müzesi” kitabından bölümlerdi. Allah akıl fikir versin; olacak şeyler değil. Çok garip geldi bana. Sezar açısından, aşk acısını uzun uzun anlatmış. Oralar eyvallah. Daha önce yazmıştım, aşk onu yaşamaktır, diye. Çok kelime var, çoook. Ama okurken fark ediyorsunuz; bir gevşeme, bir rahatlama bedeninizde. Tüm dertler kör kuyuya, gelsin masumiyetler.
Bir elimde ayna, diğerinde dünya. Bir umurumda bir umurumda değil dünya. -6-
İyi ki sayın Pamuk var. Çünkü Yaşar Kemal, Orhan kemal, Sait Faik yok. Onlar hiç yaşamadılar ve yaşamıyorlar. Onların aklına gelir miydi acaba, sevgililerinin hymen kokan külotunu bir müze açıp sergilemek. Müthiş! Çok yaratıcı bir fikir. Gözyaşı şişesine de biraz zar kanı; tam olurdu, tam.
Sayın Ahmet Hakan çok ilginç bir insan. Kimsenin sahiplenmediği ama vazgeçemediği de bir insan. Şöyle diyor: “Kırk yaşından sonra aniden iki kitap yazarak ortaya çıkan birisi anılarını yazmıştır.”
Hahahahahahaha… Düşeyazmak, nasıl anılarım olabilir? Okumak ağrısı asıldı yüreğime. Oysa ben birisi okusa da dinlesem diyordum. Çok güldüm tabii ki. Adam haklı yani. Bu gülme ifadesini yazarken başa “h” koymayı unuttuğunuzda ortaya çıkan çıktı sonrasında haleti ruhumda.
Bir toplum için en tehlikeli olan şey, entelektüellerin kendilerini “ben oldum artık” psikozuna sokmalarıdır. -7-
Sayın Ferhan Şensoy ve tiyatrosu bir Anadolu turnesine çıkar. Gruptaki bir oyuncunun “kazma” olması herkesin alay konusudur. Otelde oyun için karakoldan izin beklerlerken adam Ferhan Şensoy’a gelir ve kendisine entelektüel olmak istediğini ve okuması gereken kitaplar listesini ona vermesini söyler. Sonrasında kitapçıdan bulabildiklerini alır ve odasına kapanır. Aradan bir gün geçer, yorgun, argın, kan çanağı gözlerle Ferhan Şensoy’un yanına gelir ve “kitapların çoğunu okudum, yeterli mi?” diye sorar. Şensoy’un yanıtı ferahlatıcıdır: “aaa, ne demek, tamam artık, sen oldun,” der.
Eskiden kelebek mobilya can yayınlarıyla birlikte çalışırdı. Yirmi beş kitaplı bir rafın kaç santimetre olacağına, oraya konacak kitapların yirmi beşinin yan yana uzunluğuna bakılarak karar verilirdi. Listedeki kitaplar kalınlıklarına göre sıralanırdı. Sonrasında o kitaplar, o kitaplıkta sonsuza kadar terk edilirdi. Şimdilerde artık böyle bir kitaplığa çocukların okul kitapları konuyor: insanımızın hayatı boyunca mecbur olmasından ötürü aldığı (tek) kitaplar okul kitaplarıdır. –nokta-
Sağlıcakla kalın.
Not: Sevgili Ayda, en uzun opera, hoş geldiniz. Tam zamanında geldiniz. Herkes gergin, kavga etmeye hazırken iyi oldu.