Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 
 

Hakan Karaduman (Akdenizli)

http://blog.milliyet.com.tr/akdenizli

16 Eylül '08

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Dolap

Dolap
 

Lehman’ın batışı bir sürpriz değil. Bu krizin en baştaki nedeni Amerika'nın cari açığı ve savaş giderlerini halktan çalarak yapmasıydı. Halktan çalma; halka vermesi gerekeni vermemek anlamında. Bizdeki krizde, batması gerekenler batırılıp balondaki ağrılıklardan kurtulunca fatura halka kesilip, inceden ve tam derinleşmeden kriz, kronikleştirilerek bize-halka yansıtıldı. Petrol fiyatlarını yüksek tutan ABD, şimdilerde doların değerini yüksek tutabilmek için fiyatları hızla aşağı çekiyor. Bunun nedeni sizin önünüze konduğu gibi global petol ihtiyacının düşeceği öngörüsünden değil. Çünkü dünya tüketimi rayına oturmuş. Arz yeterli ama musluk başındakiler petrolü enerji kaynağı değil, stretejik ve ekonomik güç olarak kullanıyorlar.

Petrol denizinde boğulmak… kendi silahınla vurulmak.

Yeni bir savaş: ABD’nin halktan vergi toplama yöntemi.

Bizde olsa iş kolay; bir develasyon, yürü… Ama: Büyük kriz Avrupa'da olacak. Birlik ülkelerinin büyük üretici Almanya gibi ülkelerin sırtından inemedikleri görülüyor.

Yukarıdakiler "başlıklar" tabii yazdıklarım.

Bize gelirsek. Krizlerde piştiğimiz için, eğer hükümet mali politikalarında dikat ederse Türkiye batı için güvenli liman olabilir. Şimdilerde kendi içimize Ergenekon'dan bu yana tam gömüldüğümüz için, bu gelişmeleri kaçırıyoruz. Hiçbirşey vardan yok olamayacağına göre…

Bu kriz İran'ın başına "patlayacak" gibi görünüyor.

***

Geçen gün 12 Eylülün karadönümlerinden birini daha geçtik. Devletin askeri, polisi bu işi yapanları bizim vergilerimizle korumaya, ayrıcalıklar vermeye devam ediyor.
Özellikle yazmadım bu konuda. Belki de yazılarım içinde çokca bahsettiğim içindi. İki romanımda da 12 Eylülü sorguladım. (Vakavinus'un dediği gibi).

Ben başka bir şeyden bahsedeceğim. Burada yaşı henüz otuz olmuş arkadaşlarımıza şu 12 Eylül denen şeyi anlatmak adına.
O günlerde televizyon tek kanallı; ama tek kanallı: sürekli 12 Eylülü yapan generalleri TV'de izleme gibi bir ayrıcalığımız var. Hatta çok iyi hatılıyorum, bir akşam haberlerindeki sahneyi; YÖK mensuplarını Çankaya'da sıraya dizen baş sorumlu, onlara ayakta yarım ağızla nutuk çekiyordu, onlarda el pençeydi. Ne günlermiş be…

Halkın eğlencesi sınırlı, her şey yassssaak. Çünkü her şeye karışıyorlar. Devletin derini yüzeye çıkmış. Öyle böyle değil. İzlenmediğinizi düşünmeniz paranoyak olmadığınız anlamına gelmiyor. Sadece, bir otobüste yanınızdaki arkadaşlınızla konuşurken ağzınızdan "demokrasi" lafı dahi çıksa sizi ensenizden yakalayıp karanlık dehlizlere "oylum oyluma" anında götüdükleri bir sessiz düzen hüküm sürmekte. Biri parmakla, "aha şu komist!" dese, ki aranızdaki husumetten yani, yandınız demektir: karacahillerin iktidar günleriydi. O yüzden cahil ve dinciler 12 Eylüle laf etmezler kolay kolay. Gün onlarındı çünkü.

Eylülcüler her şeye karışıyorlardı. Ellerinde Kutsal Kitap şehir şehir, kasaba kasaba geziyorlardı. Tam bir karşı devrim vardı. Dinle ilgili olduklarından değil. (Dindar insanlar yeniden onların elinden almak istiyorlarsa önce yüzleşecekler onlarla).

Genç kardeşim, o yıllar hakkında bir fikir edinmek istiyorsan 1981’deki Erovizyon şarkı yarışmasında Türkiye'yi temsil eden şarkıyı dinlemeni öneririm. Duyabileceğin en kötü şarkı ve danslar eşliğinde zincire vurulmuş müziğin sesini dinle ve kendin gör.

Başka ne mi yaptılar? sayın yazar çizerler:

Kitapları toplayıp yaktılar.

Kitapları teker teker toplayıp yaktılar. Yaktıkları her kitap şimdiki okumayan insanların cahilliklerini tutuşturdu.

***

Gündem ile ilgili ilgimi çeken bir haber vardı. İki vatandaş motosiklete arkalı önlü binmişler giderlerken, arkada oturan silahını çekip motoru sürenin boynunun kökünden vurmuş. Arkadaki sürücüyü sırtından vurduğunda daha motor hareket halindeymiş. Olaya bak sen.

Aklıma getirdiği günceldi. Genelde bizim buralarda motorsiklete iki kişi binmişse öndeki kafasını sürekli arkaya çevirerek arkadakine laf yetiştirme çalışır. Normalde belki o denli çok konuşmayan iki kişi başlarlar çene dövmeye (çene çalmaya). Sürücü her arkaya dönüp laf yetiştiridiğinde, yeniden yola kafasını çevirip yolu algılaması yaklaşık on saniyeden fazla bir süre alır. İşte o on saniye boyunca motor tamamen kontrol dışı gitmekte çünkü sürücü yolu algılayamamaktadır. Sonra bir kamyon ve arka kasasında biten son. İşin garip tarafı genelde ölenin arkada oturan olması.

***

Sayın Elif Şafak'la bitireyim yazımı.

Şöyle yazmış: "Sinirli ve kavgacı bilinen bir yazar normal yaşantısında süt dökmüş kedi gibi mülayim olabilir, ki çoğu zaman öyledir."

Tamamen katılıyorum. Bunu ne zaman anlamıştım derseniz, İstanbul'daki Milliyetin blog toplantısına gittiğimde. Normalda yazılarında belindeki silahı her an çekebilecek tarzda yazanların -eğer yerlerine dublör göndermedilerse- son derece sakin ve kibar insanlar olmalarıydı.

Tabii asıl sorun şimdilerde sizin kime yazar diyeceğiniz, demeyeceğinize kafayı takmanız. Yazan, tüm normlara uyarak yazdığı zaman adı yazar olacak, yoksa değil.

Peki tüm normlara uyunca da bu kez bir şeye benzemiyorsa yazılanlar? Havagazı? Savaşlar devam ediyor, sömürü, ezilmeler, açlık ve ahlaksızlık.. (Aynı yazılardan internette milyarlaca var).

Siz kuralları bir yüzyıl sonraya aktarmak için köprü olmak istiyorsanız, sizlerin bileceği iş. Benim hiç niyetim yok.

Eğer böyle devam ederseniz daha kucağınıza çok "masumiyetine tacavvüz edilmiş kitaplar" konur: uyusun da büyüsün ninni…

Bana yazar denmesi veya denmemesi; güler geçerim ve hiç işim olmaz.

İstesem de benzeyemem, benzemem çünkü.

Eğer gücünüz yetiyorsa gelin gerçeğin donunu indirelim ve öyle konuşalım. Yoksa yaşlı entellerin bencilliğindeki gibi sağa sola küfürler savurup durmayalım.

Edebiyat ve sanat çürüyorsa yaratıcılıktan yoksun insanların-sözüm ona, yazarların- çevirdikleri dolaplardandır!

sağlıcakla.

 
Toplam blog
: 470
: 551
Kayıt tarihi
: 28.08.06
 
 

Ateşten denizleri mumdan gemilerle geçmeye" benzer hayatımız. Mutlaka mavi gökyüzü görünecektir. Gid..