Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 

04 Mayıs '10

 
Kategori
Güncel
 

Aya İrini'de Taranta Babu dinlemek

Aya İrini'de Taranta Babu dinlemek
 

2010 Şiir Festivali Günlüğü

Akşamın alacası inerken Sultanahmet'teyim. Her gölgenin ardında, her ağacın dalında hüzünlerin titreştiği masal diyarım, sessiz, sakin ve ıssızdı. Sanki hiç yaşanmamışçasına.

Mor çiçeklerle bezeli bahar dallarının ardında pembe bir bin yıl yükseliyordu oysa. Şimdilerde okumakta olduğum kitabın yazarı Prenses Anna Komnena düştü usuma ister istemez.


Alelade bir sokaktan geçerken, o taşlara asırlar önce kimlerin bastığı çok da önemli gelmezken, burada daha vapur Eminönü' ne yanaşmadan başlar sağanak. Binlerce yıl boyunca süren iki imparatorluktan, Roma'dan ve Osmanlı'dan arta kalanlar en çok burada bu kanlı çınarların gövdelerinde, meydanlardaki onlarca taşın ve sütunun tanıklığında yaşanmadı mı? Belki de tarihi dokusu korunan her yerde aynı duygular ve sorular çağıldamaya başlar. Pera'da da böyle olur, Üsküdar da da, Didim de Apollon tapınağında da; ama Sultanahmet hepsinden farklı gelir bana. Divan Yolu'ndan yukarılara, Çemberlitaş'ı geçip de, Beyazıt'a doğru yaklaşırken yakın tarihimizin acıları da yumak yumak eklenir, kendi tarihimle birlikte.

Sağ tarafta o fıskiyeli havuz ve ardında Sultaahmet camisi, arada hamamlar, aşağılarda haralar , Mozaik Müzesi ve Ahırkapı feneri. Hepsinin en baş köşede olduğu nice tatlı acı anı. Yolda hep Alexiad'ı düşündüm. Bin yıl önce bir Roma İmparatoru kızı tarafından yazılmış bu güzel tarih kitabını incelikle çevirirken, doyurucu alt notlarla bilgilendirirken Bilge Umar ne kadar emek harcamış.Yaşamının kaç yılını vermiştir bu çeviriye? Bilge Umar'ın eline emeğine sağlık. Keyifle okuyorum. Onca emek onca çaba, kaç kişi okur acaba. Henüz ortalardayım. Oralarda da kıran kırana bir taht mücadelesi. Ne de olsa Roma İmparatorluğu. Ama elimi eteğimi tahttan çektim diyenin canını okumak, boğdurmak yok. O zamanların modası, iddialı olan gözlere çekilen miller. Yeter ki elini eteğini çeken keşiş cübbelerine bürünsün, o zaman mil de yok, ölüm de. Keşiş olmayan da gördüğüm kadarıyla sürülüyor adalara uzak illere. Sonra gelen Osmanlı ise küçük bebeleri bile boğduruyor. İktidar hazzı bu kadar korkunç.


İran'dan Şirin Ebadi'yi okudum geçenlerde. Şah'ın baskısından kurtulacaklarını umarak, demokrasi getirecekler diye mollaları coşkuyla desteklerken, özgürlüklerin ellerinden bir kelebek gibi uçup gideceğinin hiç ayırdında varmadıklarının pişmanlığını anlatmış İRAN UYANIYOR adlı kitabında.


Aralık saray kapısından giriyorum. Sağ tarafta o yüksek taş duvara yapışık bir evde annemin tanıdığı olan bir aile otururdu bir zamanlar. Annemin meslektaşı olan teyze bir zenciydi. Habeşistanlılara benziyorlardı sanki. Belki de saraydan arta kalan bir aile idi. Ne oldular acaba ? O evler filan hep gitmiş. Üzerine tırmanıp Kadıköy'ün tutuşmuş camlarını izlediğimiz deniz manzaralı tepecik de orada yalnız ve ıpıssız duruyordu.


Söz Sultanahmet ve kitaplardan açılmışken PERA Müze'sinin sergisiyle eş zamanlı yayımladığı iki ciltlik oylumlu HİPPODROM/ ATMEYDANI adlı yayından da söz etmem gerekir. Meraklıları bu iki cildi kaçırmasın derim. Eski fotoğraflara baktım da, işin gerçeği Adiye Sarayı ile Tapu Kadstro binası arasındaki tarih bence bugün, özensiz çevre düzenlemeleri ile yok edilmiştir. At meydanı ve çevresinde yer alan yapılarla ilgili geniş araştırma ve inecelemeler yer alıyor kitaplarda. Aynı sayfada hem Türkçe hem İngilizce metin var.


Aya İrini'ye yöneliyorum. Şairler toplanmış. Günün hüzünlü alacası bir pembe bulut olarak yüreklere de çökmeye başlamış, yüksek duvarların ardındaki bu görkemli bahçeye de.Yani davetiyede yazdığı şekliyle Topkapı Sarayı Avlusu'na. Avlu o kadar devasa ve inen günle birlikte öylesine görkemli duruyor ki , insanlar karıncalar kadar küçücük uzaktan ve her yerde bir sessizlik. Demek yüksek duvarlar aslında yalıtım görevini de iyi başarıyor. Yüksek duvarlar, içindeki fildişi kuleler, içerde yaşayana müthiş bir dinginlik sağlayabilir. Dışarda olanı duymayıp görmeme özgürlüğü.

Şairler şiir sevenler hep orada avludaydı. Bir kaç tanıdığa rastlıyorum. Yine de gözüm arıyor tanıdığım şairleri, pek çok şairin katılmamış olduğunu görünce biraz hayal kırıklığı yaşamadım desem yalan olacak.


Babilwine'den şarap sunumu vardı. Kırmızısından kalmamış. Şairler demek ki daha çok kırmızı şarabı seviyorlar diyebilir miyiz? Beyaz şarapları da buz içinde soğutuyorlardı. Gerçekten çok hoş bir damak tadı bıraktı.


Bir de ekolojik çilekler vardı ki YILDIZ & KNT GLOBAL ORGANİK ADLI firmanın ürettiği organik gübre ile yetiştirilmiş, gerçekte tadına doyamadığım çilekler sunuldu tabaklar dolusu. Çok farklı geldi tadı. Unuttuğum çocukluğumda yediğimiz çileklerin tadını aldım. Ekolojik tarım hayallerimi kışkırtınca çilekler , firma ilgilileriyle epeyce konuştum. Bunu da düşünüyorum ekolojik tarım aklımın kıyısında hep duruyor da zaman... Zaman da akıp geçiyor işte ve büyüyoruz, ağırlaşıyoruz.


Güzel sunumlarla açıldı festival Zafer Diper'in okuduğuna bir de tınısıyla anlam katan tok sesiyle. Bu yıl festivalin onur konuğu iki dev şair. Ahmet Oktay ve Sait Maden. Programda konuşacakları yazıyordu ama yoktular. Kapanış şölenine gelecekler mi? Ben ne yazık ki katılamayacağım kapanışa. O günlerde İzmir'de olacağım. Mevlüt Kaplan 2009 Edebiyat Ödülleri kapsamında üçüncülük plaketimi almak için...


SEVDA ERGİN Şiir ödülü ise Emel İrtem'in. Emel İrtem'in yanı sıra iki genç şaire de Genç Şair Ödülü verilecek. Genç şair ödülünün gerekçesini, "Orada bir şair var bakın demek, üzerine fener tutmak" sözleriyle açıkladı festival Direktörü Zeki Tombak.


Devlet Yaylı Çalgılar Dörtlüsü'nün konseri de çok güzeldi. Aslında neden böylesi klasik müzikleri sokaklarda, müzik marketlerde duymayız diye düşündüm. Çalınsaydı alışırdık tıpkı arabeske alışıldığı gibi. Yaylı çalgılar dörtlüsü denince nedense apollon Tapınağı'nda dinlediğim güzel konserler ve oda müzikleri geliyor hep aklıma.

Zafer Diper ile Melisa İclal Yamanarda 'nın seslendirdikleri TARANTA BABU muhteşemdi, çok güzeldi, dinlerken içim titredi.


Dedim ki kendi yalnızlığıma; şiir, okumayı bilenindir, o kadar anlamlı ve o kadar güzel geldi.

Bu yılki festival konusu İskandinav Edebiyatı ve Göç. Rastlantıya bakınız ki volkanik kül felaketi İskandinav şairlerin gelmesine engel oldu. Onlar da Perşembe günü Stokholm'de sanırım bir festival düzenleyeceklermiş. Kadıköy'de yaşamlarımızı renklendiren bir kültür merkezinde, ÖTEKİ KÜLTÜR MERKEZİ 'nde şair Özkan Mert 'in İskandinav şairlerle programı olacaktı, yapılamadı. Bu kül felaketi bu iletişim teknolojilerinin çok ilerlediği dünyamızda, çok ilerilerde yaşanabilecek, insanlığı eli kolu bağlı bırakan başka hüzünlü felaketlerin sanki bir öncüsü gibi geldi, boğazıma bir ayva lokması gibi oturdu. Yazımı tamamlarken. 20. yüzyıl İngiliz yazarlarından en ileri görüşlülerinden olan E.M.Forster'in şimdi adını anımsayamadığım çok hüzünlü ve bilimkurgusal öyküsü, o ana ile oğulun birbirlerini göremeden kapandıkları mekanlarda borular vasıtasıyla haberleşmesi ve kavuşamamaları gibi acılar, onca teknolojiye ve gelişmişliğe rağmen gerçeğe dönüşecek gibi göründü ve tuhaf bir acıyla burkuldu yüreğim.


Sonra gece sona erdi. Saray avlusu şimdi ışıklar altında tüyler ürpertici bir güzellikle kendine çeken bir büyü sunuyor. Ses sıfır. Biraz daha oyalansam duvarlardan iki bin yıllık hayaletler fırlayıverecekti sanki. Hemen kaçtım.


Ayasofya'nın önündeki çay bahçesinde oturup eskilere daldım birazcık. Sonra da geçmişin en güzel yerinde koşup vapura yetişmek. Kültür kenti İstanbul, hem de 2010 Avrupa Kültür Kenti ama bir tanecik geç saat vapuru olmuyor Karaköy'de ya da Eminönü'nde. Batı ile Doğu'yu basit toplu taşımacılıkta dahi bu denli ayrıksama gayreti nedir? Yani Üçüncü köprü kime, neye hizmet edecek. İnsanın kültürel etkinlikleri izlemesi için, çıkışta biraz sosyal ortamlarda- çayhane, pastane - oturabilmesi bile araba sahibi olmasını mı gerektirir ille de. Çok absürd. Kültürsüzlüğümüzün kışından, bir türlü ilkyazına eremiyoruz, sadece göstermelik şehircilik yaklaşımlarıyla...

ezgiumut 2010 4 20

 
Toplam blog
: 566
: 1338
Kayıt tarihi
: 11.07.06
 
 

Edebiyatla ilgileniyorum. Ayrıca amatörce belgesel film çalışmaları yapıyorum ve kültürel etkinlikle..

 
 
 
 
 

 
Sadece bu yazarın bloglarında ara