- Kategori
- Sosyoloji
Aydın - halk bütünleşmesi…

Aydın halk bütünleşmesi, kalkınmacı iktisat kuramları açısından önemli bir olgu olarak kabul edilir.
Aydın ve halkın bütünleşmesi derken; bir ülkenin büyük çoğunluğunu oluşturan orta ve alt gelir grubundaki kitlelerle, geçerli bir eğitim almış, yaşamını kazanabilen, kazandığıyla ayakları üzerinde durabilen, üretim yapan her meslekten insanın maddi ve manevi temelli dünyasındaki uyumdan, karşılıklı anlayış ve etkileşimden söz etmekteyim. Ve illa kültürel formasyonun din ya da gelenek gibi bir boyutuna da indirgemeden işi, farklılıklar içinde ortak bir vasatın evrenine işaret etmekteyim.
Gerçekten, (yoksul) kırsalı “odak alan”, yoklukla savaşan toplumcu bir anlayıştaki birey, kendi var’lığını kanıtlama çabasının içinde aynı oranda toplumunun geleceğini, ulusunun bağımsızlığını görebilmektedir.
Böylesi bir “aydın-halk bütünleşmesi” (yabancının/sömürücünün aydınlarının aradan çekilmesine atıfta da bulunarak) bağımsızlıklarına 20. yüzyılın ilk yarısında kavuşan devletler için vaaz edilen toplumcu kalkınma modellerinin dibacesinde yer alır.
İçtenlik ve işlerlik katsayısı bir yana, BAAS tipi siyasal yapıların propagandist açılımlarından tutun da, 90’lı yıllarda demokrasiye yönelen eski Doğu Bloku’nun yeni siyasal yapılanmalarına değişen ideolojik sunumlarda; işte o “aydın-halk bütünleşmesi” kavramı/hedefi hemen hemen hiç değişmemiştir.
Ancak o “gelişmekte veya değişmekte olan ülkeler” açısından daha çok bir söylem biçimi olarak “aydın-halk bütünleşmesi” ‘gelişmiş’ ülkelerin pratiğinde kayıtlıdır: Yıkılan Almanya’nın iki yakasını madenlere inen mühendisleri sayesinde tutuşturduğu, Fransa ve Belçika’da en uzak alanlarda beyaz yakalıların yüksünmeden görev yaptıkları bilinir.
Aydınlar, halka doğru yürür, halk da aydınlara bağrını açar.
Japonya, restorasyon döneminin artı değerini büyük ölçüde halk tabakasının içinden yetişen okumuş gençlerinin ülkenin her yanında görev almasıyla yaratabilmiştir.
O arada hızını alamayan endüstrileşmenin ithal ettiği ucuz iş gücü yerine adeta misyoner vari ve kendi orta ve alt sınıflarından eğitimli insanlarını da ta yaban ülkelere kadar gönderebildiği bilinir. Kuşkusuz onlar başka halklarla “bütünleşmek” adına değil kendi halklarının refahına kaynak transferi yapmak adına pozisyon belirlemişlerdir.
Elbette yalnız iktisadi alanda değil, kültür ve sanat alanında, bir yandan halk kitleleri içinden pırıltılı değerlerin yükselebilmesi diğer yandan da kültürel tüketimin tekelinin kırılarak bu alandaki üretimin geniş kitlelere ulaşması da kalkınma/gelişme momentinde hesap edilemeyecek katkılar sağlamıştır. Bu türden katkılarda, kendi kültürel temellerini göz ardı etmeyen ama evrensel bir dil yaratma ve kullanma iddiasında olanların, yani piyasaya değil yarına adananların değeri tartışılmaz.
Bizde bu anlamda aydın-halk bütünleşmesi Cumhuriyet projemizin en temel yapı taşlarından biridir.
Köy Enstitüleri, Halkevleri, köy okuma odaları gibi oluşumlar ve alfabenin halka mal edilmesi, halkın ve aydınların birbirine adeta koşar adımlarla yakınlaşmasını getirmiştir.
Cumhuriyet döneminde taşraya gitmek değil gitmemek ve Anadolu’da görevden kaçınmak için torpil aramak; hem yolları kapalı bir çaba- hem de utanç verici bir yönelim olarak bilinirmiş.
Cumhuriyet daha fazla köylü çocuğunu okutmaya çalışırken, kentin yetenekli gençlerinin de dünyada genel geçer eğitimi almaları için tüm olanaklarını seferber etti. Yemedi yedirdi, içmedi içirdi, yoklukların içinden başarısı sağlam esaslara bağlanmış halk çocuklarını her alanda yetiştirdi ve her alana saldı.
Toprağın bilimle birleşmesi üzerinden bilgisizliğin bilgiyle yer değiştirdiği bir toplumsal düzen kurulmaya başlamıştı.
Köylü viski içmiyordu belki ama kendi dilinden müziğini dinleyebiliyordu, kentli cafcaf içinde yaşamıyordu belki ama ekonomi herkese hak ettiğini vermeye ve herkesten gücü oranında yararlanmaya çalışıyordu.
Demireller, Özallar mesela o Cumhuriyet burslarıyla okuyan kişilerdi. Ve daha nicesi..
Ancak bizdeki aydın-halk bütünleşmesi, Atatürk dönemi hariç ciddi kırılmalar içerir. Gazi Paşanın dönemi dışında aydın halk ayrışması, zıtlaşması hatta çatışması vardır.
Üretim düzeneğini değiştiremeyen/direnen oluşum ve gelişmeler ve feodalitenin tortuları bir ağır taş gibi kah ayağımızı bağlamış kah pranga olmuş bizleri tutsaklamıştır.
Eski toprak, ‘kapsamlı’ ve yine halk çocukları ile yapılacak bir reforma karşı koyuş anlamında, bin bir cerahatini damarlarımıza bozucu zehirler olarak bırakmıştır.
İmparatorluğun kimliksiz tebaasının sultanın kulluğundan ve okuduğunu anlamayan, derdini anlatamayan, iki satır yazamayan insan yığınlarının sefaleti üzerinden… kentin korkuluklardan, köyün "bir ağadan bir jandarmadan" ibaret olduğu zamanlardan…ta günümüze kadar sıvaşan "itilmiş ve kakılmışlığın" evreninde sosyalleşmenin yarattığı o insan modelinin, nelere yol açtığını düşündünüz mü hiç?
Bunda o insanların değil düzenin kusurlu olduğunu kusmak geldi mi içinizden…
Ve aydın ile halkın Sarı Paşa devrinde kenetlenen ellerinin, ondan önce ve 10 Kasım 1938’den sonra, iki sevgiliyi ayırır gibi nasıl da itelendiğini, bu toprakların kalkınma çabasının nasıl da örselendiğini..
eğitimden sağlığa her alanın önce başkalaştırılıp sonra da yabancılaştırılmasının acısını, kaç aşısız çocuk, doktorsuz hastayı ölü yazarak ve ırgatlığını bırakıp kan davasında birbirinin kanını içen kaç cinayetten hikaye arayarak ve aynı topraktan düşmanlaştırılan insanlar nedeniyle kaç şehit verilerek yaşamın kabusa indirgendiğini ne kadar bilirsiniz?
Bunlar yaşanırken hiç mi örgütlenemedi halk ile aydın aynı safta ya da kimler engel oldu?
Ve ipin ucu artık başka ellerdedir…
Menderes için evladını kurban edecek kertede sevgi belirtenlerin olduğu bir toplumun bu ülkenin gerçekten memleket sever Başbakanı Adnan bey asılırken kılını bile kıpırdatmamasını neye bağladınız? Ezici köylü nüfusunun kendi "canan-ı ezilse de" o ezilmişliğine dair pasifist bir tepki midir işin bir yanı ? Peki ama hiç mi yoktu o memlekette hocalar, Atatürk'ün cepheden gelen demokrat olma savaşımını bilen paşalar?
Önce köylüsü ezilen sonra da aydınları korkaklığa itilen bir toplum… Ya da tersi…
Ve mesela üç otuz paralık bir siyaset adına, katilleşmeye tapınmayı öğütlercesine kana susayan bir topllukta, Deniz'lerin hiç kimsenin canını almamışken canlarının alınmasını "adalet"in tecellisi ile açıklayanlara tepki veren kaç sendikacı, parti lideri ve yazar tanıdınız?
Köyü horlayan bir istibdattan aydınlarını kovalayan bir istihbarat düzeninde, mesela, kimi "hoca"larımızın komşularını sıkıyönetimlere ihbar ettikleri bir devranda, aydın dürüstlüğünün, “öteki”ler için kaç paralık hale geldiğini tarttınız mı?
80'ler boyunca gençlerimiz vurulurken, bunun dış güçlerin işi olduğunu söyleme yürekliliği gösteren bir avuç gerçek aydına kaç avuç aydın destek verebildi?
Şimdi sıfatında "Prof"luk da olan kimilerinin Avrupa fonlarına –kurumsal anlamda- avuç açmaları ve sonra da Anadolu devrimine sövüp saymaları ne iştir ve nedendir?
Aydın olmayı köylülüğe yergi sayanların reytingini kim veriyor, neden?
Neden adında sol olan partiler lüks otellerde kurulmaya, Kurultayları, tarlalarda, fabrikalarda değil de beş yıldızlı genel merkezlerde kazanılmaya çalışılır, neden? İçlerinden yetişen orta ve alt kesimlerin temsilcileri içlerinden çıktıkları kesimleri ilk aşağılayan ve nefret edenler kesiliverir, neden?
Evet aydın halktan kopmuştur bir kez ve çağlarca…
Kalkınma hedefimizi en önemli bileşenlerinden birinden yoksunuz artık.
Bu kopukluğun açık ya da örtük tepkilerini hemen her alanda gözlemleyebilmekteyiz.
Cumhuriyeti daha da demokratikleştirmek, demokrasiyi halkınlaştırmak yolunda tasarımlardan ve uğraşlardan feragat etmiş bir dolumuz.
Oysa, Türkiye, kalkınmasının rotasını çağdaşlıkta tutmak, sorunlarının çözümünü köyden başlatmak, feodaliteyi toprak reformu ile kırmak, okuma yazma seferberliğinden asla vazgeçmemek, yetenekli gençlerini sonuna kadar okutmak, okuttuklarını yoksullukla savaşa göndermek, diplomalarının işe yaralığını bu halka da onaylattırmak zorundadır.
Anadolu onca uygarlığa salladığı beşikte dev gibi yerli yerinde: kendisine her “el atanı” ikinci sınıflaştırırcasına ve ama ırk, din, dil ayrımını genetiğinde hiçbir zaman yazmadan, taşınmayı bekliyor ileriye ve (ne eksiğim var başkalarından, diyerek) tanışmayı bekliyor 21. yüzyılla…
İçinden çıkan ve kendisi gibi yaşayan evlatlarını zorunlu hizmete/ gönüllü sevgiye bekliyor!
Ortalıkta olanlar bunu yapamaz.
Yapabilecek olanları ilk bağrına basacak olan da Anadolu’dur!