- Kategori
- Edebiyat
Aydın Boysan Avustralya'da...

Pasaportunu yanından hiç ayırmayan bir şiirdir Attilâ İlhan şiiri... Joseph Konrad ve Blaise Cendrars’ın arasında yürür. Yolculuk sırasında bir vapurun güvertesinde küpeşteye yaslanıp suları seyreden bir kadından etkilenecek kadar da romantiktir!.. Fransızca’yı bilen bir şiir: Dakar için Fransız vizesi ister konsolosluktan:
... pardon monsieur! je vais vous demander
un visa, si c’est possible, pour Dakar
Ama, bilmediği dillere de kulak veren bir şiirdir... İspanyolca bilmez ama Antonio Machado’dan şiir okur telsizci Hamdi... Telsizci Hamdi kim mi?...
Hani cebinde hiç büyük para taşımayan
boynunun üstünde başı fevkalade eğreti
hani gözlükleri lüzumundan fazla temiz
...Hâlâ bilemediniz mi?... Öyleyse açıklayalım: Attilâ İlhan’ın ilk adıdır Hamdi!...
Tıpkı Attilâ İlhan gibi pasaportunu yanından hiç ayırmayan, bir dünya gezgini olan Aydın Boysan 85. yaşını kutlayadursun, onu 1990’ların başında Avustralya’da buluruz!
O da Attilâ İlhan gibi, bir vapurun arka güvertesindedir... Bir akşam Sidney şehir merkezinden arkadaşı Abdülhak Bilsel’in Abbotsford’taki evine gitmektedir. Akşam altı vapurudur. İşten çıkanların bir bölümü de aynı vapurdadır. Ellerindeki biralarla neşeli sohbetler yapanların hepsini, bizim eski koltuk meyhanelerindeki söyleşmelere benzetir.
Derken Avusturalya’da bir Pazar sabahı Koço Yuanidi gelir. Boysan, “içmeden” görüşmek istediği için, kahvaltıya giderler. “Koço dostumuz kendi anlatımıyla: ‘Der Saadeti Konstantiniyye’li, yani has İstanbul’lu. Türkçe’yi hâlâ mükemmel bir Darülbedayi şivesiyle konuşuyor.” Koço, Türkçe’yi unutmayışının nedenini de şöyle açıklar Boysan’a:
– İstanbul konuşmalarımın telefon faturalarını görürsen anlarsın!
Abdülhak, Boysan’ın liseden sınıf ve sıra arkadaşıdır. Artık çalışmadığı için daha gençliğinde başlayan müzik aşkını, usta bir icracı haline getirmiştir… Bir gün yalnız başlarına otururlarken elektronik orguyla Boysan’a bir Bach konseri sunar.
Ancak peşinden İstanbullulukları tutar. Sidney’de birlikte “Adalardan bir yar gelir bizlere” şarkısını söylerler. Hem de bağıra bağıra... Gözyaşları içinde...
Bu arada Sidney Radyosu, Avusturalya’da yaşayan bütün ulusların dilinden yapıp, şarkılar çalar... Aydın Boysan da radyonun Türkçe yayınına katılarak, Avustralya izlenimleri konusunda bir konuşma yapar.
“Bir gün oteldeki odama telefon ediliyor. Bir Türk asıllı Sidney’li “Hoş geldin” diyor. Radyodaki konuşmamdan, geldiğimi biliyor. Telefon sohbeti uzuyor.
Bu arada yorumsuz aktaracağım bir bilgi veriyor. Türk asıllılardan, tek kalemde 10 milyon Avustralya doları verip otel alan varmış. Kuşkulanılan iş, bu kişinin beyaz zehir ticaretine bulaşmış olması.”
“Yeraltı işleri” deyince… küçük İskender şiirinde olduğu kadar, elbette yeraltı dünyası da olacaktır Attilâ İlhan şiirinde. Sonu sıfırla biten bir telefon numarasında cam yeşili eteklikler giyen kadını kıstırdığı gece bir dönemin ünlü mafya babası küçük Sezar öldürülür...
Şiirimizde Al Capone’un izini sürecek olursanız Özkan Mert ve Cemal Süreya’nın dizelerine rastlarsanız. Ama, onu da şiirimize ilk konuk eden Attilâ İlhan’dır...
Attilâ İlhan, belki de böyle kirli işlere girenlerin sonunu, “serüvenin sonu” diyerek anlatmıştır:
yukardaki odalar bütün boş
fakat merdivenlerde fısıltılar
belli belirsiz ayak sesleri
birileri mi var
o mu çok sarhoş
siyasi polis olmasın
yoksa serüven bitti mi
anlaşılmaz telefonlar çalıyor
karanlık anlamları
anlamları
Bizim serüvenimizse burada bitmez, devam ediyor!…