- Kategori
- Felsefe
Aynaya Kaçan Ada(m)
“İnsan”, yürüyen, pornografik bir atıktır aslında. Kadınla erkeğin sıvılarının birleşmesinden geriye kalan tortu…
Varoluşunda kendisinden bağımsız, iki ayrı insanın cinsel birlikteliğini delillendirerek “yaratılmış olan”, yaratılışındaki pasifliği örtmek, belki de “yaratılışa” ait komplekslerini bastırmak gayretiyle önce “cinselliği” tabulaştıracak, sonra kendisini yeniden doğurmaya çalışacak, Tanrı olmaya soyunacaktır.
Bakire Meryem’in ve oğlunun bekâretinin kutsanma ihtiyacı “insandan farklı ve üstün olmak” iddiasının gereğidir. Kendi iradesi dışında yaratılmış olduğu gerçeğiyle insanı geçmişine bağlayan, aslında hiç koparılamayacak bir pranga gibidir göbek bağı… Balçıktan şekillendirilen Âdem’le, onun kaburga kemiğinden yaratıldığına inanılan Havva’nın göbek bağları yoktur. İnsan, göbek bağının esaretini, görünmez olduğunda bile daima hissettiği bir tasmanın ağırlığında yaşar. Bilinmeyenin ucunu tuttuğu bu gümüş kordon, Cennet ve Cehennem arasında gidip gelir. Yaratılan, görünmez iplerle bağlı kukla, kâh cennet vaadiyle kandırılacak, kâh cehennem korkusuyla terbiye edilecektir. Kayıp uzvun hâlâ var olan hafızası gibi insan, oğulluğunun, varoluşundaki aczinin ispatı olan göbek deliğinden, evrenin boşluğuna görünmez bir kordonla asılmış bir adam gibidir. Yaratıcısını sorgulayan insan, yanlış yerde, yanlış biçimde var olduğu iddiasında, yerini ve kendisini sürekli yadırgayacaktır. Artık bastırılmış arzularının fantezilerle tatmini için değil, kendisinden ve içinde yaşadığı toplumun çelişkilerinden, kuşatılmışlığından kaçıp, biraz taze nefes almak, daha önemlisi “kendi” olabilmek için bağlarından kurtulmak ister.
Gepetto, kukla bir oğul yapmıştır ama Pinokyo, “insan” olmak ister. Mavi Peri, “iyi bir kukla olursa, insan olabileceğini” vaat eder. Pinokyo, kötü çocuk olunca, burnu uzar; akıllandıkça, kendisinden istenileni yaptıkça, insan olmaya yaklaşır. Efendi bir “kul” yaratmıştır; kul, en azından kendi hayatının efendisi olabilmek için kendisini yaratana ve kendisi gibi zayıf olamayan, Tanrı’ya benzemek ister. Yapay Zekâ[1]’da, çocuk robot David (Haley Joel Osment) gerçek insan olabilmek için savaşacaktır. Özgürleşebilmek için bağlarını koparmaya uğraşan insan, birey olabilmek için efendisinin kaprisine meydan okuyacaktır. Tanrı bile yaratmış olsa, sıradan ready-made(hazır nesne)[2] olmayı kabul edemeyen insan, bir yandan “orijinal” olmak isterken öte yandan, “orijin”ini sorgulayacaktır. Willy Wonka’nın çikolata dünyasında[3] bile, insan Oompa Loompa olmak istemez.
İnsan Neden Sanata Sığınır?
Nesne olmaktan rahatsızlık duyan ve hâlâ görünmeyen bir “rahme, matrix’e” bağlı olma fikrinden hoşlanmayan insanın özgürlük koşusu, çoğu zaman bir sanat eserinin ortaya çıkması ile mola alır. Taklit etmeye, benzerini yaratmaya uğraşan insan, oluşturduğu kopyada kendi eksik parçalarını tamamlamaya çalışacaktır. Bilmediği bir ataya atılmış olan “yaratılan”, tasmasının sınırlandırdığı yere kadar uzanabilir. Ötesi korkutucudur. Uzaktaki yer de, kordonun öteki ucundaki güç de bilinmeyendir. İnsan, dünyaya erken gelmiş şizofren bir cenindir; eksik, korkmuş ve yalnız… Gözlerini dışarıya kaparken, içeriye açar, ana karnındaki pozisyonuna döner, kendi içine kıvrılır. Zihin, ana rahminin güvenli sularının anıları ile insanı uyutan bir masal anlatıcı, aynı zamanda bilinçaltının en korkutucu, en tehlikeli kapılarının anahtarını kendisinde taşıyan muhteşem bir efendidir ki, kölesinden kayıtsız şartsız itaat bekler. Efendisini reddeden köle, özgürlüğü ile değil kimliksizliği ve hiçliği ile karşılaşacaktır. Ayna boştur, asıl ve suret yoktur. Çünkü efendinin gölgesi, köledir, köle ise efendinin yansıması… Göbek bağlarını kesmek isteyen “gerçek” ve “gölgesi” ayrılmaya kalktıkları her seferde kendi varoluşlarını tehlikeye atacaklardır.
Dünyanın yanılsamadan başka bir şey olmadığını söyleyen, simülasyon(benzetim, modelleme) ve simulakr(orijinali, ilk örneği olmayan, kendisi zaten kopya olan bir şeyin kopyası, hipergerçek klonu) kuramcısı Fransız düşünür Baudrillard, Kusursuz Cinayet[4] adlı kitabında, bir üst iradenin gücünün eseri olan dünyaya insanların bu haliyle katlanabilmesini kolaylaştırmak için, Tanrının onlara bir “geçmiş” armağan etmiş olabileceğini söyler.
İnsan, özne olmaya uğraşır. Tabiatın röprodüksiyonu sanat, hayatın taklidi sinema ile kendisini yeniden kurgularken, “yaratıcılık” oyununda sınır tanımayacaktır. Dante’nin cehennem çukurundan, şeytana basarak çıkması gibi insan, sanata basarak korku çukurundan kurtulmaya çalışır. Sanat eseri işlenmemiş bir suçsa, sinema günaha en uygun mekândır.
İnsan aynada, bir yandan kendisinden daha kusursuz, kendi zaaflarını taşımayan (göbek deliksiz) ikizini, diğer yandan daha özgür ve mutlu olabileceği kendi “dünya-ada”sını görmek ister gerçek dünyadan kaçmak için, bazen hayalin kayığına tutunmak gerekir. Sinema ve edebiyat burada devreye girer. Yazar, okuyucuyu bilinçaltı turuna çıkaran bir yol göstericidir. Yönetmense beyazperdede “Tanrı rolüne” soyunan adam…[5]
- [2] Avangard provakatör Marcel Duchamp(nam-ı diğer Bay Pisuar), 1913’te seri üretim nesnelerini imzalayarak galerilere gönderir.
- [3] Çarli’nin Çikolata Fabrikası, Yön. Tim Burton, 2005. Johny Deep’in Wily Wonka olduğu son uyarlamada Ty Dickson, Oompa Loompa’ları canlandırmıştır. Gündelik işleri yapmak için kopyalanarak çoğaltılmıi, faydalı ama “anlamsız” yalnızca görevlerini yapan neredeyse mekanik cücelerdir Oompa Loompalar.
- [4] Baudrillad, Kusursuz Cinayet, Ayrıntı Yay., 1988
- [5] Nalân Yıldız, Juliet, Erdemle Kırbaçlayan Kadın, Chiviyazıları, 2006