Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

16 Eylül '10

 
Kategori
Anılar
 

Ayva demek başka, ayva yemek başka, ayvayı yemek başka

Ayva demek başka, ayva yemek başka, ayvayı yemek bambaşka.
Kız istenir, oğlan ister. Kız varır, oğlan alır. Kız kocaya varır, oğlan evlenir. Kız oğlanın soyadını alır. Kıza başlık parası istenir. Oğlan bedava. Düğünde kızın koluna bilezik, gerdanına set, kulağına küpe takılır. Maksat ”kulağına küpe olsun.”Peki, neden kızlar oğlan istemeye gitmezler?
Kız istemeye gittiğinde de bir kerede vermezler zaten. ”Bir vurmada çam devrilmez” derler. Erkekte”neci olduğu”, içkisi, sigarası, kumarı olup olmadığı, kızda ise bir iffet aranır. Boşveeer!
Kız istemek, hele hele istediği kızı “bitirmek”ayrı bir sanattır. Birçok kere kız istemeye gittim. Çoğu da olumlu sonuçlandı. ”Everdiklerimizin” mutlu olduklarını görüyor, duyuyorum. ” Elleri göğe değdi” sanki. Olsun.
Kız istemek kolay şey, ”Allah’ın emri, Peygamber'in kavli”deyip, oğlanı da biraz övdün mü, gerisini kız tarafı düşünsün. ”Elin eşeğini hava çeke çeke aramak”öyle kolay oluyor ki. Ben de bir zamanlar kız görmeye gitmiştim.
Muğla’da “Sarı Konak”ta birlik sekreteri kadrosuyla çalışıyorum. Muğlalı'lar o zaman hükümet binasına Sarı Konak derlerdi. Asıl işim Ferayi dergisi yönetimi, ilk devlet memurluğu deneyimim (1963). O zamanlar Sarı Konak'ta memur oldun mu kızlar seninle evlenmek için sıraya geçiyor. Oysa babam beni Muğla’dan evermek istemiyor. ”Hani ev yaparsan tuğladan, kız alırsan
Muğla’dan”dı.
Babam bir kış günü Muğla’ya çıkıp geldi. İzmir’e kız görmeye gideceğiz. Bir baltaya sap olduk gayri. Bıyıklarımız terledi ya.
Gökbel’in üçyüzaltmış dönemecini dolaşıp akşam vakti vardık İzmir’e. Kız Güzelyalı’da oturuyor. Yalısı bile güzel, ya kendisi. Özel bir taksi tutup “şu adrese çek”dedik. Şoföre de tembih ettik; ”evin önüne vardığımızda uzun uzun gorna çal ha” çal ki varacağımız evden perdeyi aralayıp baktıklarında özel arabayla geldiğimizi görsünler. Görsünler ki azıcık havamız olsun.
Bizi büyücek bir salona buyur ettiler. Salonun bir ucunda soba yanıyor öteki ucunda yemek masası hazırlanmış. Tavanda kaç ampullü avize, kenarlarda koltuklar, tabanlar dört parmak halı. Hoş beşten sonra yemek masasına davet ettiler. Kızın babası, babam ve ben yemek yiyeceğiz, ötekiler daha önce yemişler. Kızın babası, İbrahim amca kendisine bir kadeh rakı koydu. Babam içmez, benim ne haddime.
Çorbayı, alışık olduğum kaşıkla kazasız belasız, üstüme akıtmadan içtim. Önümde duran köşesi işlemeli peçeteyi boynuma mı taksam, dizlerimin üstüne mi koysam bilemiyorum. Ben de İbrahim amca gibi peçetenin bir ucunu tabağımın altına kıstırdım. İkinci yemek balık tava gelmez mi? Balık kim ben kim? Ben en fazla suyu sarnıçta görmüş bir köy çocuğuyum. Ben balık yemesini beceremem. Benim yiyeceğim etin kemikleri büyük olmalı. Hem o da ne, benim kaşığım gitmiş, yerine bir bıçak konmuş, sol tarafa da bir çatal. Ben kaşığı severim. Meğer balık kaşıkla yenmezmiş.
Kız, annesi, ablası ve eniştesi sobanın yanında koltuklara oturmuşlar bizi izliyorlar. Kız da güzel hani. Allah için”karda leke var onda yok.” Şimdi sen gel de bu kadar seyirci önünde balık ye de görelim bakalım.
Uzun bir uğraştan sonra balıktan bir parça kopardım, dünyalar benim oldu. O akşam ilk defa elimi değdirmeden bir balık yeme başarısının hazzını tattım.
İbrahim amca kadehinden bir fırt çekip, ”Sıkılma, sıkılma ye oğlum”diyordu. O rakı içerken balığı ağır ağır ayıkladığı için ben de tabağımdaki balığı temizlemeye zaman buluyordum. Sobaya bir odun daha attılar. Sıkılmaktan, utanmaktan zaten benim kulaklarım, yüzüm pancar bibi olmuştu. O gece tırnaklarımdan bile terin çıktığını hissettim.
Yemeğin hemen üstüne ikram ettikleri kahveye de şeker yerine tuz koymamışlar mı. Haydi, güzel kızın hatırına onu da yuttum. Sıra meyveye gelmişti. ”Gök görmemiş” demesinler diye, küçücük kırmızı bir portakal seçtim. Rize mandalinasının biraz büyükçesi sanki. Çabuk soyuldu, ilk dilimi ağzıma koydum. Aman Allah’ım bu bir turunç. Yesem bir türlü, yemesem bir türlü… Yiğitliğe şey sürmek yok, bu yenecek arkadaş. Suratımı ekşitmeden yedim de. Yedim de az sonra aldı beni bir sancı. Sancı, bir bakıyorsun midemin üst başında oynuyor, bir bakıyorsun kasıklarımda. Ben kızından-mızından vazgeçtim, ben can derdindeyim.”Baba ben sıkıştım haydi kalk gidelim diyorum yavaşça. Babam ”iyi bak kıza, gözel bak ha” diyor. Karnım oldu otuz hava basılmış lastik gibi. O akşam evden çıkıp köşe başını döndüğümde yeniden doğmuş gibiydim.
Sonradan öğrendim meğer tuzsuz kahveyi içen, turunc'u yiyen oğlan evlendiğinde her zorluğa, her güçlüğe katlanır da evine, eşine iyi bakarmış. Ölçüye bak, tartıya bak… Şimdi gençlere tuzsuz kahveyi kim içirebilir, turuncu kim yedirebilir. Şimdi onlar sarı tüylü ayvayı yiyorlar da farkında bile değiller…
Efendim, “Aşk; Adem ile Havva’nın elmayı yemeleriyle başlamış da, ayvayı yemeleriyle bitmiş.” Derler, kimbilir…
Hey gidi günler hey!
 
Toplam blog
: 165
: 646
Kayıt tarihi
: 16.02.09
 
 

Recai Şahin: 1941 yılında Fethiye- İncirköy'de doğdum. İlkokul köyümde, ortaokulu Fethiye'de okud..