Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

16 Eylül '10

 
Kategori
Anılar
 

Onlar benim anneannem ve dedem

Onlar benim anneannem ve dedem
 

Ben çoçukken diye başlayan sözleriyle büyüdüm.

Yaşadığı hayattaki imkansızlıklardan ve şanssızlıktan bahsederdi hep.

Mahçup olurdum, üzülürdüm o böyle konuştuğu zamanlar. Sanki yaşadıklarının nedeni benmişçesine. Sonra da yaşadığım imkanlardan ve kendimce şans gördüğüm faktörlerden nefret ederdim.

Kimbilir belki onun yaşadığı imkansızlıkları ve yoklukları kafamda fazla büyütüyor, olduğundan daha zor bir hayat yaşamış gibi bir hisse kapılıyordum. Belki sandığımdan mutlu bir hayat sürmüştü.

Ama onun acı çekmiş, imkansızlıklarla yoğrulmuş bir hayatın içinde zor bir yaşam savaşı vermiş olması ondan çok beni üzüyordu. Çünkü o bu dünyada en sevdiğim varlıktı.

1-0 yenik başlamıştı hayata. Doğduğunda başlamıştı ilk şanssızlığı, annesini kaybetmişti 2-3 aylıkken. Yoksul ve çaresiz olan babası onu varlıklı bir eve evlatlık olarak vermişti. Diğer kardeşlerini de başka ailelere....

Bir süre sonra babası da vefat etmişti. Ne öz annesini tanıyordu ne de öz babasını. Ne de kardeşlerini. Üstelik yaşadığı şehir olan Diyarbakırdan yaklaşık 1000 km. ötede başka bir şehirde, Ankaradaydı artık.

Ona bakıp büyüten insanlar, aklı erer ermez bu olayı anlattılar kendisine. Henüz küçücük bir çocukten, evlatlık olmanın verdiği büyük acıyla yüzleşti. Öz anne ve babasının o henüz minik bir bebekken ölmüş olduğunu bildi. Ona evladım diyen kadın ve erkeğin gerçek anne ve babası olmadığını daima hatırladı.

Kimbilir belki bunu bilmenin verdiği öfkeyle hiç bir zaman anne - baba olarak hissedemedi onu büyütenleri. Baba olarak bildiği kişiyle arasındaki ilişki nispeten daha sıcaktı. Daha sevecen ve kol kanat geren şefkati onu daha çok sevmesine sebep olmuştu.

Çocukları olmayan bu aile imkanları olmasına rağmen okutmadılar onu. İki evlatlık daha alınmıştı geçen süre içinde. Onları okutuyordu. Ona ise evin işleri ve çocukların bakımı kalmıştı.

Gel zaman git zaman yaşı evlilik çağına geldi, 18 yaşına gelmişti. Erik gibi yeşil gözleri, simsiyah gür saçları ve balık etli bembeyaz güzel vücudu ile oldukça ilgi çekiyordu, o farkında olmasa da.

Yaşadıkları ev iki katlıydı ve alt katta iki kiracıları vardı. Evlerden birine yanlız bir genç taşınmıştı. O da hayatını kazanmak için büyük şehre gelmiş ve yaşam mücadelesine atılmıştı. O da annesini doğarken kaybetmişti. Üvey annesi büyütmüştü onu da. Büyütmek denirse tabii. Her zaman kendi öz çocuklarını koruyup kollamış, yemeklerin en güzelini, meyvelerin en tazesini onlara yedirmişti. Annesiz olmanın, kimsesiz olmak demek olduğunu küçücük yaşında öğrenmişti.

Bu kaderleri benzeyen iki genç ilk görüşte aşık oldular ve bir süre sonra da evlendiler.

Kalıcı bir işi olmayan genç, ailesine bamakta zorluk çekti. Yoksulluk yakalarını bırakmamıştı. Kıt kanaat geçiniyorlardı. Evet birbirlerini çok seviyorlardı ama maddi sıkıntıları büyüktü.

Derken ilk çocukları dünyaya geldi, iki sene sonra ikinci çocukları.

Bütün zorluklara rağmen iki çocuklarını da layıkıyla büyüttüler, okuttular, meslek sahibi yaptılar.

Kendi yaşadıkları şanssızlığı çocuklarının yaşamasına izin vermediler. Yemediler yedirdiler, giymediler giydirdiler.

Onlar benim anneannem ve dedem.

Yattıkları mekan cennet olsun, ikisini de çok seviyorum.

Onlar olmasaydı şu an ben de olmazdım....

 
Toplam blog
: 563
: 8587
Kayıt tarihi
: 30.03.10
 
 

Kişisel gelişim uzmanıyım. Yaşam Koçu, İlişki Koçu, NLP Uzmanı ve Eğitmeni, Kuantum Yaşam Koç..