- Kategori
- Anılar
Baba, beni öldürsene

Sevgili babacığımın bana verdiği görevler arasında (ki hiç de fazla görev vermezdi) en sevmediğim pazar alışverişi idi. (Yapması bir dert, eve taşıması başka bir dert, hem ben ne anlarım)
Annem alışveriş listesi verirdi elime, lise çağlarım işte.
Ama öyle hemen pazarın girişinden alıp çıkmak yok (ki bana kalsa kesin öyle yapardım)
Babamın direktifleri var;
1-İlk önce pazarın tamamını dolaş!
2-Dolaşırken en taze olanları tespit et!
3-Son turda tespit ettiklerini pazarlık yaparak al!
Alışveriş listesinde şöyle bir madde var: "Bol. Biber"
Allah Allah annem turşu mu kuracak acaba dedim. Neyse bol'dan kasıt... Hımmm 3 kilo alayım ben. Pazarın en güzel yeşil sivri biberi. Kendimle gurur duydum. Bir de öyle bir tehlike var aldığım hiçbir şey beğenilmiyor. Ama bunlar kesin süper.
Eve geldiğimde, bir daha pazara gönderilmememi sağlayan durum (çok üzüldüm!!) açıklığa kavuştu.
Annemin listesindeki benim “Bol Biber” diye okuduğum şey meğer; “Dol. Bibermiş”, yani dolmalık biber!!
Safiyane bir anekdot işte..
Sonra ne yaptı annem o kadar biberi hatırlamıyorum, kızartma falan mıydı??
Şimdilerde Ören’deki evimizin bahçesinde biber yetiştiriyor babam. Sadece biber mi? Domates, mandalina, kayısı, şeftali, üzüm vs... Emekli olduktan sonra bahçe işlerine verdi kendini. Aslında her iş gelir elinden...
1952 Köy enstitüsü mezunu, emekli bir öğretmen.
Hayata hazırlamışlar, eğitim o olmalı bence de, “yaşama hazırlamak”. Çocukluğumda hasta olunca iğnelerimi babam yapardı örneğin... Okul da öğretmişler... Kocaman bir şırıngası vardı, kaynatırdı önce...
Babam çok hoş adamdır, huysuzluğum ondan kalıtımlanmış diye düşünürüm...
Bir de her şeyi bilir...
Başka safça bir hikâyecik;
Bir Ören yazı hava çok sıcak, 5 yaşındayım ama çok iyi hatırımda şimdi, annem hastanede... Kız kardeşim geliyor dünyaya... Teyzem evde... Benim o zamanlarda olan bir alışkanlığım eve gelince sıcaktan, direk buzdolabını açıp, şişedeki suyu dikiyorum kafama(çok kötü bir huy).
Yine öyle yaptım. Yalnız bu kez bir tuhaflık var, üçüncü yudumda falan anladım.
Teyzem bulduğu gaz şişesini (elektrikler çok kesilirdi o zamanlar, gazlı idare lambaları için) dolaba koymuş, su diye.
Hemen babama haber. Geldi üstad. Kaç yudum içmişim, anamnez falan. Karar verildi; “Yoğurt” yenecek. Teyzem; “hastaneye götürelim çocuğu” diyor. “Yok yok bir şey olmaz.”
Aradan iki saat geçiyor, kusmaya başlıyorum. Babam; “iyidir kusması atar gazı vücut”. Motor mu bu? Allah Allah... Yok ayak diretiyor, neyse götürmedi hastaneye.
Annem geldi Nesrin'le birlikte, bir süre sakladılar konuyu, sonra kıyamet koptu tabii...
Bir akşam da kafamı bu pencerelerin denizlik denen mermer kısımları olur ya oraya çarptım. Yaramazlıktan ama normal bir çarpma değil ev sallandı gibi geldi bana, daha büyüğüm belki 8 yaşında falan. Şişti kafam.
Hastane? Artık ben yalvarıyorum “Baba n'olur..”
Gözlerime falan bakıyor. Kafamı muayene ediyor. “Olmaz bir şey” Gitmiyoruz hastaneye, sabaha kadar dua ediyorum; ”Allahım nolur ölmeyim”
Böyle işte. Huysuz, ille bildiği olacak.
Sonra... Evet inanılmaz ama sonrası var.
Düştüm bir gün, “çat” dediğini duydum, sol kolum kırıldı.
Eve koştum, “Baba kolum” diyorum.. Önce eliyle muayene ediyor. “Hıı kırılmış bu” Kırıldığını anlamak için “baba” olmaya gerek var kesin.
Sonra hastane (inanın gittik bu kez), doktora gösteriyor hala; “Buradan kırıldı falan” diye...
İşte böyle...
Yani benim hayatta kalmam şans biraz; “doğal seleksiyon”
Babama anlatıyorum bunları, gülüyoruz birlikte...
Meslek olarak hekimliği seçmemde, tebessümle hatırladığım bu ve benzer olayların da etkisi olduğunu düşünürüm hep... Ebeveynler insanın gelecek yaşantıları üzerinde çok belirleyici(pazar alışverişini sevmem hala)...
Sevgili babacığım, sen de benim için öylesin işte...
İyi ki varsın...
*Yazının başlığı, bir Barış Pirhasan'ın filmi ismi olan, "Usta Beni Öldürsene"den esinlenildi...