- Kategori
- Siyaset
Bahçeli Beni Korkutuyor,

Raporlu olduğum için dün parti başkanlarının grup konuşmalarını canlı izleme olanağı buldum. Deniz Baykal’ı artık takmıyorum da, Bahçeli’yi dinlerken yüreğim sıkışıyor adeta.
Baykal’ın her şeye karşı çıkmayı muhalefet sayması ve bunu yapmasına alıştık sanırım. Hiçbir sözü beni etkilemiyor, kızdırmıyor da. Hatta dün epeyce güldürdü de. Cumhurbaşkanının MGK’na katılmaları konusundaki düşüncesini, o kurulda bizim fikirlerimize ihtiyaç duyuluyor diye açıklaması çok komikti doğrusu. Sayın Gül’ün konuşmasını ben de izlemiştim ve asla böyle bir yorum aklıma gelmemişti. Benim anladığım, devlet meseleleri hakkında bilgilendirilmelerinin ülke için daha yararlı olacağı idi.
Kürsüde bağırmaktan kısılmış bir sesle hala bağırarak konuşmaya devam eden Bahçeli asıl benim korktuğum. Bağırırken bir yerine bir şey olmasından değil, ağzından çıkan sözlerin ne kadar tehlikeli olduğunu bile bile söylemesinden. Arada eşime dönüp soruyorum: “Gerçekten böyle mi düşünüyor?” diye. Normal şartlarda bir insanın bu düşüncelere sahip olması doğal gelmiyor bana.
Aşağıda dünkü grup konuşmasından notlar ve bir anne, bir kadın, bir vatandaş olarak O’na verdiğim cevaplar var. Ne diyor Bahçeli?
“Son günlerde sözde açılım adı verilen süreçleri de küresel projeler kapsamında değerlendirmek ve yabancı dayatmaların yeni bir şekli olarak yorumlamak doğru olacaktır.”
Diyelim ki demokrasi açılımı küresel bir proje ve yabancı dayatması. Zaten Obama ile birlikte değişen koşulların artık barışı emrettiğini herkes biliyor. Keşke bize dayatılan her proje bu kadar olumlu sonuçlar doğurabilecek projeler olsa. Bu ülkede demokrasiyi görmeden ölmek istemeyen benim gibi kaç sıradan vatandaş vardır. İnsan hakları ihlallerinin olmadığı, düşüncenin yasaklanmadığı, baskı ve işkencenin sona erdiği bir Türkiye’de yaşamayı Sayın Bahçeli neden istemiyor olabilirsiniz? Sizi rahatsız eden bu şartlara Türkler kadar Kürtlerin de sahip olması mı? Keşke Sayın Erdoğan’ın sık sık tekrarladığı Yunus Emre’ye ait sözleri söyleyebilseydiniz. “Yaradılanı severim yaradandan ötürü.”
“Milliyetçi Hareket Partisi, yıllardan beri milletimizin huzur ve emniyetine musallat olan PKK terör örgütü ile etkili ve anlayacakları yöntemlerle mücadeleyi savunmuştur.”
Etkili ve anlayacakları yöntem derken neyi kastettiğinizi biliyoruz tabii. Daha 50 yıl dağlarda gezelim diyen de sizdiniz. Gerçekten söylediğiniz gibi vatan aşkıyla yanıyorsanız, bu vatanda yaşayan insanları da sevmeniz gerekmez mi? İnsansız bir toprağın ne anlamı olabilir ki? Hadi insanlar genellemesinden vazgeçtim, hiç değilse Türkleri sevmeniz gerekmez mi? 25 yıldır süren savaşın yol açtığı ölümler dışında bıraktığı psikolojik izleri, yıkımları, ailelerin acılarını dindirmek istemez misiniz? Bir oğlunuz olsaydı dağlara gönderir miydiniz? ” Bekâra karı boşamak kolay” derdi babam. Kürsüde sesini kısacak kadar bağırmak kolay. Ben oğlumu dağlara göndermek istemiyorum Sayın Bahçeli. Benim gibi evlat sahibi ve vicdan sahibi hiçbir kadın çocuklarını dağlarda öldürtmek istemiyor. Siz bilir misiniz ki, bir çocuğu 20 yaşına getirene kadar bir ana-baba, maddi manevi ne kadar emek harcar, ne kadar özveride bulunur. Yaşamadığınız ve empati de yapamadığınız için bilmediğiniz bir şey daha var sanırım. Bu dünyada yaşanabilecek en büyük acı evlat acısıdır. Bu nedenle savaş çığırtkanlığı yaparken, sizin değil kimlerin çocukları o dağlarda ölecek, kimlerin çocuklarının kolu bacağı kopacak iyice düşünün. O insanların acılarını sizin boğuk sesiniz dindirmez, dindiremez.
“Dün kortejler halinde ülkemize sınırdan giren üniformalı terör temsilcilerinin; güvenlik kuvvetlerince teslime zorlanmış, teslim olmaya mecbur kalmış çaresiz ve aldatılmış kişiler olduklarını söylemek mümkün değildir.
1999 yılında da PKK teröristleri Türkiye’ye dönüş yaşamış, teslim olanlar doğruca adalete verilerek mahkûmiyetleri sağlanmıştı.”
Ben Kürt değilim, şiddet yanlısı hiç değilim, eline silah almış, cinayetler işlemiş insanları asla savunmam mümkün değil. Fakat siz eğer 1999’da gelen insanları hapse atmak yerine barışçıl çözümler arasaydınız bir 10 yıl daha çocuklarımız ölmeyecekti. Acaba bu ölen çocukların sorumluluğunu hiç mi hissetmezsiniz? Artık anlayalım ki bu savaşın galibi de mağlubu da yok. Onlar da, devlet de silahla çözümün mümkün olmadığını gördü. Varsın Kürtler onları alkışlarla karşılasın. Siz de bu topraklarda Kürt olarak dünyaya gelebilirdiniz. O zaman şimdi yaptığınız gibi Kürtlüğünüzden övünür, kendinizi üstün ırkın bir parçası olarak görebilirdiniz. O zaman da o alkışlayanlar arasında olabilirdiniz. Benim için yine ırkçı olurdunuz, değişen bir şey olmazdı yani. Eğer dağdaki terörist silahını bırakıp ülkesine dönmek istiyorsa bırakın dönsün. Bir daha bir kişi bile ölmeyecekse, ben de gider onları alkışlarım. İnsan canının sizin gözünüzde ne kadar değersiz olduğunu anlıyorum ve sizi merhamete, vicdana davet ediyorum.
Bu görüşlerinizle etkileyip, ruhlarını kirlettiğiniz genç insanların olduğunu biliyorum. Bunların çoğu henüz ana-baba olmamış gencecik fidanlar. Dağda savaşmaya hazırlar, gönüllü bile giderler. Söz de ülkeleri ve Türkler için öldürürler ve ölürler. Oysa bu gencecik insanların içine vatan sevgisi zannederek zehir aşılıyorsunuz. Tarih sizi çok fena yargılayacak.
"En kötü barış, en haklı savaştan daha iyidir."-
Çiçero’nun haklılığını görmek için daha kaç yüzyıl geçmesi gerekiyor? Yeter artık, barış adına atılmış adımları baltalamayın. Bu ülkede en çok sorumluluğu olan insanlar siyasetçilerdir. Bir vatandaş olarak bütün siyasetçilerin sorumluluklarını yerine getirmelerini bekliyorum. Oy kaygısı, kısır siyasi çekişmelerle bunca yılı heba ettiniz. Bizim yüzümüz gülmedi, bari çocuklarımızın yüzü gülsün…