Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

22 Nisan '16

 
Kategori
Öykü
 

Balığın cenneti

Balığın cenneti
 

balığın düş cenneti


Aynanın önünde, makyajını yavaşça siliyordu. Makyajını sildiğinde, sanki gecenin tüm yükünü evden dışarı atacaktı. Gecenin tüm yükünü evin dışına kaldırıp, atmak niyetindeyken gözlerinim üstüne sürdüğü siyah boyanın sildikçe gölgeleri kalıyordu. Siyah gölgelerin arasında cam göbeği mavi gözleri ne üzgün ne endişeli ne mutlu ne mutsuz bakıyordu. Gözleri bile hissizleşmişti. İki gecede bir gözlerindeki hissizlik ruhuna hükmediyordu. Her şey sıraylaydı. Hayatta olduğu gibi…..

O yüzden şimdi sıra kırmızı elbisesindeydi. Aslında bir sürü gece elbisesi vardı ama kırmızı elbisesinin yeri ayrıydı. Belki de kırmızının yeri onda ayrıydı. Kimbilir…..,

Elbisesini itinayla dolabına astı. Sabahın üçünde artık yatmaya hazırdı. Sabah yeni bir kişilikle, ruhla işe gitmesi gerekecekti. Saatini dört saat sonraya kurdu. Uzun zamandır çift kişiliğini küçük bedenine sığdırırken, az uykuya tüm uzuvları alışmıştı. Telefonun alarmı çaldığında, yatağında bir sağa, bir sola iyice gerilip, kollarını başının altına koyup yatağının tam üstünde tavana yaptırdığı baklava desenli aynasında kendisini seyretti. Kendine özgüvenli bir şekilde gülümsedi, yönetmesi gereken şirketi, kendisine bağlı olan elemanlarına müdürlük yapmaya, sert kahvesini içtikten sonra hazır olacaktı.

Acı kahvenin damağında bıraktığı uyuşma hissinin verdiği tadı almak adına mutfağına doğru ilerlerken, evin tüm pencerelerini olmasa da, bahar havasını ciğerlerine çekmek için bir kısmını açtı. Sabaha doğru, taksiden inip eve yürürken hafiften çiseleyen bahar yağmurunun kokusu evinde dolaşırken, kahvesini bitirmiş, güne hazırlanmaya başlamıştı.

Krem rengi diz üstü eteği, beyaz ipek gömleğini içine sokup, krem rengi tek düğmeli, poposunun hemen altında biten ceketini giydi. Ayağında var ile yok arasında duran ince topuklu ayakkabılarını giydikten sonra, yatak odasındaki boy aynasında kendisini süzdü, yeni kişiliğine gülümsedi.

Siyah, gür saçlarını arkadan sıkıca toplayıp, geceleri yaptığı makyajın tam tersi hafif makyajı ile sert olan yüz hatlarını yumuşattı. Evinin tüm pencerelerini kapatıp, artık evden çıkmaya hazırdı.

Kendisini bekleyen taksiye bindiğinde, her zamanki gibi aklından bir sürü cümleler geçiyordu. Özellikle sabah trafiğinin yavaşladığı sırada insanların yüz ifadeleri, duruşları, bakışları O’na bir sürü şey çağrıştırıyordu.

Bu sabah ise insanların yüz ifadelerine baktığında, beden dillerine baktığında; çoğunun akvaryum içinde yaşayan balıklar gibi düşlerindeki cennete doğru yürüdüklerini düşünüyordu. O’na göre nefes alan her canlı bir kandırmaca içindeydi. Normları, tabuları yıkmak zordu. Bu durum kendisi için geçerli değildi çünkü kuralsızlık psikolojisini, bebeklerini koruyan anneler gibi içinde koruyup saklamayı seviyordu.

Kuralsızlığa yemini vardı. Annesine veya annesine benzeyen kadınlar gibi olmayacaktı. Babası ne iyi bir eş ne iyi bir baba olmuştu. Evlerinin hiçbir şeyi eksik değildi, borçları yoktu. Kısaca maddi sıkıntılarının olmamaları iyi bir baba iyi bir eş olmaya yeterli değildi. Babasının hangi kadının koynundan çıktığı belli olmadığı gibi annesi, bu şahsiyetsiz durumu anlamasına rağmen tüm saflığı ile babasına kadınlığını sunmaktan evlilikleri boyunca gocunmamıştı. Annesine en çok ihtiyacı olduğu gençlik döneminde, annesi alzheimer olmuş, babası ölmüş, babasından kalan emekli maaşı ve konu, komşu, akrabalardan gelen yardımlarla evin olduğu kadar kardeşinin de tüm yükü üstünde olmuştu. Yaşadıklarını düşündükçe, canı acıdıkça annesinde kalma kendisinin günümüz modasına uyarladığı kırmızı elbiseyi giyinip, müdavimi olduğu kulüpten eli boş dönmezdi.

Babasının yaptığı gibi kadınları ikinci sınıf otelin yatağında bırakırken, o yatağına aldığı adamları aynı şekilde bırakıp sabah karşı eve gelirdi. Bu anın en zevksiz kısmı, kocasının sık çıktığı iş seyahatlerinde olduğu zamanlardı. Annesinin ruhunu hafiflettiğini düşündüğü zamanlar ise; kocasını ile aynı şehirde olduklarında, kendisinin iş toplantılarını bahane edip, başka bir adamın kokusuyla kocasının yatağına girmekti. Annesinin ruhunu hafiflettiği anlarda, aslında gençliğine ve çocukluğuna kırgın ikinci kişiliği  çok haz alıyordu. Sabah kalktığında, ilk kişiliği akşam ne olup bittiğini hatırlamıyor, dünyanın en vefakar, kocasına en aşık kadını oluveriyordu.

Taksiden inip, ilk kişiliğini ruhuna katıp akvaryumdaki balıkların düşlerinde yaşattığı cennete doğru adımlarını atmaya başladı.   

 
Toplam blog
: 9
: 109
Kayıt tarihi
: 07.05.14
 
 

PINAR KUMSAL BAŞDAĞ , 03.10.1975 İstanbul doğumlu. İSTEK VAKFI FLORYA BİLGE KAĞAN Lisesinden mezu..