Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

16 Aralık '07

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Balıktan kurban olmaz mı ?

Balıktan  kurban olmaz mı ?
 

Sahipsiz gemilerin ufukta seyr-ü sefer eylediği; zemheri güneşinin, kuytu bir köşede mırıldayan kimsesiz kedileri ısıttığı sahil kasabasında, çakırkeyif bir yılbaşı öncesi…

Onun öncesinde İbrahim Peygamber’in, oğlu İsmail’i , yaratana kurban etmek üzereyken gerçekleşen mucize’nin yıldönümü, Kurban Bayramı…

Kış güneşi, zamansız açmış bir bahar çiçeği gibi tebessümü ile ısıtıyor içimizi...

Miskinleşen kediler mırıldıyor, toprakla güneş arasında mahmur...

Deniz, yeşilden laciverde ton seremonisi ile ilham kaynağı şairlere, ressamlara, aşkını sevdiğine ilan eden genç sevgililere, sahil boyunca...

Dostlarla paylaşılan salaş bir çayhanenin beyaz plastik masa-sandalyelerinde , 68 yılını bu kasabaya vermiş İpçi Rasim, buruşmuş kırmızı yanaklar ve ışıltılı gözler, titrek mum ışığı sesiyle hayatı özetliyor: "Deniz, balık, güzel kadın, sağlıklı çocuklar...Hepsi bu...!"

Zamanın sakin, insanların telaşsız aktığı bu salaş çayhanede saat mefhumu yok… Burada gündoğumu, günbatımı, balık vakti var, ama saat yok...

İstanbul’a çok yakın ama metropoliten telaşlardan hayli uzakta farklı bir hayat, yarı açık istiridye kabuğunun aralığından ışıldayan bir inci tanesi gibi gülümsüyor.

“Allahın gücüne gider mi bilmem?” diye başlıyor söze İpçi Rasim “ koyun, koç, keçi, dana, öküz hatta deve kurban olarak kabul ediliyor da, balık neden bunların arasına girmiyor merak ediyorum!” diyor ve ekliyor “adındansa O da derya kuzusu”

Unutmaya yüz tuttuğumuz huzur var yüzünde… Ruh teslimiyeti sırasında, inançlı bir kişinin cennetti gördüğü an yüzüne yayılan huzur…Ve bu huzur, güneşle toprak arasında yakalayıp kollarına alıyor, sarmalıyor bizi. Bakışlarından yayılan ışık, gözlerimizden yüreğimize akıyor. kulaklarımızda denizin tuzlu sesi ve İpçi Rasim’in sorusu!...

“ koyun, koç, keçi, dana, öküz hatta deve kurban olarak kabul ediliyor da, balık neden bunların arasına girmiyor?”

Süresini, sürecini, yörüngesini bilemediğimiz yolculuğun neresindeyiz acaba?... ve daha kaç gemi var, içine binip giderken, göz yaşları içindeki sevdiklerimize el sallayacağımız?

Ve daha kaç zemheri yaşayacağız? Tabanlarımıza topraktan yayılan ısı, kulaklarımıza denizin tuzlu sesi ve göz kapaklarımıza kış güneşinin busesi kaç kez konacak?

Koca bir yılı yolculamak üzereyiz. Ve yeni bir yılı, içinde ne olduğunu kestiremediğimiz, bakir bir hediye paketi gibi açmaya hazırlandığımız şu günlerde, yaşam savaşı hesaplaşmasına oturmak istiyor insan...

Acaba ne kadar yara aldık bu savaşta? Ne kadarını gösteriyor, ne kadarını gizliyoruz?

Ne kadar açık yaralarımız, ne kadarı iç kanamalarımız var?


Mağlubiyetlerimizden çıkardığımız zaferlerimiz ne kadar?


Geride kalan kahkahalar mı göz yaşlarımızı, göz yaşlarımız mı kahkahalarımızı yendi ?


Pişmanlıklarımız ne kadar ? Ve ne kadar kendimizle gurur duyduğumuz anlar?


Fiber tekneler arasında, suların yalpalayışına aldırmadan “ bende buradayım” diyen tahta kayıkların, maziyi tartıyor görüntüsü; İpçi Rasim’in sevgi dolu sesi, zemheri güneşinin busesi,az öteden gelen kurbanlıkların melemesi… Hepsi geride kaldı

Ne kaldı geriye bunca yaşanmışlıktan..?


Ve İstanbul curcunasından uzakta, buruşmuş kırmızı yanaklarla gülümseyerek bambaşka hayattan haberler veren İpçi Rasim’in yalancısıyım ki;


yine bir tek o kalacak, yaşanacak yıllardan da geriye...

Bir tek sevgi olacak bunca telaştan artakalan...


Sizi bilmem ama ben akıbeti meçhul bir yeni yılın eşiğinde sürpriz bir kış güneşi ve ipçi Rasim’in sesinde, sevgiyi koydum bilinmezliğe akacak kum saatimin içine.

 
Toplam blog
: 126
: 1276
Kayıt tarihi
: 10.09.06
 
 

48 yıldır yaşıyorum.Gazeteciyim, müzisyenim, babayım... Önce insan ve iyi bir yurttaş olabilme çab..