- Kategori
- Güncel
Basın yoluyla hakaret-Dine hakaret ve fikir özgürlüğü
Bundan bir süre önce, Hacettepe Üniversitesi Hastanelerinde, kol-bacak takılmak üzere ameliyat edilmeye razı edilen kol ve bacaksız fakat başka yönlerden sağlıklı bir vatandaşımızın ameliyat masasında yaşamını yitirdiği bir organ nakli olgusu, gündemimize girmişti. Bu olguda, ben, daha önce, Ankara Barosunda almış olduğum Hasta Hakları Eğitim Programından aldığım cesaretle, o zamanki Sağlık Bakanı Recep Akdağ ve Fakülte Dekanı hakkında savcılığa, ihmalle ölüme sebebiyet vermek gerekçesiyle, suç duyurusunda bulunmuştum. Duyuru basına yansıdıktan sonra, dekan, beni şöhretini zedelemek gerekçesiyle 1.000 TL tazminata mahkum ettirdi.
Yine benzer şekilde, bazı ateistlerin, ülkemizde, sadece ateist olduklarını özgürce söylemekten kaçınmadıkları için, İslam’a hakaretten, akla hayale gelmeyecek cezalara çarptırıldıklarını biliyoruz.
Bu ve bu gibi olgular, her ne kadar, sözde, hakarete uğradım, şöhretim ve itibarım lekelendi diyenleri korumak adına, hukukta gerekçe bulabiliyorsa da, Avrupa Mahkemelerinin ve Birleşmiş Milletler Kurucu Anlaşmasının 19. Maddesinde işlenen, ifade özgürlüğü ve bunun bir türü olan basın ifade özgürlüğünü ciddi şekilde yaralayıcı etki ediyor, kamu vicdanında.
Basın Yoluyla Hakaret davalarında, uluslar arası basın, fikir ve ifade özgürlüğü savunucularının bakışı, siyasetçi ve şöhret sahibi kişi ve kuruluşların, ters ifadelere daha demokrat bir gözlükle bakmaya alışmalarını teşvik etmek yönünde. Yapılan tespitlere göre, basın yoluyla hakarete, özellikle toplum yararını gözeten konularda bilgilendirme hakkına dayanarak, hükümetler tarafından cezalandırılma ve mahkumiyet eğilimi, en çok demokrasinin ve insan haklarının gelişmediği, Afrika, ve eski Doğu Bloku ülkeleriyle, komünist ülkelerde görülüyor.
Avrupa Mahkemelerine akseden benzer davalarda, karar, çoğu zaman, ifade özgürlüğünü savunanların lehine gelişiyor.
Bir de benzer şekilde, Türkiye’de de Fazıl Say, Sevan Nişanyan gibi ateistleri hapse attıran ateist savunmalar var. Bu alanda, yani din özgürlüğüne hakaret gerekçesiyle, ateistleri cezalandıran davalarda, kulisi yapan, çoğu zaman uluslar arası etkinliğe sahip İslami örgütler. Ateist ya da gayri Müslimler, kendi bilinç özgürlüklerini gündeme getirmekten çoğu zaman kaçınır ve Müslümanları her şeye rağmen kırmamaya özen gösterirken, kimi aşırı gurupların teröristlikle damgalamaktan çekinmediği, Müslüman örgütlerse, İslam’a inanma ve ifade özgürlüğünü savunmayı, kendileri dışında kalan gurupların düşünce özgürlüğünü hiçe sayacak boyutta propagandalaştırmaktan kaçınmıyorlar.
Burada, bugünlerde, yargıda bile inançlılıkta ayrışmış bir AKP’li ve cemaat yanlısı Müslüman hakim ve savcı gurubunun ağır bastığı bir Türk adalet sisteminin varlığını fark edebiliyorsak, geçmişte, Zirve Yayınevi, Rahip Santori ve Hrant Dink cinayetlerine toplumu taşıyan, hep, her özgürlüğü kendine yontan bir din fanatiği yobaz kalabalığın, hala, kendinden farklı düşünenleri, mahalle baskısıyla yıldırmaya çalışmaktan çekinmeyebilecek birkaç aşırısından da çekinmekte, sanırım tam haksız sayılmayız.
Görünen o ki, aklı bulanlar, kendilerini ve yaşamlarını din ve iktidar fanatiklerinden sessizce soyutlamaya çalışırken, ne yazık ki, kendi düşünce ve ifade özgürlüklerinden vazgeçmek zorunda bırakılıyorlar. Umarım karşılıklı anlayış ve hoşgörünün terazinin iki kefesine eşit basması için, sayısal çoğunluk baskı faktörü olmayı bırakacak kadar olgunlaşsın.