Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

19 Aralık '12

 
Kategori
Güncel
 

Başkanlık bizi keser mi?

Başkanlık bizi keser mi?
 

Başkanlık Yürütme ve Yasama ile Yargı'nın neresinde duracak?


Siyasetçiler kaça ayrılır?

İktidar olmak güzeldir. İktidarın nimetleri çoktur. İktidar partisi üyeleri ile yakınları, il ve ilçe yetkilileri eşitlikçi yasalar karşısında herkesten daha önde bulunurlar.  Çünkü onlar toplumsal, siyasal ve ekonomik sorunları çözmek için en önde bulunmak zorundadırlar. Bu yüzden onlara için toplumun dahili ve harici bütün sorunlarını çözmek için vardır da denilebilir. 

İktidarların içerisinde akıl, fikir, ün, şan, şeref, para, şaşa, tantana, ikbal ve istikbal vardır. Ulusal oldukları kadar uluslararası etkinlikleri vardır iktidar sahiplerinin. Toplumda açamayacakları kapı yoktur. Kimileri 'şu küçük dağları ben yaratmış olamam mı ki!?' diyerek dolaşır durur aramızda. O gelirken bir yerlerinizi kırmaması için yön değiştirirsiniz; ne olur ne olmaz, diye. Çünkü kavgacıdırlar. Burunlarının dikine gitmeyi severler. Kendi partileri içinden yükselen bazı karşı görüşlere bile dayanamazlar, kızarlar. Çözüler konusunda bilimsel bulgular ile örnek olaylardan çok kendi dayatmalarının tutkunudurlar. Oldukça bencil sayılabilirler.

Bazı durumlar için onların davranışları 'bir pire için yorgan yakmak' benzetmesi ile örtüşebilir. Uzlaşmacı görünmeye çalışsalar bile dayatmacılık tutkularının esiridirler. Her bir yetkilinin bir üstü bulunduğu gibi onların da kendi içlerinde ağabey, kardeş, hoca, reis, başbuğ, abla, çok bilmiş gibi geleneksel makamları da vardır. Her şeye rağmen sağ gösterip sol vurmayı da severler. Şakacı bir iktidar üyesi zor bulunur.

Çekindikleri en güçlü siyasi odaklar siyasi, ekonomik ve güvenlik açılarından ABD, AB, ABP ve NATO yetkilileridir. Bu bakımdan ne olası bir Türk İslam Birliği ya da Türk Birliği taraftarıdırlar. Her ne hikmet ise aynı dil, aynı din ile gönülden bağlı bulunulan Türkler de İslam toplumları da onlar için 'kerhen' desteklenilmesi, ziyaretlerine gidilmesi mümkün olabilecek varlıklardır. Bu da kendilerine biçilen siyasi rol ile ilgilidir. Bu yüzden Türkiye bir açık pazar olmak bakımından bitmek tükenmek bilmeyen bir Özelleştirme sürecine girmiş olduğundan ne kendi arabasını ne kendi iş makinalarını ne de yüksek teknoloji gerektiren elektronik Ar-Ge ile uğraşmaz iktidar sahipleri. Toplumu her an tasalandıran enerji üretim sorunu ile sanayileşme ve terör sorunu için dışa bağımlı olmaktan bir türlü kurtulamaz Türkiye. Daha çok 'böyle gelmiş, böyle gider' anlayışı ile hükm-ü ferma eylerler.

Arabaları, arabalarının yakıt bedelleri ile cep telefonlarının ücretleri de TBMM tarafından ödenir. İktidar sahipleri çok kitap, gazete okumasalar da onlar için okuyan, yazan onlarca danışman ile ilgili oldukları bakanlık çalışanı vardır.  Bu yüzden onların maaşları yüksek tutulur, lojman bile verilebilir gerekir ise. Kimileri en umulmadık makamlara kaydırılabilir. Yeter ki göze girsin, çok çalışsın.

Yabancı dil bilmeseler bile dünyayı dolaşırlar: Var olsun TBMM Dostluk Grupları! İktidar sahipleri de diğer partililerin milletvekilleri de 'dokunulmazlık' adlı bir yasal koruma altında olduklarından hiç bir biçimde eski suçlarından ya da var olduğu söylenen kimi suçlarından ötürü yargılanamazlar. Bu yüzden söz konusu yargılanma durumunu ötelemek için yeniden milletvekili seçilebilmek için parti liderinin en yakınında bulunurlar sürekli olarak. Bilmezler ki bazı eski kusurları ya da adlarının karışmış olduğu kimi akçalı işlerden dolayı o liderleri de zor durumda bırakırlar.

Bu yüzden her siyasetçi iktidarda olsun ya da olmasın özellikle 'kürsü dokunulmazlığı' çerçevesinde karşısındaki vekillere de atanmışlara da en umulmadık sözleri söyleyebilmek gibi bir yetki içinde görür kendisini. Buna 'kendisini dev aynasında görmek' denmese de TBMM içerisindeki bazı tartışmalarda veya atışmalarda bazı ahlâk sınırlarının bile aşılmakta olduğunu görmemek, duymamak mümkün değil. TBMM dışındaki siyaset çarkı çok daha canla başla ve kardeşlik, hemşehrilik içerisinde yaşanır. Ortak alanlarda sık sık buluşulur: Cami, cenaze, bayram kutlamaları, dernek ya da parti toplantıları ile komşuluk ziyeretleri bunlardan bir kaçıdır. Onlar da bulundukları illerde ve ilçelerde oy avcılığı için her türlü yolu denemekten kaçınmazlar. İşyanın bazı özellikleri gibi siyasetçilerin de bazı özelliklerinden bir kaçı da bunlardır.

Emeki iktidar sahipleri bile durdukları yerde arttırılan maaşları ile gül gibi geçinip  giderler. İktidarın nimetleri onları hiç bıramaz. Ünlüdürler, çok çalışmışlardır. Bir de eski ilk mesleklerinin emeklisi  olarak aldıkları maaşlar bakımından diğer emeklilere göre 'paraca' daha çok mutludurlar. Davranışları, tutumları, ahlakları bakımından toplumun karşısında buluna siyasetçiler kimi kişilere göre daha çok eleştirilseler bile ne kadar maaş aldıkları geniş toplum kesimlerinde hiç bilinemez. Bu durum 'demokrasi' ile yönetilen 'Hukuk Devleti' bir ülke olarak her alnada olduğu gibi bu alanda da 'şeffalık' ölçüleri dışında bulunulduğunun bir göstergesi değil midir?

Her ne kadar siyasetçiler iktidardakiler ile muhalefettekiler olarak ikiye ayrılır , denilse de iki ay önce öğrendiğimize göre onların içerisnde TBMM'ne 'devamsızlık yapan' en az yirmi (20) milletvekilinin varlığı yanında parti örgütlerinin il, ilçe kollarında çalışanları bakımından bu ayrımı dörte  çıkmış bulunuyor. Öte yandan yukarıda kısaca değindiğim Emekli Milletvekilleri'nin 2012 Bütçesi kapsamında yüksek zam ile taltif olunmaları karşısında ben siyasetçilerin beş (5) önemli kesime ayrıldığını düşünüyorum. 2013 Bütçesi'nin onlara ne tür yeni maddi imkanlar sağlayacağını şimdiden kestirmek zor.

İktidarlar dengeler üzerinde yürümeyebilir

İktidar olmanın bütün imkanlarını kullanmak kadar güzel bir durum olamaz. Bütün milletvekilleri gibi onların da Dokunulmazlık adı verilen bir sıfatları var. Harcama dökümleri kamuoyuna açıklanmayan Örtülü Ödenek adlı bir para harcama güçleri var. Yurt içinde ve yurt dışında Devleti Temsil Yetkisi var. Bu nedenle resmi ya da özel her türlü imkanı kullanabilirler. Bir de kurumlaşma ve sınavlı ya da sınavsız kadrolaşma yetkisi var, daha ne olsun değil mi?

Yeter ki uygulamalarda aşırıya kaçılmasın. Yeter ki dengeler gözetilsin. Ancak bu durum her iktidar için benzer nitelikler taşımıyor. Bu da insanoğlunun bir özelliği. Atalarımızın, ‘Her gönülde bir aslan yatar’ dediği gibi iktidarlar da parti tüzüğündeki yaklaşımlar yanında bazı yeni çıkışları ile de gündeme egemen olurlar. Çünkü onların ellerinin altında bulunan araçların gücü muhalefet partilerini de basını da olası bazı gösterileri de ezer geçer.

Gözlemlerime göre iktidarlar kimi dengeler üzerine kurulmuş olsalar bile partiler Hükümet olduktan sonra 'iktidar olmak' bilincine rdikten, üzerlerindeki bazı ürkeklikleri attıktan sonra var güçleri ile kendileri toplumda gözetmek zorunda oldukları 'denge siyasetinin en güçlü yıldızı' olarak her alana müdahil olmaya başlarlar. Var olan dengelerin alt üst olması onlar için birer çocuk oyuncağıdır artık. Bu yüzden Yürütmenin başı olan iktidarlar işlerinin yoluna gitmesi, kendi çözümlerini dayatabilmeleri ve seçmenleri ile kendilerine sırdaş kimi tüccarların çıkarı için Yargı ve Yasama alanlarındaki bütün pürüzleri ortadan kaldırmak azim ve kararlılığını gösterirler. Bu tür tutkuların ne kadar güçlü bir uygulamaya dönüşebileceğini ben ilk olarak Özal dönemi iktidarlarında görmüştüm. DP, AP, CHP, MSP, SHP, MHP, DSP, ANAP ile Refah Partisi çağlarını da az çok bilsem bile Özallı yıllar geniş toplum gibi benim de gözü açmıştı.

Şimdi 'istemek özgürdür’ diyerek başlayalım söze.

Yarı Başkanlık yetmez mi?

Son aylarda yeniden tartışılmaya başlanılan güçler ayrımından başkanlık çıkar mı çıkmaz mı, bunu da yakında göreceğiz. Bazı açıklamalarına göre Başbakan Erdoğan ‘başkanlık’ konusunda oldukça kararlı. Başbakanlığın dar sınırları belli ki kendilerini kısıtlıyor. Açıklamaları doğrultusunda anaşılıyor ki ‘çıraklık, kalfalık ve ustalık’ gibi aşamalardan geçen Başbakan Erdoğan artık ‘Devlet Başkanı’ olarak anılmak istiyor.

Yıllardır Başbakanlık mı Cumhurbaşkanlığı mı daha etkili bir makamdır tartışması var ülkemizde. Oysa her iki makam da belirli tanımlar içerisinde büyük elçilerin kabulünden üçlü kararnamelerin imzalanmasına, bütün tartışmalara rağmen TBMM’de onaylanan yasa taslaklarından KHK’lere, bazı kurum yetkilileri ile bakanların atanmasınan temel atmaya, özelleştirme ile kentsel dönüşümden 2B adlı hazine arazilerinin satışına, yurt dışı gezilerinden ikili anlaşmalara kadar gül gibi geçinip gidiyorlar. Ne ki bu makamların niteliklerine karşı tavır alış özellikle 2006’dan sonra AK Parti iktidarlarında görülmeye başlandı. Başbakan Erdoğan’a göre yanlış giden bir şeyler var ki ‘başkanlık’ türü bir yapılanma artık gerekiyor Türkiye için. Oysa demokrasi ilkelerine göre hiç bir makam sahibi denetlenmekten kaçamaz.

Hiç bir makam ‘başkan’ da olsa bir yerlerden onay almadan uygulamaya geçmek ve bütçe harcamalarında bulunmak konusunda hiç de özgür değildir.Gelinen son aşamada görülüyor ki Başbakan Erdoğan uygulamadaki ‘tek adamlık’ nitelikli ‘başbakanlık’ sınırlarını aşarak Devlet Başkanı’ olmak istiyor. Başbakan Erdoğan ‘güç bende’ dercesine Merhum Özal’ın tasarladığı Yarı Başkanlık tutkusunu ‘başkanlık’ sıfatı ile taçlandırmak istiyor. Bu konuda az olsa eleştirilmiyor değil. Kısaca ülkemizde kör topal uygulanmaya çalışılan demokrasinin olmazsa olmazı sayılan Fransız Devrimi ürünü Güçler Ayrımı ya da Güçler Dengesi bağlamında Başbakan Erdoğan nereye gidiyor, diye kaygılanmamak elde değil.

Başkanlık Yürütme Yasama ile Yargı'nın neresinde duracak ve özellikle Denetleme ile Basın için ne gibi görevler üstlenecek oldukça karmaşık bir yapılanmaya doğru gidişi çağrıştırıyor bu yeni hukuki açılım bende.  Anlaşılan o ki Başbakan Erdoğan ne daha çok güçlendirilmiş bir başbakanlık ne cumhurbaşkanlığının yetkilerinin kıstlandırmasını ne de Yarı Başkanlık istiyor.

Türkiye partilerin oy oranlarına göre yönetilmelidir

Çoğu yazısında ince eleştirilerde bulunmaya çalışan hukukçu gazeteci Taha Akyol bugün yayınlanan Kuvvetler Ayrılığı başlıklı yazısından anladığıma göre bile şaşmış kalmış bu gidişe. Çünkü Anayasa Taslağına yazılmak istenen Güçler Dengesi öncelikle bugünkü Tek Parti durumunu korumak bakımından demokrasinin lastik gibi bir yana doğru sündürülmesi gibi. Anlaşılan o ki Başbakan Erdoğan Batı kaynaklı Güçler Ayrımı(kuvvetler ayrılığı) konusunda kendi açıklamaları ile de çelişiyor. 2007 ile 2011’deki açıklamaları ile 2012’deki açıklamaları birbirini tutmuyor. Güçler Ayrımı bana göre de Türk hukuku içerisindeki varlığı TBMM çatısı altındaki parmak kaldıranların oranına kurban edilmiş; o kurumların varlığı Özerk Yapılanmalar ile taçlandırılamamıştır bir türlü. Çünkü siyasi iktidarlar hiç bir biçimde ne Yargı ne de Yasama alanlarındaki egemenliklerinden uzak kalmak istememişlerdir.

Özellikle çarpık iktidara gelme denklemine bağlı olarak iktidara gelen partiler ‘astığı astık, kestiği kestik’ olmak istediklerinden bu alanda ne Yasama ne Yargı ne de Yürütme alanlarındaki uygulamalarından sorumlu tutulmak istememektedirler. Türkiye’deki çarpık uygulamalar dünyada başka nerede var olabilir, inanın kestiremiyorum. Gerçekte seçime giren partiler oy oranlarına göre TBMM içerisindeki komisyonlarda yer aldığına göre bakanlıkların dağılımı ile bakan yardımcılıklarında da yer alabilmelidirler. Muhalefette kalmak durumu ise yaşanageldiği gibi ‘oy avcılığı’ da içeren bir ‘kör dövüşü’ biçiminde ayakta durmaya çalışmaktadır. Yoksa (+1) oy ile toplumun bütününe egemen olmak ne hakkaniyet ne eşitlik ne de halkın kendisini yönetmesi demek olan demokrasi ile bağdaşabilir. (Ankara 19 Aralık 2012)

Gelecek yazı: Başkanlık birikmiş sorunlarımızı çözebilir mi? 

 
Toplam blog
: 570
: 1034
Kayıt tarihi
: 14.09.08
 
 

1974'te H.Ü. Sosyoloji ve İdare Bölümü'nü yüksek lisans tezi ile bitirdim. 1976 yılında yapımcı y..