Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

04 Ağustos '08

 
Kategori
Öykü
 

Başlamak

Başlamak
 

Kahvaltıdan önce her sabah, caddeye bakan bu pencerenin önüne gelir. Tül perdeleri özenle aralar.

Dışarıya bile bakmadan sadece, cam kenarına dizilmiş küçük saksılarıyla ilgilenir. Diplerine su döker. Varsa, kurumuş çiçek ya da yaprakları ayıklar… Pembe, mor ve kar beyazı sevinçleri; dolgun, kadifemsi, yeşil yapraklarıyla çiçek çiçektir pencere kenarı. Müşfik bir dikkatle, kendine dönük bu doğal sunumu, o güzelim hercai menekşeleri hayranlıkla seyreder.

Bu nazlı menekşeler; neredeyse saksıdaki toprağı bile göstermeyen sıklıkta öbeklenmiş, kökleşmişlerdir. Hayata ve birbirlerine sımsıkı tutunmuş bir halleri vardır. Bunu da hep böyle koruyacakları izlenimini vermektedirler. Onlar; burada sergilenen güzellik, renk ve vefa duygularının resimleştiği canlı tablolardır. Kim bilir? Belki yaşlı adamın çiçeklerine böylesine bağlanmasının sebebi de, bu hissediştir.

Sade bir emeklilik hayatı yaşayan Hamdi beyin bu günkü düşünceleri sadece bunlardan ibaret değildi aslında. Yıllar öncesinde kalmış, unutulmuş sandığı o eski meseleyi hatırlamıştı. Gönlünde; gençliğinden bugünlere uzanan bir ukdesi, gerçekleştiremediği idealinin çaresizliği, hatta kırgınlığı vardı… Bir Pazar gününün öğleden sonrasında dalgın bir tavırla, evinin bir odasından diğerine dolaşırken; sanki o eski tutku ve idealinin izini sürmekteydi.

Neticede, son durağı gene çalışma odası oldu. Burası, evinin en özel köşesiydi ve sadece kendi kullanımına mahsustu. Oradaki tek pencere, arka taraftaki komşu binayla arada kalan küçük bir alana bakmaktaydı. Binanın sessiz, sakin yüzüydü bu taraf. Sığınılacak bir gizli mekan ortamı vardı. Burada gerçek hayat, ancak hayallerin arka planında yaşanabilir; İlham perisinin önceliği, baskın hakimiyeti ve etkinliği asla yok edilemezdi.

Raflarda dizili duran, hepsi değişik renk ve boyutta kapaklar arasına ciltlenmiş kitaplara gelince… Çoğunluk itibariyle eski yayınlardan olup, sır vermeyen, ketum ve bir o kadar da gizemliydiler. O kitapların her biri, yazarının gizli dünyasından kopup sayfalara sığınmış duyguların, anıların, fikirlerin belgesiydiler. Duyarlı ruhlara aralanan büyülü kapı, sanat vadisine uzanan zorlu yolun başlangıç noktasıydılar. Ve baktığında, kendi hayallerinin yansımasını gördüğü boy aynasıydı karşısındaki kitaplık.

Bu küçük ve özel mekanda yaşadığı ikilemleri de vardı Hamdi beyin. Bir çok kez “Edebiyat Ülkesinin” geçit vermez kapısına dayanmış; fakat her seferinde kırılan hayalleriyle, başarma ümidini yitirmişti. İçindeki yazma arzusunu, bu zorlu yolun engebelerinde rehin bırakıvermişti.

Ama bu defa durum, eskisine nazaran farklıydı. Yazma arzusunun davetine artık icabet edecekti…

Konusunun ne olduğunu bile düşünmediği bir hikaye vardı önceliğinde. Nereden başlayacağını, nasıl tasarlayacağını ve hangi sonuçla noktalayacağını henüz belirlemediği bir ilk yazı. Durum, göründüğü kadar kolay değildi. Ama Hamdi bey bu an itibariyle, geçmişteki zaaf ve vazgeçişlerin barınamayacağı bir kararlılık içersinde görünmekteydi. Çalışma masasının üstünde duran bir ajanda tipi defter ile tükenmez kalemini aldı. Dışarıya çıkacak, hayatın akışına karışacaktı.

Oturma odasında olan eşine,

- Hayriye hanım ben çıkıyorum!

diye seslendi.

- Nereye bey ?

Aslında olmaması gerekirdi ama, beklenen bu soruya hazırlıksız yakalanmıştı yaşlı adam.

–Beyaz kağıdımın öksüzlüğünü, kaleme olan hasretini bitirmeye; hayallerimi vererek bir hikaye satın almaya gidiyorum.

Diyemedi tabii ki.

- Üsküdar tarafına

- Gecikmezsin değil mi?

- Hayır, merak etme.

- Güle güle bey, işin rast gelsin.

HASAN PARLAK

 
Toplam blog
: 34
: 589
Kayıt tarihi
: 28.07.08
 
 

1952 yılı Şanlıurfa doğumluyum. Edebiyat ve Türk Sanat Müziği yapabildiğimce- uğraştığım sanat dalla..