Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 

02 Mayıs '10

 
Kategori
Güncel
 

Batman'ı kutlarken

Batman'ı kutlarken
 

yer-gök simit sarayı


“İstanbul Yükseköğretime Geçiş Sınavı’nda sınıfta kaldı.”

Geçtiğimiz haftanın haber başlıklarından biri bu idi.

İstanbul artık tarifi çok kolay olmayan bir şehir oldu.

Kime, İstanbul’u tarif et! deseniz, derin bir iç çekişten sonra, uzun bir sessizlik oluyor.

Bu şehir, bir avuç insanın dışında artık hiçbir beklentiye, açık ve net cevap veremiyor.

Umutlar şehri gibi. Birçoğu için sadece umarak, ömür bitiyor. Sanki bir sarhoşluk yaşanıyor burada... abartılı, gerçeği yansıtmayan reklamlar gibi.

Köy desen, köy değil, metropol desen o değil, 2010 Avrupa Kültür Başkenti hiç değil.

Hiç değil deyince, +18’ lik türünden bir fıkra geldi aklıma;

Savaş yıllarında, yahudilerin peşine düşen Alman askerleri, sürekli yaptıkları bu işten bıkkınlık duymaya başlamışlar.

Komutanlar, yaşları da küçük olan bu askerleri motive edebilmek için akla gelmedik yöntemleri uygulamaya sokmuş.

Bunlardan biri şöyle;

Askerler, köydeki tüm karı-kocaları köyün meydanına toplayacak. Kadınların gözleri bağlayacak. Karşı sırada pantolonları indirilmiş olan erkeklerin arasından, kendi eşlerini bulmaları istenecek.

Böylelikle, köyde saklanan yahudiyi bulup kurşuna dizeceklermiş.

Köyün tüm gözü bağlı kadınları sırayla, erkeklerin arasına salmışlar. Kadınlar birbir kocalarını bulup, evlerine giderken, kadınlardan biri;

“Bu değil. Bu değil. Bu da değil. Bu bizim köyden hiç değil!” Deyince; kurşunlar adamın üzerine yağıvermiş...

Şehir eksperi sayılmam ama bana kalırsa İstanbul, bu güne kadar yapılan tariflerin hiçbirine, artık uymuyor.

Kadının dediği gibi, hele hele 2010 Avrupa Kültür Başkenti falan hiç değil.

Olsa olsa, koca bir sahne.

Herkesin, günün birinde kendini göstermek için çıktığı, hayallerini gerçekleştirmek istediği koca bir platform.

Biraz da o nedenle sürekli göç alıyor.

Anadolu’dan koltuğunun altına kitabını alıp, okuyup adam olma niyetinde olanı mı? Doğudan yorganını sırtına yükleyip;” İstanbul senin ananı ... ” diyeni mi? İstemeye istemeye bir nedenden dolayı, evini kamyona yükleten mi? Ne ararsanız var...

Velhâsıl İstanbullu’dan başka herkesin, yerinden yurdundan kopup, hayallerini gerçekleştirmek üzere geldiği bir şehir. Eh, hâl böyle olunca da tarifi iyice zorlaşıyor.

Her gelen, kendi oyununu oynayacak dekoru da inşa ediyor. Kültürkondu misâli... Bir sabah kalkıyorsunuz ki, yanı başınızda “yok artık, bu kadarı da olmaz!” dediğiniz şey, olmuş bile...

Her şey bir yana pahalılığı gerçekten tartışılmaz. İçtiğiniz su, yediğiniz ekmek dâhil...

Giyim, kuşamın ucuzuna, belki güzeline İstanbul’da ulaşmanız mümkün seçenek çok. Ancak sağlıklı beslenebilmek hemen hemen imkansız. Yediğiniz içtiğiniz her şey soru işaretleri ile dolu.

Maddi imkanlarınız yeterli olsa dahi... Çünkü, dedim ya “oyuncu” dolu bu şehirde. Zira, denetim, yaptırım sadece yakalanana uygulanıyor...

Her an, darbeyi! nereden alacağım diye tetikte olmanız şart. Yoksa hep tongaya basarsınız. Bu da gurur kırıklığı, kendine güvensizlik yaratır. Hırs ve intikamı bir kenara koyarsak tabii...

Abartısız böyle.

Gelelim Yükseköğretime Geçiş Sınavı’nda sınıfta kalma meselesine;

Önce şunu gözlemliyorsunuz; İstanbul’da yaşayan insanlar, “dışı güzel dağ elması” gibi yaşamak zorunda sanki . Mahalle baskısı gibi bir şey bu. Ele-güne karşı gösterişli bir yaşam şekli benimsenmiş. Binalar lüks, üst-başa, çekidüzen verilmiş olsa da, cüzdan gibi birçok şeyin içi boş...

Hâl böyle olunca, vatandaşın yanısıra, sınava girecek çoluk çocuğun yediği içtiği tek şey; çay-simit ikilisi.

İnanmayan şöyle bir etrafına baksın.

Simit Sarayları Şehri...

Kebaptan çok simit kokuyor şehir....

Hatta, hatta balık yer diye bildiğim martılar bile simitle beslenir olmuş.

Kapanan birçok işyerinin aksine, iş yapan tek sektör bu. Arz talep bu yönde gelişti. Lüks semtlerimizde bile.

Her sokakta saraylar! var.

Sadece İstanbul değil, büyük şehirlerde çay ve simitle beslenen büyük bir nüfus var artık. Özellikle okumaya gelmiş gençlik bu durumda. Ancak Istanbul hepsinden daha beter durumda olmalı. Kız olsun, erkek olsun gösteriş peşinde ve ellerinde -taksitle alınan- en pahalı cep telefonu olsa da beslenmeleri; simit ve çay. Denizde yaşayan martılar bile eşlık ediyor bu duruma.

Üstelik, okuyup yazan orta kesim denen grup daha bir perişan. Onların temel ihtiyaçları arasında; kitap, dergi, tiyatro, sinema gibi kültürel şeyler var, daha doğrusu vardı... Bunlara ulaşabilmek için, “elden artmaz, dişten artar!” mantığı ile ilk kısıntıyı, beslenmesinde yapmak zorunda kaldılar.

İstemeye alışık olmayan, bunu gurur sayan bu kesime kimse, makarna-bulgur göndermiyor. Et-balık, sebze-meyve, süt, peynir gibi temel gıda diye adlandırılan besinler artık lüks sayılıyor onlar için de...

Kısacası, beyinler açlıktan, ona-buna kafa yormaktan doğru dürüst çalışamaz, dikkatini toplayamaz durumda.

Biraz da horlayarak, “Batman İstanbul’u geçti!” diyenlere bunları bir hatırlatmak istedim.

Yatırımlar, anlam verilemeyecek kadar lükse ve gösterişe yapılmışsa ve herkes gününü kurtarma derdine düşmüşse, “aç karın, yüksek topuk salın bilmem nelerim salın!..” hesabı... elbette İstanbul yaya kalacaktır. Ben buna hiç şaşırmadım.

Batmanlı çocuklar hiç değilse annelerinin yaptığı çorbayı kaşıklarken; sakin, abandone olmamış daha bir duru beyinleri ile derslerini çalışmışlar, öğretmenler sözleşmelerinin derdine, İstanbul’dakiler kadar düşmeden sınıfa girmişler demektir.

Saime Eren

 
Toplam blog
: 61
: 771
Kayıt tarihi
: 18.09.08
 
 

Dünyanın en güzel şehri olan İstanbul' da yaşıyorum. Emekliyim. Güncel olayları yorumlamanın yanı..

 
 
 
 
 

 
Sadece bu yazarın bloglarında ara