- Kategori
- Kent Yaşamı
Bayramda İstanbul'da

google dan alıntıdır.
Esasen İstanbul’u sadece şiirlerinden, şarkılarından, kitaplarından, resimlerinden ve günü birlik seyahatlerimden biliyorum. Şiirini okuduğum ve resimlerine baktığım zaman, birçok defa düşünmüşümdür (hayalimde canlandırmışımdır) İstanbul’u… Ama hiçbir zaman net bir fikre sahip olamamışımdır. Meğer bir ülkenin içinde başka bir ülke de varmış, bunu bu bayram oraya uzun soluklu gittiğimde anladım…
Evet… bir arkadaşıma eşlik etmek için İstanbul’daydım. Ankara’da doğup büyüyen birisi olarak, kalabalıklar arasında yürümeye alışık bir kişiyim. Ama hiçbir zaman böylesine birbirine girmiş, omuz omuza mücadele veren ve lunaparklardaki çarpışan otoları anımsatan kalabalıklar arasında bulunmamıştım. Kadıköy iskelesinin önünde beklerken, kendimi bir an için bazı türk sinemalarında izlediğim kırsaldan gelmiş, taşra delikanlısı gibi hissettim. Şaşkınlığım uzun sürmedi ama yer yer devam edeceğini tahmin etmiştim.
Bizi Kadıköy iskelesinin önünden arkadaşımın yeğeni aldı. Biraz konuştuktan sonra vapur iskelesine doğru yürümeye başladık. Birden arkadaşımın yeğeni koşmaya başladı. Ben o anki duruma bir anlam veremedim. Arkadaşım da koşmaya başlayınca ben de refleks olarak onlara eşlik ettim. Fakat o kadar çok merak ediyordum ki, nereye/ne diye koştuğunu/koştuğumuzu… Turnikelerin önüne geldiğimde tek koşanların biz olmadığını fark ettim, kendimi bir an maratonda hissettim. Nedenini bilmediğim bir şekilde koşma dürtüsü beni dürt’üyordu. Yeğen elime bir jeton bıraktı, telaşlıydı. Ondan aldığım telaşı turnikelerin diğer tarafına geçirmem gerektiğini hissettim. Telaş yaptım, herkes geçti ben kaldım…
Benim için enteresan olan bu durum, İstanbul’da yaşayanlar için olağan bir durummuş. Koşanların amacı vapur a yetişmekmiş. Bu kareleri de filmlerden hatırlıyorum.
En sonunda, kendimizi soluk soluğa vapurun içerisine atabilmiştik. Biraz önceki koşuşturmacanın üzerimdeki etkisini geçiştiremeden, resimlerini gördüğüm boğaz köprüsü ve kız kulesini aradı gözlerim, penceremden akıp giden İstanbul’da… Bir yanımda hareket halindeki insan yığınları, plansız şehirleşme sonucu beton yığınları diğer yanımda tüm tarihi ihtişamıyla camiler, kiliseler ve yapılar…
Karşıya geçtik, gideceğimiz yere ulaşmak için 3 vasıta değiştireceğimizi öğrendiğimde içimden “NEDEN GELDİM İSTENBUL’A” türküyü mırıldanmaya başladım.
Koşturma, yolculuk ve yine koşturma ve de yolculuk ancak ulaşabildik o akşam kalacağımız yere. Kadıköy iskelesinin önünde omuzladığım şaşkınlığımı, ulaştığım evin önünde ayakkabılarımla birlikte kabının önünde bıraktım. Biraz soluk almak, hareketsiz durmak beni mutlu etmişti.
Evin içerisinde beni farklı bir heyecan bekliyordu. Arkadaşımın ailesinden birkaç meraklı insan oradaydı ve gözlerini benden ayırmadılar. Tabii ki bu abluka altında ellerim dizlerimin üzerinde boynum sağa doğru hafifçe eğik ve mazbut bir şekilde oturdum. Buraları konumuz dışı…
Ertesi gün, yani bayramın birinci günü kaldığım evdeki kişilerle bayramlaştık. Klasik bayram seremonilerimizden parçalar vardı. Sonrasında evden ayrılmak üzere kapının önüne geldiğimde, ayakkabılarımın yanında bekliyordu beni telaş ve şaşkınlığım. Evden çıktığımız zaman koşturmaya başladık, her vasıta arası koşturuyorduk. Sanırsınız İstanbul’da çalışan tüm toplu taşıma aracı kullanıcıları vatandaşa eziyet olsun diye hızlıca hareket ediyor gibiydi. Yani bu telaşa bu koşturmaya gerek var mıydı? Yoksa yıllardır süre gelen yerel yönetimler hiç mi İstanbul için bir şey yapmadılar. Hangi sokağına, hangi caddesine girsek bir telaş bir koşturmaca ki almış başını gitmiş. Bir ara şimdiki belediye yöneticilerinin övündüğü metrobüslere bindik. O nasıl bir şeydi hala unutamıyorum. İnsanlar tıka basa metrobüse biniyorlar, sanırsın bir otobüs akraba yolculuk yapıyor. Ben bir ara içimden buradaki otobüsleri grup grup akrabalar kendileri için kullanıyor dedim…
İstemeye istemeye de olsa bana kalan yarım adımlık yere zorla da olsa sığdım. Kalabalık, dört bir yanımı zapt etmişti. Onca yolu, içerisinde bulunduğum akraba topluluğunun bir üyesi olmamak için allah’a dua ederek geçirdim.
Yine koştum, yine yolculuk yaptım. Bayramda İstanbul’daydım, hep koştum hep yolculuk yaptım.
Tabii bunun yanında İstanbul’da az da olsa gezmeye vakit bulabildim. Yanlış hatırlamıyorsam Süleymaniye Camii gezdik. Bir gün içerisinde kız kulesinin yanında 2-3 defa geçtik. Uzaktan Galata Kulesi ve Ayasofya cami/kilise/müze… Bir de Sultanahmet semtindeki arkeoloji müzesini gezdik. Onca kalabalığa, gürültüye, insan kirliliğine rağmen az da olsa bazı yerleri gezmekten çok keyif aldım.
Ve koşuşturmaca devam etti, ta ki Ankara’ya ulaşıncaya kadar…