- Kategori
- Öykü
Bayramlar Eskimede(n)
Umut ve ben, Trabzon Stadyumu, 23 Nisan 1988, Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı
Günlerden sonra mutlu güne ulaşılmıştı. Günün en sevinçlisi çocuklardı. Ya büyükler! Bayramlardan uzak,artan yalnızlıkla kaygı yüklüydüler.
Büyüklerin tadamadığı mutluluğu çocuklar yaşıyorlardı. Komşu çocuklar evin önünde toplanmış kesilecek danayı inceliyorlardı. Sürmeli gözlerini – kesileceğini biliyormuş gibi – çevresindekilerde gezdirdi. Çocuklar yiyecekleri etin lezzetini şimdiden damaklarında duyuyorlardı. Onlar,dananın korkularından habersizdiler.
Ben,dananın korkularını,çocukların sevincini görüyordum. Herkesten habersiz,yalnız tek başına yüreğimle her şeye karşı çıkabilir miydim? Yalnızlığım durduruyordu beni.Geçmişten kalan aşklarım,günüme taşıyamadığım sevgililerim hani şimdi yanı başımda olsaydı.
Esmer sevgilimin siyah Erzincan üzümü gözlerinde gezindiğim o günler şimdi çok uzaktı. Yalnızlığı tanımadığım yıllardı o yıllar. Bayramlar ne güzeldi! İkimiz de bitmesini istemezdik bayramların.Kaçamak yapmak için doğmuş fırsattı. Hem üzüm gözlüm hem ben ne çok severdik bayramları.
Şimdi,korunun çam ağaçlarına sırtını vermiş,solukları kesilircesine sevişen genç sevgililere içten içe kızıyordum . Onları görünce kaygılarım kızgınlığa dönüşüyordu birden. Bu,yaşanan bir gerçekti oysa ; hem de sıralı. Geçen yılların geri gelmemesinin sorumlusu yoktu. Bunu ben de biliyordum;ama gönlüm yaşlanmıyordu ki !.. Kim bilir bana da ne kızanlar olmuştur bu çam ağaçlarının altında yatıp yuvarlandığım o yıllarda. Kendime sormadan edemiyordum dünü , bugünü.
Parmaklarını saçlarında gezdirdi. Titreyen parmakları aklaşmış saçlarını taradı bir süre. Filitreli marlboro sigarasını ateşledi dudaklarında . Derin derin çekti dumanını içine , sonra çam ağaçlarının altında boylu boyunca yatan sevgililere savurdu . Sigara dumanı aldırışsız sevgililere ulaşamadı . Üzüm gözlüsü başta olmak üzere yaşamına giren tüm sevgilileri bir bir yüreğinden geçirdi. Yaşadığı, unutamadığı o bayramlar ne uzaktı şimdi.
Aylardan mayıstı.Çamlıca sırtları dününü aratmıyordu. Her çam ağacı tutulmuştu erkenden. Kimsenin kimseye aldırdığı ya da diyeceği sözü yoktu. Korunun Boğaz’a bakan yamacında çimenler konuklarını ağırlıyordu. Bir süre sevişen sevgilileri gözledi.”Bir içim su!” diye mırıldandı.
Üzüm gözlü sevgilisinin kucaklayamadığı çam ağacının dibinde boylu boyunca uzanıp yattıklarını düşledi. Kulağına fısıldanan o sözler ne güzeldi diyen yüreğini duyan yoktu. Bir ateş almış yanıyordu içten .
Çamlıca’nın sırtlarında gezindi durdu gün boyunca. Dolu dolu geçen dünüydü asıl gezindiği, kendini görünmeyen ateşlere koyan. O yağmurlu mayıs bayramını hiç unutamamıştı. Oysa,bayrakların yarıştığı o bayram bugünkü gibi günlük güneşlik bir sabahla başlamıştı.Tüm yollar marşlarla yürünüp Taksim’de buluşulacaktı.Nereden bilecekti pusu kurulduğunu. Üzüm gözlüyle kol kola,omuz omuza yürüyordu.Binler yürüyordu.
Uzaktan İstanbul Boğazı’nın kıyılarını gözlemenin güzelliği bugün için de geçerliydi. Maviyle yeşilin buluştuğu dün yine bu kıyılardaydı. Bu gerçeği yüreğine anlatamıyordu. O mayıs sabahı üzüm gözlüyle başlattığı bayramı bu tepede tamamlayacaktı;ama pusu dünden kurulmuştu.Bunlardan habersiz güneşli sabahı bekledi iki sevgili.
Kucaklayamadığı çam ağacının gövdesine her iki eliyle dokundu.Her dokunuşunda parmakları teninde kalan sıcaklığı taşıyordu. Sevgilisinin yaslandığı çam ağacı tanıyor muydu gövdesine dokunan bu eli. Kim bilir belki de anımsamıştır .
Kucaklayamadığı iğne yapraklı çam ağacı şimdikilerle daha mı mutluydu ? Tüm sorun o güneşli mayıs bayramının yağmura dönüştüğü gün içindi. Birden boşalan yağmurla uzak namlulardan gelen silah sesleri buluşmuştu.Binlerin yürüyüşü kaçışlara bırakmıştı yerini. Üzüm gözlü kollarındaydı.Üzerlerinden çiğneyip geçenleri sayamıyordu. Kapanmıştı üzüm gözlüsünün üzerine.Ortalık boşaldığında o ünlü meydan ölülerle başbaşa kalmıştı. Kimsesiz ölüler içinde üzüm gözlüyü bekleyen vardı.
Çamlıca sırtlarında kimsenin ondan, yaşadıklarından haberi yoktu. Çam ağaçları günü yaşıyordu.Yaşlanan bedeninin yüreğiyle geçinemediğini biliyordu. Oysa o mayıs sabahı gün böyle başlamamıştı. Yaşanan gerçek onu dünle bugün arasında durmadan gelgitlerle sarsıyordu.Seven okşayan bedeni yüreğinden uzak düşmüştü. Yaşam geri dönüşlere izin vermiyordu.
Dede,topaç kara oğlanın sesiyle daldığı düşlerden uyanıverdi birden:”Dede,bugün bayram,bak şimdi kurban eti yiyeceğiz.” Dede,torununun uyarısına uymakla yetindi.Torununu kucağına alıp gözleri sönmüş kurbana doğru yürüdü.
O anda dünyanın kaç yerinde kan akıtılıyordu;kaç kişi sevgilisinin soluklarında geziniyordu. Dede, tüm bunların sayısını bilemiyordu. Usundaki çelişkilerin içinden çıkamıyordu bir türlü.
Dünde kalan acıların yerini güzellikler alamaz mıydı? Dede, bir bayram sabahı çocukların sarısına,karasına,beyazına uzanıp dokunamaz mıydı yüreğiyle? Sonra tüm çocukları sevgiyle kucaklayabilirdi.Yüreğindeki yaraları,usundaki çıkmazları aşabilirdi bunlarla. Neden dünde direniyordu hep!
oysa
yaşadığı ilk yazlar
kıyıda denizin mavisinde
toprağın uyanan kokusunda
rüzgarların yalayıp geçtiği
sesinde yaşıyordu
Dede, usunu yüreğine,yüreğini usuna aktarırken küllenmiş bir köz ateşle oynadığını biliyordu.