- Kategori
- Öykü
Bayrağımızın rengi

Kuşadası / Aydın
Çocuğunun mızıklanmasına aldırmadı anne. Sıkan mayosunu giydirdi. " Hadi git şimdi.” dedi.
Kumsalda sepet güneşliklerin altı doluydu. Kimi sırt üstü, kimi yüzükoyun uzanmıştı. Aralıklı duran kümeler yakınlaşmıştı. Karşıdan karşıya söyleşiyorlardı. Kim olduğunu, nereden geldiğini anlatıyorlardı birbirlerine.
Kumsalın ardında kalan tenteli, çiçekli alan da kalabalıktı. Serinlikler altına yerleştirilmiş masalarda okey taşlarının çat çutları duyuluyordu.Tavla oynanan masalar şamatalıydı. “ Oo! Vurdu, kapı aldı.” vahlanmaları ya da ohlanmaları izleyicilerindi.
Kampın uzak köşesinde gözlemini sürdüren AŞKIN aldırışsız durmadan not ediyordu günü. Okey masasına yakın duruyordu. Okey taşlarının çat çutları, izleyenlerin soluklarını tutarcasına oyunu izlemeleri AŞKIN’ın gözlemleri arasında yer alıyordu.
AŞKIN geldiği dokuz yüz elli kilometre yol boyu yalnızlığını nasıl yeneceğini düşlemişti. Ama yine de yalnızdı işte. Şu okey oynayanlar, onların izleyenleri, tavla pullarının taşıyıcıları, sepet güneşlikler altında boylu boyunca yatanlar, tenteli, çiçekli alandaki serinlikte oh diyenlerin hepsi AŞKIN’dan, yalnızlığından habersizdiler. Bu kalabalık içinde de yakındığı yalnızlıktan kurtulması zor muydu o kadar?
Okey masasına yakın durunca konuşulanları duymazlıktan gelmedi. Okey taşını okey tahtasına “çat” diye vuran, " Bayrağımızın rengi.” diye söylendi. Bu dört sayı demekti. Açamayandan dört düşülür; çift açılırsa iki katı diye konuşmasını sürdürdü. Okeycilerin dörtlüsünün tümü usta değildi. Aralarında çaylak oyuncu da vardı. Hangi renklerin dört, hangilerinin iki sayı olduğunu öğrenmeğe çalışıyordu. Sonra okey taşlarını dizerek açılışı nasıl sağlayacağını sordu. Hele okey taşlarını dağıtmanın ayrı bir beceri gerektiğini öğrenince, " Dağıtmada yokum. Benim yerime AŞKIN dağıtsın.” ünlemesi masanın yakınında oturan, elindeki küçük defterine gözlemlerini, düşlerini karalayan bayanı başını kaldırıp AŞKIN kim diye tanımaya yöneltti. Oyun masasında gözlerini gezdirdi.
Okeyci AŞKIN’la, gözlemci AŞKIN güzel yurdumun enlemleri bir olan karşıt köşelerindendi. Bayan AŞKIN kat ettiği uzun yolda yalnızlığıyla hesaplaşırken karşıt cinsten bir adaşla karşılaşacağını hiç düşlememişti. Okeyci AŞKIN’ın: " Bayrağımızın rengi dört sayılır. ” tümcesini bir kez daha yinelemesi tanınmasına yetti.
Gözlemci AŞKIN yalnızlığını bitirmek amacıyla okey oynayanların masasına yanaştı. Oynanan oyuna yabancı değildi. Hangi taşların dört, hangilerinin iki yazdığını bilendi. Okey taşlarını beşerli üst üste koyup kümeleştirdikten sonra dağıtma işlemine beşerli taşları dağıtarak başlayacağını, kolunun altındaki oyuncunun on beş, diğer üç oyuncunun on dört taş alacağını öğreneli yıllar olmuştu.
Okey masasına izin isteyerek yanaştı. Oyunu izlemek isteyenin bayan olması onları daha da mutlu etmişti. Hemen masada yer açıldı. Gözlemci AŞKIN acemiyle adaşı arasına oturdu. Her ikisinin de elini görüyordu. Aceminin hangi taşlarının adaşına yaradığını, kırmızı onluyu atınca okey diyeceğini, hem de açamayanlardan dörder sayı düşüleceğini şu an kendisinden başka bilen yoktu.
Acemi okeyci hangi taşı atacağına karar veremeden bir süre göz gezdirdi taşlarında. Acemi okeycinin karşısında oturan, " Dikkat et AŞKIN tek taşa bekliyor. ” diyerek acemi okeyciyi uyardı. Bu uyarı karşısında acemi hangi taşı atacağına karar veremedi. Bay AŞKIN’ın karşısına düşen dördüncü oyuncu sabırsızlandı, " Atsana! ” ünlemesi aceminin kararsızlığına yenilmesine yetti. Kırmızı onluya uzanıp on dört taşın dizili durduğu oyun tahtasından aldı.Kolunun altındaki AŞKIN’a uzattı, " Al, bunu bekliyorsun, biliyorum.” diyerek kırmızı onluyu diğer taşların üzerine koydu.
AŞKIN kırmızı onluyu görünce bir kez daha, " Bayrağımızın rengi. ” diye ünleyip “ Bu dört sayı düşürür.” tümcesiyle duyurdu sevincini. Diğer oyunculara dönen acemi okeyci, " Sıkıştırmayın diyorum size, işte gördünüz mü! ” Taşlar masanın ortasında yeniden harmanlanıp iyice karıştırıldı.Yine taşlar beşerli olarak üst üste konup dizildi. Şimdi sıra taşları dağıtmaya gelmişti. Dağıtma sırası acemi okeycideydi. Diğer üç oyuncu hadi başla dercesine acemiye baktılar.
Acemi okeyci AŞKIN’la kendi arasında oturup oyunu izleyen bayana isterse yerini verebileceğini söyleyince diğer oyunculardan olur sesi çıktı. Böylece acemi de bu işkenceden kurtulacaktı. Okey masası yeni oyuncusuyla tanışınca AŞKIN’ların ikiye çıktığı anlaşıldı. Bay AŞKIN, bayan AŞKIN.
Bay AŞKIN’ın kol üstüne oturan yeni oyuncu tanışmalar bittikten sonra oyun taşlarını hızla dağıttı. Masadakiler, " Gördün mü taş dağıtmak nasıl olurmuş. ” diye oyun dışı kalıp izleyici duruma geçen acemi okeyciye takıldılar.
Ağlamaklı çocuk sıkan mayosunun içinde kıvrandı bir süre. Islak mayosunu çıkarmaya uğraştı, başaramayınca kumsalda uzanan annesine doğru koşup ağlamaklı sesle, ” Anne! ” diye kumsala bağırdı. Anne uzandığı yerden doğrulup güneş gözlüklerinin altından denizde dikilip duran çocuğuna eliyle, ” Ne var! ”dercesine ya da, " Beni rahat bırak! ” anlamında kızgınlığını duyurdu. Çocuk, "Sıkıştım, mayomu çıkar. ” deyince tenteliklerin altında okey oynayan babasını eliyle göstererek olanca sesiyle " Git bak baban okey masasında, o çıkarsın! ”
Kumsala uzanıp güneşlenenlerden kimileri başını kaldırıp bu sesin geldiği yöne baktıktan sonra yeniden uzandı. Kimileriyse, " Başımızı mı, yoksa seni mi dinleyeceğiz." yakınmasını yüksek sesle birbirine yakın olanlara ulaştırdı.
Çocuk, ’ olmaz ’ anlamında omuzlarını silkti. Anne, bu kez ıslak vücudunun biçimini almış kumsaldan hızla doğrularak, " Git diyorum oğlum, babana git! ”derken kızgınlığını sesiyle çoğaltıp duyurdu çocuğa.
Çocuk, istemeye istemeye okey masasına yöneldi. Bay AŞKIN on dört okey taşından on üçünü eşleştirmiş tek taşa kalmıştı. Eğer beklediği taşı da bulursa okey diyecekti. Kol üstünde oturan bayan AŞKIN’ın beklediği taşı atacağını içi gibi biliyordu.
Çocuk masaya yanaşınca, " Oo bak kim gelmiş. Oğlum annene gitsene. ” Çocuk uzakta güneşlenen annesinin ellerini beline koyup üzerine nasıl yürüdüğünü babasına anlatsa mıydı? Yoksa, ikisinin arasında kaldığını mı okey masasının başındakilere yakınsaydı? Babasının ne istediği sorusuna, ”Baba sıkıştım.” tümcesini yere bakarak duyulmayan sesiyle sızlanarak söylendi. Baba, yine eşinin olupbittilerinden birisiyle karşı karşıyaydı. Oyunu izleyenler bay AŞKIN’a takılmadan edemediler. "Hadi kalk, şimdi yengeyi kızdıracaksın.” diyen at yarışlarının meraklısına, izleyenlere karşılık vermedi. Çocuğunun elinden tutup soyunma odasına doğru yürüdü.
Acemi, bay AŞKIN’ın yerine oturdu. Karşısındaki oyuncuya, " Acelesi yok meraklı. Bu at yarışlarına benzemez. İki de bir beni şaşırtıyorsun. O kırmızı onluyu senin yüzünden atmıştım.” diye yakındı. Meraklı, söylenenleri duymazlıktan geldi. Elini okey taşlarında gezdirdi. İşte o sırada kafası at yarışlarındaydı. Altılı ganyanı bilip paralara konacaktı.
Kendisini kandırması bir yana kampta arkadaşlar da bulmuştu. Her tanıştığına at yarışlarındaki paranın çokluğunu ballandıra ballandıra anlatıyordu. Onu dinleyenlerden kiminin usu, yüreği ona katılıyor; kimi ise o yarışların arkasında dönen oyunu bildiği için kayıtsız kalıyordu. Atların beşini buldurup altıncısına izin vermiyorlardı. Onca atın arasında hiç beklenmedik atın yarışı bitirmesini meraklı da açıklayamıyordu.
Bay AŞKIN’ın yerine bakan acemi okeyci tek taş gelince açabileceğini görmüştü. Ustanın yerine otururken işini başarmak için kol üstündeki bayan AŞKIN’ın kolay kolay taş atmayacağını biliyordu. Ustanın uyarısı da cabasıydı. " Bayan AŞKIN’dan taş bekleme, senin gibi taş atıp açtırmıyor. ” Uyarısına masadakiler kahkahalar attı.
Bayan AŞKIN’ın ustalığı adaşınca onaylanınca teşekkürle karşılık verdi. Ayrıca bir hoş oldu.Sevindi.Yalnızlığı bu okey masasında azalmaya başlamıştı.Yakınmalarını hoş bir söz alıp gitmişti. Beklediği ilgiyi gösteren mi olmamıştı, yoksa kendisi mi kaçıyordu insanlardan. Belki de kaçtığı sorunlarıydı.
Tüm bunları kendine sormadan edemedi. Şu okey masası neleri alıp götürmüştü. Sözün gizi şiire dönüşüp bayan AŞKIN’da yeşeren güzelliklere bıraktı kendini. Karşısındaki oyun arkadaşı da şiiri müziğe dönüştürünce omuzundaki yük, yüreğindeki yalnızlık azaldı.Tüm bunlar yaşamına coşku getirmişti. Artık insanları daha çok seviyordu.
Acemi okeyci eksik olan taşı bulunca, " İşte bu kadar, okey! ” diye ünledi. Masadakiler suskunlaşmıştı. Bayan AŞKIN, " Ben de teke bekliyordum.” dedi yakınmasız. Diğer iki oyuncu ise, "Acemi de şimdi ben açtım diye övünür.” diyerek taşları harmanladılar. Taşların iyice karıştırılması gerekiyordu. Yoksa aynı taşlar aynı kümede yer alabilirdi.
Taşlar masanın üzerinde bir süre yaygın olarak durdu. Sonra beşerli eşleştirilip küme küme dizildi. Sıra dağıtmaya gelince acemi yardım istedi. Bayan AŞKIN’ın becerisi acemiyi rahatlandırmıştı. " Oh be, haydi şimdi göreyim sizi.” derken açılan taşın “ toprağımızın rengi ”olduğunu gördü.
Kol üstünde oturan utçu Yaşar bu taşı böyle çağırınca adı “ toprağımızın rengi ” olmuştu. Oysa, bay AŞKIN “ matem rengi ” diyordu buna. Bu da dört sayı demekti. Utçunun uduyla özlemleri, sevgiyi çağıran sesi akşamlara başka güzellik katıyordu. Müzik gibi uzun yaşaması dileğiyle adı Yaşar konmuş. Udun tellerinde gezinirken yaşam üstüne seslendirdikleri dinleyenleri başka güzelliklere taşıyordu. O adıyla yaşayacaktı. Yüreklere düşen sesiyle utçu Yaşar yarınlara kalacaktı. Bunun böyle olmasını gerektirmeyen bir neden yoktu.
“ Toprağımızın rengi ” adlandırması şiiri müziğe dönüştüren utçu Yaşar’la o geceden bu yana yasları içinde eritir olmuştu. Yaşar’ın yanık ezgileri Marmara’nın güneyinde ağızdan ağıza söylenip durdu geceler boyu. Söyleşiler her gece müzikten şiire, şiirden müziğe dönüşerek sürüp gitti..
sabaha dönüştü düş
can buldu su
çiçekler söyleşti uzun solukla
Kapıdağ yarımadasının güney batı ucu gündüzün yakıcı sıcağını geride bırakmıştı. Masalar gündüzün tenteliklerin serinlettiği alana dizilmişti. Geceyi aydınlatan renkli ışıkların altındaki açık alanda Utçu Yaşar’ın müziği sesiyle bir kez daha buluşmuştu.
O gece, gündüz oynanan okey oyununu aceminin yenilmeden nasıl bitirdiği, bay AŞKIN’ın oyununu tamamlayamaması, oğlunu götürüp dönmemesi konuşulup durdu. Bayan AŞKIN ‘ın okey ustalığı yanında müzik eşliğinde okuduğu şiirler de o geceden kalanlardı.O kıyılarda yinelenip durdu o ses..
martıların çığlığı
temmuz sıcağında
közlenen bir yüreğe düşüyor
kıyıda
çığlık çığlığa sesler
ıslak serinliğinde kumsal
kara ateş
çoğaltıyor mavisinde coşkuları
bildik dost
Bayan AŞKIN’ın çoğalan sevinci, umutları, beklentileri dizelerde saklıydı.O yeni dostlukları yakalamıştı; artık yalnızlığa, yakınmalara “ paydos ” dedi.
Dinlencenin ayrılık gecesinde sevinç, özlem, ayrılığın verdiği burukluk iç içeydi. Böylesine dostluklar yaratan giz bu kısa sürede nasıl da oluşmuştu. Bu gizi sürdürecek olanlar o ayrılık sabahı telefonlarını, adreslerini birbirlerine yazdırtıyorlardı .Çünkü yeşeren dostluklar sevgi ile örülmüştü.