- Kategori
- Öykü
Bugün bir bebeği toprağa verdik..

Araba sessiz... Yanımda Barış, arkada karısı... Arabaya bindiklerinden beri hiç konuşmadılar; benim de soracak iki sorum olmadı; bütün soruları içimden sordum ve kendi kendime cevapladım. Trafiğin de kalabalık olmasından son derece yavaş ilerliyoruz. Araba kullanmasam sadece gözlerle anlaşabiliriz gibi geliyordu bana. Sabaha yakın aradı Barış:
"Muzaffer Abi, Benim bebek vefat etmiş hastanede. Ben sabah işe gelip sabah servisini yapıp çıkabilir miyim?"
"Ne diyorsun Barış?" diye geveledim.
"Ne oldu peki?" diyemedim. "Nasıl gideceksin?" dedim.
"Minibüsle" dedi. "Ben alırım seni; beraber gideriz." diyebildim.
Sonra yatağımın ayakucuna doğru oturup öylece dalıp gitmişim. Bir an Cerrahpaşa'da kaybettiğim kardeşimin bütün görüntülerini hızlıca tekrarladım yeni uyanmaya çalışan zihnimde.
Cerrahpaşa'ya gidip bebeği alacaktık. Arabada ki sessizlik uzun sürdü; bir kaç kelimelik konuşmalarla sadece yolun durumu değerlendirildi:
"Neden bu kadar tıkalı?" "Acelemiz mi var Barış?" dedim.
Doğru, kimsenin, hele bebeğin, artık hiç acelesi yoktu. Bundan bir ay önce yine bir sabah Barış telefon edip
"Muzaffer Abi, Benim hanımı acile yatırdık; galiba bebekte bir sorun varmış. Bugün sezaryenle alacaklarmış." dedi.
“Barış kaç aylıktı bebek?" dedim "Abi, Altı aylık.."
"Neden bu kadar erken?" dedim. "Besleyememiş annesi... Çocuk, ultrasonda problem göstermiş." dedi.
"Peki, beni gelişmelerden haberdar et; bir ihtiyacın olursa ara..." Aramamıştı... Bir ay önce çocuk, 6 aylık doğdu. Yoğun bakım ünitesine almışlardı. Bir tanıdığım, hastanede Barış ile karşılaşmış; sonra çocuğun doktorlarıyla konuşmuştu.
Sezgin, " 'Abi çocukla uğraşıyorlar; ama hiç umut yok' diyor hemşireler" demişti bana. “Ağzından sakın bir şey kaçırma” dedim.
Vakit gelmiş; vade dolmuştu.
Hastane parkına arabayı bıraktıktan sonra çocuk acilin kapısından içeri girdik. Sezgin ile karşılaştık.
"Abi, başınız sağ olsun; dün gece bebeği kaybettik" dedi. "Sağol Sezgin..." deyip hastane morguna gittik ki işlemlerin neler olduğunu öğrenelim. Morg görevlisi, "Bu iki evrakı doktoruna imzalatın; gelin alın cenazenizi..." dedi, alışılmış ve sıradanlaşmış cümleleriyle.
Gidip imzaları attırıp tekrar morga döndük. Ben arabayı morgun önüne getirdim. Barış, küçücük bir parçayı pembe bir havluya sarılı şekilde elinde tutarak geldi.
Küçücük Yarabbi!
İki elini uzunlamasına tut parmaklarını bir birine değdir; o kadar işte!
Yanımdaki koltuğa oturdu; elleri dizinin üstünde...
Elinin üstünde küçücük bir parça...
Kardeşimi aynı morgdan alışımızı, cenaze arabası ile eve gönderişimizi, benim hastane bahçesinden ayrılmadan yaklaşık iki saat dolaşmamı , Doğan'ın hastane odasına dönüp boş yatağın yanından ayrılamayışımı tekrar,tekrar yaşadım.
Gözlerimde oluşan buğuyu aynalara bakarak kesmeye çalıştım. Hala konuşmuyorduk.
Küçücük... iki elin yan yana gelişi kadar!
Dünyayı bile algılamadı; parmağını emmedi; annesini görmedi; annesinin memesini emmedi; kakasını yapmadı; hiçbir şey...
Işık hızıyla geldiği dünyadan yine ışık hızıyla gitti.
Bir dünyadan gelip konakladı ve başka bir dünyaya doğru hızlıca gitti.
Çok acelesi varmış; hiç durmak istemeden, "beklemeyin beni" demeden gitti.
Onca acıları,onca sevinçleri, üzüntüleri, aşkları, sevgileri, binlerce duyguları yaşayan bizler bir tarafta, hayata karşı tecrübe dahi etmeden giden bebek bir yanda !
Mezarlık işlemleri kısa sürdü. Bir kaç akraba geldi mezarlığa...
"Neden haber vermedin kimseye?" dedim. "Kimi yorayım şimdi abi" Dedi sigarasını içine çekerken.
Toplam beş altı kişi kıldık cenaze namazını; yine beş altı kişiyle mezarlığa gittik.
"İmam yok mu?" dedim. "Biz yaparız." dediler.
Mezarlık görevlisiyle beraber açılan küçük bir toprak derinliğine bebeği koyduk.
Dünyaya gelerek ne görmüştü ki yerin altına gidiyor? Bir şey anlamadı ki hayattan!
Annesine ara sıra gözüm takılıyor; öylece kalmış, kalakalmış...
"Geç kızım buraya." diyorlar oraya geçiyor;
"Bin arabaya." diyorlar arabaya biniyor.
Ne düşünüyor, aklından neler geçiyor? Hiçbirini anlayamıyorum. Öylece bakıyor sadece...
Mezarlık müdürlüğünde kefene sarılmış olan bebeğini mezarlığa kadar elinden bırakmamıştı.
Arabanın arka koltuğunda otururken aynadan baktığımda arada bir kafasını hiç önüne eğmeden dışarı bakıyordu; elinde bebeği vardı...
Defin işlemi bitti; arabaya bindik ve siteye kadar yine hiç konuşmadan geldik. sadece "Allah sabır versin kızım" diyebildim.