Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 
 

Yıldırım Çakmak

http://blog.milliyet.com.tr/zin

07 Ocak '11

 
Kategori
Öykü
 

Beklenmedik efendi- bölüm 2

Beklenmedik efendi- bölüm 2
 

Altın Gündöndü kasabasının ismininin toprağa altın tohumları ekildiğini düşündürecek güzellikteki sarı renkleriyle bir ufuktan diğerine yeri kaplayan ayçiçeği tarlalarından geldiğini öğrenmek için kasabadaki herhangi birine sormanız yeterlidir. 

Ayçiçekleri, gözü aşkla kör olmuş birinin benliğini feda ettiği kişiyi, sefaletini umuduyla güçlendirerek hayranlıkla izlemesi gibi, güneşi izlerler. Taç yapraklarının sarışın kıldığı, tohumları taşıyan tepsi gibi yuvarlak başlarını çevirerek günışığını takip ederler. Güneş sabah isteksizce yüzünü gösterirken yüzlerini ona çevirirler, sonra akşam umursamazca kaybolunca hüzünle topraya bakar ve ertesi sabah tekrar ortaya çıkıncaya kadar boynu bükük kalırlar. Güne dönen ayçiçeği yerel lehçede, gündöndüdür. Orada yaşayan hemen herkes kasabanın isminin buradan geldiğini bilir. Bu yüzden, gerçek hikâyeyi öğrenmek için herhangi birine sormanız yeterli olmaz. 

Yasaklanmış bir hikâyeyi sokaktan çevirdiğiniz birinin size anlatmasını beklemek, ayçiçeklerinin günün birinde güneşin gökyüzünden yanlarına inmesini beklemeleri gibi olur. Bu hikâye balıkçı tezgahının etrafında dolaşan bir sürü martı gibi sıradan insanların ağızlarında değil; yüksek ve sarp kayalıklarda dolaşan kartallar gibi kalabalık yerlerde bulamayacağınız tuhaf insanların ağızlarındadır. Soran insanların gözlerinde hakikat taşımaya ehil bir yürek sezildiğinde, unutmayı reddeden ve bu pahada acı çekmeyi göze alan insanlar tarafından kulaklara fısıldanarak anlatılır. Neyse ki, bu seferlik öyle birini aramanıza gerek kalmadı çünkü bu, Altın Gündöndü kasabasının ismini nasıl aldığının gerçek hikâyesidir. 

Sabah olmasına birkaç saat vardı. Nalburluk yapan bir adam ve evhanımı karısı yatak odalarındaydılar. Erken yatan insanlardı, o saatte uykularının derin bir yerlerinde olurlardı. Fakat kadın hiç kıpırdamamış olmasına rağmen yıllardır birlikte uyuduğu kocasının uyandığını hissetmişti. Kocasına neden uyandığını sormak amacıyla, "Daha sabah olmadı, değil mi?" diye sordu. 

Adam yatakta gözlerini açtı. 

- Horoz öttü. 

- Ne olmuş? 

- Daha erken. 

- O zaman öğlen kesip komşuları da çağırıp yeriz. Uykunu bölmeye değer mi? 

- Bu horoz erken ötmez. 

Bahçeden yine horozun güçlü sesi geldi. Adam uyku mahmurluğuyla yavaşça doğrulup ayaklarıyla terliklerini aramaya başladı. 

- Ben bahçeye bir bakıp geliyorum. Sen yat. 

- Yatıcam tabi, senin gibi deli miyim bu saatte sıcak yataktan çıkayım. 

Kadın ilgisizliğini alaycı ses tonuyla açıkça belli etmek istemişti, arkasını döndü. Nalburun yüzü, uykudan zamansız uyanmasının üstüne bir de karısının kadın başına tedirgin olacağına kocasının ihtiyatlı olmasıyla dalga geçmesinin verdiği rahatsızlıkla asılmıştı. 'Umarım biri kümese girip yumurta çalmaya kalkışıyordur da kafasını koparıveririm.' Terliklerini bulunca ayağına geçirdi ve omuzlarına bir ceket atıp bahçeye çıktı. 

Gece ayazdı. Eşikte durup serin havayı derin derin birkaç kere içine çekip uykusunu açmaya çalıştı. Ardından kümesin üstünde tünemiş horoza baktı. Sahibinin halinden memnun olmadığını anlaması için alnını kırıştırdı, dudaklarını büzüp kısık gözlerini horoza dikti ve horozun utanarak bakışlarını kaçırmasını bekledi. Horoz göğsünü kabartıp kanatlarını açtı ve durduğu yerde çırptı. Daha da uzun öttü. Nalbur görmüyordu ama kümesin içinde kapıya yakın üç çift göz tahtaların aralıklarından ona bakıyordu: İki tavuk, ve otuz yaşlarında bir adam. 

Kümeste çömelmiş hayâl kırıklığıyla dışarı bakan adam içinden şöyle geçirdi: "Bu saatte, bu soğuk havada aklı başında bir insan dışarı çıkmaz nalbur efendi, haa benim gibi önemli bir işi yoksa, yani sen ahmağın biri olmalısın." Evsahibi gelip onu içerde yakalamadan önce bu durumdan kurtulmak için önündeki seçenekleri değerlendirdi. "Dışarı çıkar, kendimi tanıtır, makul bir yalan uydurur ve inanmasını umarım. Veya..." 

Adam içerden kümesin kapısını kırarak açtı, koşarken elinden düşürdüğü yumurtalar düşüp kırıldılar, birkaç kabağı ve baharat olarak ekilen birkaç bitkiyi ezdikten sonra nalburun karısının en sevdiği çiçeklerini çevreleyen çitlerin üstünden atladı ve onların üstüne indi, vargücüyle koşarak ordan çıkarken çoğunu yerle bir etti, bahçe duvarına ulaştıktan sonra dışarıdaki ağaçların arasında kayboldu. 

Nalbur birkaç saniyede başlayıp biten olayın ardından bahçedeki hasarla başbaşa kaldı. Kümese doğru bakınca horozun bakışlarıyla karşılaştı. Hayvan sanki 'Şimdi bana inandın herhalde?' demek ister gibi bakıyordu. 

 
Toplam blog
: 4
: 621
Kayıt tarihi
: 17.11.10
 
 

1982 doğumluyum. Yazmak bana kendimi tamamlanmış hissettiriyor...