Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

15 Şubat '10

 
Kategori
Öykü
 

Beklenmedik şeyler olur bazen

Beklenmedik şeyler olur bazen
 

Rüzgârın sesi içime işliyordu, kiremitlerden, bacalardan, elektrik direklerinden, pervazlardan ve dokunup geçtiği her şeyden çıkardığı farklı tınıdaki seslerin oluşturduğu vahşi senfoni beni üşütüyordu, rüzgâr şiddetlendikçe kucağımda sırtı bana dönük biçimde yatan Nadya’ya daha sıkı sarılıyordum, bir elimle bir göğsünü, ötekiyle de karnını avuçlamıştım, ufacık, belli belirsiz göbeği üzerindeki sol elimle küçük daireler çiziyor, işaretparmağını arada bir göbek deliğine daldırıp gıdıklıyordum, göğsündeki elim de boş durmuyordu tabii, onunla da meme ucunu sıkıyor, tutup çekiyor, mıncıklıyordum, severim böyle şeyleri.

Nadya, göğsünü avuçladığım sağ elimi tutup koynundan çıkardı, elim öksüz kaldı sanki, memeden ayrılmış bebek gibiydi, ama Nadya beklemediğim bir şey daha yaptı, parmaklarımı açıp avucumu öptü sonra da usulca yastığın üzerine bıraktı, sonra da bir düğümü itinayla çözer gibi göbeğinin üzerindeki elimi kaldırıp yataktan yavaşça kalktı, ben de dönüp sırt üstü yattım, hiçbir şey söylemeden öylece duruyordum, kalkarken üzerimdeki yorgan biraz sıyrıldı, üşüdüm, ben çok üşürüm, bir şeyden ayrılmak insanı üşütür, Nadya sıyrılan yorganı tekrar üzerime örttü, iyice yukarı çekip kafamı içeride bırakacak şekilde kapattı, dünyam karardı, bir hamleye hazırlanan oyuncu bir yavru kedi gibi bir süre kımıldamadan durdum, yüzümü tamamen kapatan yorganın burnumun üstüne gelen kısmı nefes almamı güçleştirince tutup aşağı, göğsüme doğru indirdim, tam da Nadya çıkmak üzereydi, ne güzeldi, dönüp geriye baktı, şaşkın halime güldü.

Nereye gitti acaba, tuvalete mi, su içmek için mutfağa mı, kapanan tuvalet kapısının sesini duydum, sırt üstü öylece yatıyordum, büyük dertleri olan ve ciddi şeyler düşünen insanlar gibi, ağzım sımsıkı kapalı gözlerim uzakta, ellerimi başımın altında kavuşturmuş, parmaklarımı birbirine geçirip birleştirmiştim, oysa büyük dertlerim yoktur benim, yani hayatı pek dert ettiğim söylenemez, derine inmem fazla, biraz tavana baktım, kötü mastarlanmış sıvasında yer yer çukurlar ve belli belirsiz tümsekler vardı, ustaya sövdüm içimden, hay senin elini, izanını falan, hemen dikkatimi başka şeylere yönelttim, hayatı pek kafama takmam ama böyle ufak şeyleri takarım, takıntılı biriyim aslında, karşı duvardaki saate baktım, altındaki termometreye, termometreyi severim, hatta saygı duyarım, alanında tek uzman gibi bir şeydir o alet, mesela saatin olmasa başka göstergelerle zamanı aşağı yukarı ölçebilirsin, havanın aydınlığından, ezanlardan falan, ama sıcaklığı başka şeyle ölçemezsin, dışarıdan eve geldiğimde mutlaka termometreye bakarım, sıcaklık yaz günleri mesela otuz derecenin üstüne çıkmışsa biraz panik yaparım, sıcağı da sevmem çünkü, ama fazla değil, kışın da on derecenin altına düşmüşse işim kötü demektir, bu beni daha da üşütür.

Nadya’nın boynunun altında kalan sağ elim hafiften uyuşmuş, serbest kalınca da kanın birden bire damarlara hücum etmesiyle karıncalanmıştı, sanki onlarca toplu iğneyi aynı anda batırıp çıkarıyorlardı koluma, pis bişey bu, karıncalanmayı gidermek için dirseklerimi kanat çırpar gibi birkaç defa açıp kapattım, uyuşukluk tam geçmedi ama geçer gibi oldu, Nadya'yı özledim, evet tuhaf bişey ama cidden özledim, birden bire aşırı özledim hem de, sanki yıllarca görmemişim gibi, bu arada Nadya Rus falan değil, değişik bir isim olsun demiş annesi, öyle bulmuşlar, benimkini boşverin, şu sıradan isimlerden biri işte.

Üzerimdeki yorganı fırlatıp aniden kalktım, yay gibi derler ya işte öyle fırladım resmen, rüzgâr esiyordu hâlâ, vuuuu, viiuuu, boş bir tenekeyi oradan oraya tangır tungur savurup duruyordu, bir yerlerde bir çatıdan bişey mi uçtu ne oldu, bir şangırtı koptu, bu sesler beni daha üşüttü, hızlıca yürüdüm, tuvaletin kapısında durdum, kapıyı tıklatmak için elimi kaldırdım, tam vuracakken vazgeçtim, tereddüt ettim, kızar mıydı acaba, biri tuvaletteyken içeri girmek pek normal bir şey değildir ne de olsa, biraz bekledim, sonra ortaparmağımı başparmağıma dayayıp çekiç haline getirdim, kapıyı hafifçe üç kere tıklattım, sen misin diye seslendi Nadya içeriden, evet, benim hayatım dedim, n’oldu, bişey mi oldu, hayır, bişey yok, içeri girebilir miyim dedim, tuvaletteyim hayatım, kalkıyorum zaten şimdi, sen çıkmadan girmek istiyorum ama dedim, niçin, n’oldu ki, bişey olmadı da ne bileyim, özledim dedim, bunu söylerken boynumu eğip sağ kulağımın üst yanından kafamı kaşımıştım, mahçup olduğum zaman bu hareketi yaparım elimde olmadan.

Şaşırmış olmalıydı Nadya, özledin mi diye sordu, evet, ama gerçekten özledim dedim, şaka değil, birden bire yalnız kaldım sanki orada öyle dedim, ya ne diyorsun hayatım, dur bi saniye dur, zaten bitti işim kalkıyorum dedi, ama çok özledim Nadya dedim, Allah Allah n’oldu sana diye söylendi, gireyim mi dedim, tam o sırada sifonu çektiği için sesim arada kaynadı gitti, sifonun homurtuları dinince tekrar sordum, geleyim mi, biraz ürkek ama tutkuluydu sesim, yani ürkek olmasına ürkektim de biraz da tutku kattım, ama numara da yapmıyordum, iyi peki gir hadi gir dedi Nadya.

Kapıyı yavaşça aralayıp içeri süzüldüm, Nadya hâlâ klozette oturuyordu, oraya otururken sıyırıp bacaklarına indirdiği külotunu yukarı çekti, ona bakıp gülümsedim, Nadya biraz merak biraz da şaşkınlıkla tekrar sordu, gerçekten ne oldu tatlım, korktun mu yoksa, hayır, sevgilim, garip gelecek biliyorum ama gerçekten özledim, sanki çok uzun bir süre geçmiş sen gidip kaybolmuşsun gibi hissettim birden dedim, o panikle yataktan nasıl fırladım bilemezsin, lavabonun yanında durmuş özlemle ona bakıyordum, Nadya kalktı, boynuma sarılmak için kollarını uzattı ama birden vazgeçti, ellerini yıkamadığını hatırladı demek ki, az bi dakika müsaade et canım dedi, kenara çekildim.

Nadya ellerini uzun uzun yıkayıp, kuruladı, ben de onu seyrediyordum, döndü, bana yaklaştı, parmaklarını saçıma geçirip yukarı doğru taradı, ağlayan çocuğunu susturmaya çalışan şefkatli bir anne gibiydi, kafamı birkaç defa okşadı, korkma yavrucum, ben buradayım, hiç bi yere kaybolmadım, hanimiş de bi tanesi, gözlerimi kapattım, Nadya’nın saçlarımda dolaşan eline teslim etmiştim kendimi.

Ya dalga geçme Nadya, hakkatten özledim diyorum bak dedim, Nadya ellerini omuzlarıma koydu, geri doğru iterek kendisinden biraz uzaklaştırıp gözlerime baktı, güçlü bir ışığa tutulmuş gibi gözlerimi kırpıştırdım, kirpiklerim birbirine dolaştı, birinin gözlerine bakmak beni utandırır, gerçi Nadya’dan utanmazdım ama o anda böyle bir şey yaptığım için biraz utandım, şaka yapmadığımı anlamış gibiydi, ensemden tutup kendine doğru çekti yeniden, gözlerime birer öpücük kondurdu, benn de onu belinden kavrayıp sıkıca sardım, önce burnunun ucunu hafifçe öptüm, sonra dudaklarını, uzun uzun, Nadya’nın nefesi kesilip beni itinceye kadar öylece kaldık, hoh diye derin bir nefes aldı dudağımdan kurtulunca Nadya, alt dudağımı başparmağı ile işaretparmağı arasına alıp sıktı, çekip sündürdü, komik görünüyor olmalıydım, halime güldü, haklısın deli, ben de özlemişim valla, ne yapsak, tuvalete de mi beraber girsek artık dedi, Nadya’nın söylediğinde ciddi olup olmadığını yoklamak için sordum, ben de özledim derken dalga geçmiyorsun değil mi Nadya, yok, ciddi diyorum bak, ben de özledim.

Neyse hadi içeri geçelim dedi Nadya, ama benim de çişim gelmişti, tamam, az dur, geliyorum deyip klozete yaklaştım, kapağını kaldırıp ayaküstü işemeye başladım, tuvalet giderinin köpüklenen suyundan şoorrr diye bir ses yükselirken banyoya da ince bir amonyak kokusu yayıldı, otur da yap tuvaletini terbiyesiz çocuk diye takıldı Nadya, Allah bize ayakta işeme kabiliyeti vermiş kızım dedim, utangaç bir çocuktan arsız bir ergene dönüşmüştüm birden, şorrr, ne biçim ses çıkarıyorum değil mi Nadya, iyice şımardım, evet aferin, çok iyi ses çıkarıyorsun, maaşallah, arazöz gibi dedi Nadya, çocukken toprağa işer, şekil çizerdik böyle çişimizle dedim, çok da büyümüş sayma kendini dedi Nadya, haksız değildi.

Bu defa ikimiz birlikte güldük, işimi bitirip döndüm, elimi yıkamak için lavaboya geçtim, Nadya az önce elini kurulayıp yerine astığı havluyu aldı, elimi yıkamamı bekledi, musluğu kapattım, ellerimdeki suyu uzaklaştırmak için lavaboya birkaç defa silkeledim, havlu çok ıslanmasın, böyle şeylere dikkat ederim, Nadya havluyu uzattı, elimi kurulayıp havluyu yerine astım, banyodan çıkan Nadya mutfağa yöneldi ben de peşinden, su içecem ben, ister misin sen de diye sordu, isterim evet dedim, aslında susamamıştım, suyla pek aram yoktur, hele bu soğukta, yani yıkanmayı temizliği falan severim de su içmeyi fazla sevmem nedense, ama Nadya içerken ona eşlik etmek istedim, tuvaletin kapısını çektim, ışığı kapatıp Nadya’nın arkasından mutfağa girdim.

Nadya sürahiden su doldururken ben de pencereye doğru gittim, perdeyi aralayıp dışarı baktım, rüzgârın oraya buraya sürüklediği o tenekeyi görmek istiyordum, neredeydi acaba, ama dışarısı karanlıktı, ikide bir arızalanan sokak lambası bu gece de yanmıyordu, tenekeyi göremedim, görsem ne yapacaktım sanki, yine de merak etmiştim, suyunu al, deyip bardağı uzattı Nadya, nereye bakıyorsun diye ekledi peşinden, hiç dedim, öylesine baktım, rüzgârı görebilecek miyim diye, bazen böyle hiç yok yere kolayca yalan söyleyiveriyordum, rüzgârı mı görecektin dedi, evet rüzgârı niye göremiyoruz ki dedim, yüzüme dikkatlice baktı, suyu içesim yoktu, zorla birkaç yudum aldım.

***

(Devam edebilir de etmeyebilir de)

 
Toplam blog
: 431
: 3853
Kayıt tarihi
: 30.06.06
 
 

Anahtar kelimeler: Antep, İstanbul, Haziran, İkizler, Beşiktaş, MÜ İletişim Fakültesi, Gazetecilik. ..