- Kategori
- Dünya Şehirleri
Belçika’nın romantik şehri, Kuzey’in Venedik’i: Brugge

Eşim tanıştığımızdan beri hep ‘Seninle Brugge’e gidelim.’ diyordu. Oranın romatizmin baş tacı olarak gösterilen Paris’ten bile romantik olduğunu söylüyordu. İşte tanıştığımızdan beş yıl sonra Brugge’de yan yana yürürken bunlar geldi aklıma. Beş senenin anıları bir bir gözlerimin önünden geçerken dar arnavut kaldırımlardan yürüyüp Belçika’nın nefis çikolatalar satan renkli küçük dükkanlarını gezdik.
Kanallarla çevrili tarihi binaların bulunduğu sokaklar, denildiğine göre Belçika’nın eliyle restorasyon adı altında bozulmaktan İngilizlerin sayesinde kurtulabilmiş. Bu nedenle İngilizlere şükran duyan bazı Belçikalılar var. İngilizler burayı görünce aşık olmuşlar ve şehrin üçte birini de satın almışlar. Öyle ya da böyle birileri sahip çıkmış, bu güzelim şehri tarihiyle birlikte uzun süreli korumuştu. Bu küçük şehri kanallarıyla, tarihi meydanları ve şirin kafeleriyle Avrupa’nın en güzel şehirlerinden biri olarak gösterenlere hak verilmeyecek gibi değildi.
Kırmızı, turuncu, yeşil yapraklı ağaçların dinginliğinde kanal boyunca yürüdükten sonra küçük bir meydanda şirin bir kafenin kaldırımdaki küçük masalarından birine oturup meydandaki bankta oturan sevimli yaşlı bir çifti, köpeğiyle oynayan adamı, at arabalarıyla geziye çıkmış turistleri izlemeye koyulduk. Sarışın garson kız tüm Brugge’lüler gibi saygılı ve canayakındı. Orada yerel birayla yediğimiz gulaş unutulmayacak kadar lezzetliydi, hele de arkamızdan hafif bir güneş bizi ısıtırken.
Küçük bir şapeldeki Michelangelo’nun 1504’te 20’li yaşlarının ortasında beyaz mermerden yaptığı Madonna’sını görmeye gidiyoruz. Michelangelo’nun hayattayken hiçbir eserinin İtalya dışına çıkmasına izin vermediğini duyduğumdan heykelin Brugge’e nasıl geldiğini biraz araştırdım. Kaynaklarda hep farklı nedenler görünce iyice kafam karıştı. Hatta Michelangelo’nun Madonna heykelini kimseye göstermemesi için babasına yazdığı mektubu duyunca ‘Fazla merak iyi değildir’ diyerek kendimi telkin ettim.
Kanallarda yüzen kuğuları, sonra güçlü atların çektiği arabaları izleyelim derken ‘güçlü’ ile ‘akıllı’ diye turistlere kolayca anlatılan ülke kahramanlarının heykelinin bulunduğu geniş ana meydanda çiçeklerle süslü kaldırım kafelerinden birine vardık. Kahvemizi içerken yağmur geliyorum demeden bir anda bastırdı ve öyle delice yağmaya başladı ki gezimizin sonu ıslak bitti. Yine de Kuzey’in Venedik’inin huzuru üstümüze yapışmıştı.