- Kategori
- Deneme
Ben ağlamamalıyım

İnternet
Garip bir yüktü zaman, isteksiz omuzlarda… Ağır gelse de ağrı veren varlığı, katmerleri arasında hiç bitmeyecek yolculuklarla sürdürürdü varlığını.
Herkes, dilendiğince ciğerlerine çekerken havayı, ücret olarak, bir ömür dilendiği günleri, musallaya bırakacaktı.
Zaman, bir delikanlının, ilk kuşak dedesinden kalma, küçük bir cep aynasıydı. Baktıkça arkayı gösteren… Daima “ ileri” şarkıları söylerken, bir yandan cep aynamızdan arkamızı kolluyorduk.
Sonbahara “ yağmur mevsimi” dediler. Zamanın sulu gözlü kızıydı sonbahar… Oysa yağmur, her mevsimin sebiliydi. Sulu gözlülüğü sonbahara verdiler…
Dörde dilimlenmiş zamanın, nikah masasında terk edilmiş kızıydı kış... Bembeyaz duvağına ayak izi çizdi, gizli ressamlar. El değip, bakire ölmeyi kışa verdiler…
Yeniden doğurdu zaman, beyaz ölümlere inat. Yeşil gözlü, entarisi çiçekli bir kızdı ilkbahar… Saçlarına ölü çiçekleri taç yapıp, eteklerine solacağını bile bile goncalar çizdiler… O da sonbahar kadar ağlamaklı idi oysa, umudu ilkbahara verdiler.
Kızıl saçlı, cazibesiyle baş döndüren, davetkar bir kızdı yaz… Zamanın en sıcak yürekli evladıydı ama, sıcaklığını gün görmemiş gecelerde kullandılar… Oysa ne lekeler vardı beyaz astarların altında, ama, yosmalığı yaza verdiler.
Gözleri kör bir dervişe, gökkuşağı kaç renk demişler… Yedi deyip, kıymış derviş diğer renklere… Her güne bir renk düşüyormuş aslında, siyahı ölüm günlerine vermişler…
Bütün insanlık, aynı hizada koşuyorken sonsuza, bazılarının tökezlemesiyle bozuldu sıra, sonra dağıldık. Artık bambaşkaydı her birimizin zamanları, kimimiz yok olurken, kimimiz yarı yoldaydık.
Çoğaldık… Aşık oldukça…
Lav olmuş bir koronun, solo şarkılar bilmeyen insanlarıydık, konuşamadık, anlaşamadık, her birimiz tek başımıza, kendi solo hayatımızı yazdık…
Benimki annemle başlar…
Annem, sonbaharın, sonbaharda doğurduğu gamlı kızı… Babamın mevsimi meçhul, bazen sağanak, bazen fırtına, bazen sıcak, bazen kar…
Ortalarda sıkışmış insanlar, her şeyi üç yüz altmış derece yaşar. Döner yanar, döner donar, döner ağlar, döner güler…
Sonbaharda doğduğu için, elbiseleri hep sarı olan annem, çeşit çeşit giyeyim diye beni mevsimsiz doğurmuş. Babam gibi..
Aslında senenin tam ortasında uçmuş gözlerime konan melekler… Haziranın utanmaz gecelerinde açmışım gözlerimi… Utangaç meleklerim uçuyorken sonsuza…
Suskunmuş dilim. Ağlamamışım… Sonra vurdular ilk tokadı, oysa vurmasalardı da ağlayacaktım…
Sonra annem ağlamış…
Sonra ikimiz hep ağlamışız…
Sonra mevsimsizler ağlamış, babam gibi..
Ey zaman!
Dalgaların gözlerime vurmasın artık! Ben günlerden haziranım.
Annem çorak topraklara gözyaşı akıtarak doğurmuş beni.
Çatlamış toprakların, su istemez dalıyım ben, ağlatmayın, ağlamamalıyım.
Yoksa çürüyecek yapraklarım.
ENGİNDENİZ
Herkes, dilendiğince ciğerlerine çekerken havayı, ücret olarak, bir ömür dilendiği günleri, musallaya bırakacaktı.
Zaman, bir delikanlının, ilk kuşak dedesinden kalma, küçük bir cep aynasıydı. Baktıkça arkayı gösteren… Daima “ ileri” şarkıları söylerken, bir yandan cep aynamızdan arkamızı kolluyorduk.
Sonbahara “ yağmur mevsimi” dediler. Zamanın sulu gözlü kızıydı sonbahar… Oysa yağmur, her mevsimin sebiliydi. Sulu gözlülüğü sonbahara verdiler…
Dörde dilimlenmiş zamanın, nikah masasında terk edilmiş kızıydı kış... Bembeyaz duvağına ayak izi çizdi, gizli ressamlar. El değip, bakire ölmeyi kışa verdiler…
Yeniden doğurdu zaman, beyaz ölümlere inat. Yeşil gözlü, entarisi çiçekli bir kızdı ilkbahar… Saçlarına ölü çiçekleri taç yapıp, eteklerine solacağını bile bile goncalar çizdiler… O da sonbahar kadar ağlamaklı idi oysa, umudu ilkbahara verdiler.
Kızıl saçlı, cazibesiyle baş döndüren, davetkar bir kızdı yaz… Zamanın en sıcak yürekli evladıydı ama, sıcaklığını gün görmemiş gecelerde kullandılar… Oysa ne lekeler vardı beyaz astarların altında, ama, yosmalığı yaza verdiler.
Gözleri kör bir dervişe, gökkuşağı kaç renk demişler… Yedi deyip, kıymış derviş diğer renklere… Her güne bir renk düşüyormuş aslında, siyahı ölüm günlerine vermişler…
Bütün insanlık, aynı hizada koşuyorken sonsuza, bazılarının tökezlemesiyle bozuldu sıra, sonra dağıldık. Artık bambaşkaydı her birimizin zamanları, kimimiz yok olurken, kimimiz yarı yoldaydık.
Çoğaldık… Aşık oldukça…
Lav olmuş bir koronun, solo şarkılar bilmeyen insanlarıydık, konuşamadık, anlaşamadık, her birimiz tek başımıza, kendi solo hayatımızı yazdık…
Benimki annemle başlar…
Annem, sonbaharın, sonbaharda doğurduğu gamlı kızı… Babamın mevsimi meçhul, bazen sağanak, bazen fırtına, bazen sıcak, bazen kar…
Ortalarda sıkışmış insanlar, her şeyi üç yüz altmış derece yaşar. Döner yanar, döner donar, döner ağlar, döner güler…
Sonbaharda doğduğu için, elbiseleri hep sarı olan annem, çeşit çeşit giyeyim diye beni mevsimsiz doğurmuş. Babam gibi..
Aslında senenin tam ortasında uçmuş gözlerime konan melekler… Haziranın utanmaz gecelerinde açmışım gözlerimi… Utangaç meleklerim uçuyorken sonsuza…
Suskunmuş dilim. Ağlamamışım… Sonra vurdular ilk tokadı, oysa vurmasalardı da ağlayacaktım…
Sonra annem ağlamış…
Sonra ikimiz hep ağlamışız…
Sonra mevsimsizler ağlamış, babam gibi..
Ey zaman!
Dalgaların gözlerime vurmasın artık! Ben günlerden haziranım.
Annem çorak topraklara gözyaşı akıtarak doğurmuş beni.
Çatlamış toprakların, su istemez dalıyım ben, ağlatmayın, ağlamamalıyım.
Yoksa çürüyecek yapraklarım.
ENGİNDENİZ