Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

14 Mayıs '13

 
Kategori
Tarih
 

Beni bu dertten kurtarın lütfen!

Bir ay önce, (13 Nisan 2013) Lüleburgaz’da düzenlenen “Trakyadaki Işık: Kepirtepe  Köy Enstitüsü” konulu çalıştayda konuşan Prof. Dr. Ömer Demircan, “1927’de, Millî Eğitim Bakanı Mustafa Necati,  “Yılda üç bin öğretmen yetiştirmeliyim” diyordu.” dediğini not etmiştim.

Sahnede de Atatürkün şu sözü okunuyordu; büyük bir panoda: “Geleceğin savaşı, beyin savaşı olacaktır;  bu savaşın zaferi eğitim yoluyla kazanılacaktır.”

Ne anlaşılır bundan?

Demek ki, Millî Eğitim Bakanı M. Necati gibi,  Cumhurbaşkanı Atatürk de eğitimin önemine inanmış…

Başbakan kim?

Bildiğiniz gibi, o sıralar Başbakan da İsmet Paşa…

Paşa’nın eğitimin önemine inanmadığını kim söyleyebilir!

İstanbul’a dönünce, Prof. Demircan’ın “Çalıştay” kitabına da alınan bildirisini okumak oldu ilk işim. Diyor ki, sayın bilim adamımız, “1923-24’te: 7 kız, 13 erkek öğretmen okulu varken, 1935-36 öğretim yılında sayı: 5 kız, 7 erkek okuluna iner.” (*)

Pekiyi, böylesine önemli görevlerde bulunan insanlar, eğitim üzerine böyle güzel sözler söylerlerken, nasıl oluyor da 1923’te 20 olan öğretmen okulu sayısı, 1936’da 12’ye düşüyor?

Mademki eğitime, güzel güzel söyledikleri gibi, böylesine değer veriyorlar, önem veriyorlar… Ne diye 12-13 yılda, öğretmen okullarının sayısını en az iki misli artırmıyorlar?

Haydi, şu ya da bu nedenle artırmadınız, artıramadınız diyelim, hangi nedenle Osmanlı’dan devraldığımız 20 okulun 8’ini kapatıyorsunuz?

O yıllarda söylediklerinin tersini yapmak ya da yaptıklarının tersini söylemek gibi modern bir felsefe akımı vardı da ben mi bilmiyorum yoksa!

Şaka bir yana, bir aydır düşünüyorum; bu işin mantığını ben anlayamadım. Otuz gün boyunca  bu problemi çözemediğime göre, demek ki bir eksiklik var bende!. İşe bakın ki, onca yıldır, bu konuda bir yazı da okumadım, bir söz de duymadım.

Evet, ben okumadım; ben duymadım ama sizler mutlaka okumuş, mutlaka duymuş olmalısınız.

Ne olur, bu konuda  bilgisi olan varsa,  beni aydınlatsın lütfen!,

Diyorum ki, “Onca akıllı, yetenekli, yurtsever ve dahi mlliyetçi ve devrimci insan böyle yapmakta bir sakınca görmediklerine göre, benim bulamadığım, bilemediğim bir mantığı olması gerekir bu işin.”

Öyle ya!.. Bir değil, iki değil, üç değil... Dört değil,  beş değil, altı değil… 20 öğretmen okulundan 8’ini kapatacak da bir Millî Eğitim Bakanı, koskoca Başbakan İsmet Paşa bunu görmezden gelecek! 

Olacak şey değil…

Haydi, gece gündüz var gücüyle çalıştığı için bundan haberi olmadı desek Paşa’nın, ya Atatürk’e ne diyeceğiz?

“Muallimler!.. Yeni nesil sizin eseriniz olacaktır.”diyen Kemal Atatürk’ün de haberi olmamıştır, diyebilir miyiz?

“Ülkemizi çağdaş uygarlık düzeyine ulaştırmak için, arka  arkaya devrimler yapmakla uğraşan, karanlığı yenmekle boğuşan ulu önderin böyle basit konulara ayıracak zamanı mı vardı?”derseniz, inandırıcı bir cevap olmaz bu.

Pekiyi, hükümeti denetlemekle görevli olan Meclis’teki  “mebus”lardan hiç değilse biri çıkıp, “Neden kapatıyorsunuz öğretmen okullarını?” diye sormamış mıdır?

Sormadılarsa, bu milletin temsilcileri olarak halkımızın her aybaşında kendilerine ödediği yüksek maaşları hak etmişler midir?

“-Aslında, seni tam bir aydır düşündüren bu sorunun cevabını senin bilmen ve kolayca bulman gerekirdi Hüseyin Erkan. Sen değil miydin, geçen haftaki makalende sözünü ettiğin o çalıştayda bir bildiri sunan Prof. Dr. Ömer Demircan’ın“Cumhuriyetin ilk yıllarında halkımızın % 95’i kırsal alanda yaşıyordu. Savaşı, bu % 95’ in içinden çıkan askerlerle kazandık. Ancak Meclis’te bu % 95 hiç temsil edilmiyordu.” dediğini anlatan. Demircan’ın söylediği doğru ise, TBMM milletin değil, milletin içinde bulunan yalnızca % 5’in temsilcisiydi. O  % 5, çocuğunu okutacağı okul ve öğretmeni her zaman, her yerde bulabilir. Tok, acın halinden anlamaz. Dolayısıyla tuzu kuru olan % 5’in temsilcileri; köylü, işçi, çiftçi, çoban gibi baldırı çıplakların derdiyle asla yanıp tutuşmaz.” diye bir cevap verecekseniz, peşin peşin söyleyeyim ki baştan, kabul etmeyeceğim.

“-Neden?.. Nesi yanlış söylediklerimizin?”diye sorarsanız; tamam, her cümleniz doğru; doğru söylüyorsunuz da, yine de sorumun cevabı bu olmasa gerek; diye düşünüyorum ben.

Hacı da vardı Meclis’te, hoca da… Hele hele bunlardan biri de benim hemşerim olan (Aksekili) Antalya mebusu Rasih Hoca (Rasih Kaplan) idi. (1920’den 1950’ye kadar)

En az öteki mebuslar kadar elbette namuslu, elbette yurtsever idi. Öyle olmasa, 1920’de ne diye koşup gelsindi ki Ankara’ya?

Öyle olmasa, TBMM reisi Mustafa Kemal Paşa’nın buyruğuna ne diye, “Baş sütüne Paşam!” deyip millî mücadeleye katkı için, birkaç arkadaşıyla birlikte Hindistan’a kadar gidip oradaki Müslümanlardan yardım olarak toplanan paraları alıp getirsindi?

İyi, güzel de, haydi başkalarını bir yana bırakalım, bu yurtsever ve cesur hemşerim, 20 öğretmen okulundan 8’i bir bir kapanırken:

“-Ne yapıyorsun sen Millî Eğitim Bakanı? Millî mücadeleyi biz bunun için mi yaptık? Cumhuriyeti biz bunun için mi kurduk? Seni bu makama öğretmen okullarını kapat diye mi getirdik? Biz bu hükümete bunun için mi güvenoyu verdik?”diye sormasını beklerdim.

Dahası, şunu da beklerdim ben, hemşerim Rasih Hoca’dan:

Bir gün, Cumhurbaşkanı Gazi Mustafa Kemal’i ziyarete gitsin Çankaya’ya:

“-Paşam,  desin; bildiğiniz gibi Hindistan, Pakistan, Bangladeş ve Afganistan Müslümanlarının millî mücadelemize destek için kendi aralarında topladıkları paraları

getirip size teslim ettim. Onun pek az miktarı, “Büyük Taarruz”dan önce Millî Savunma Bakanlığına borç olarak verildi. Zaferden sonra da bu borç tahsil edildi.”

Ve devamla:

“-Siz, çeşitli söylev ve demeçlerinizde milli eğitimin, okul ve öğretmenlerin halkımız, milletimiz ve cumhuriyetimiz için ne kadar önemli olduğunu çok veciz cümlelerle dile getiriyorsunuz. Öbür yandan“Bizleri bu makamlara getiren bu büyük millet için ne yapsak azdır.” diyorsunuz. Bundan cesaret alarak geldim size. Derim ki ben,  1922’den beri sizde emanet olarak duran önemli miktardaki o parayı, milli eğitim ordumuzu güçlendirmek amacıyla yeni okullar açıp iyi öğretmenler yetiştirmek talimatıyla birlikte Milli Eğitim Bakanlığına verelim. Böylece o meblağ, milletimiz ve devletimizin geleceği bakımından çok hayırlı bir iş için harcanmış olur. Heyette bulunan arkadaşlarımla birlikte, bu yardımın toplanıp kazasız belasız yurda getirilmesi için, gecemi gündüzüme katarak nasıl canla başla çalıştıysan, emir verin,  bu paranın halkımızın cehaletten kurtulması için son kuruşuna kadar nerelere nasıl harcanacağını da yakından takip edeyim.”

Maalesef dememiş,  diyememiştir bunu hemşerim. Neden acaba?

“-Din adamıdır, hocadır, beklenmez zaten O’ndan böyle bir şey söylemesi!..”diye küçümsemeye kalkmayın sakın hemşerimi.

“Karanlık Sokakta Aydınlanma:  Aksu Köy Enstitüsü”adlı eserde O’nun Aksu’nun kurulmasından ne kadar memnun ve mutlu olduğunu gösteren birçok sayfa var…

Daha fazla uzatmadan, bir kez daha derim ki:

Ne olur, bir aydır beynimi kemirip duran şu sorunun cevabını biliyorsanız, söyleyin de lütfen, kurtarın beni bu dertten!

(*) Trakyadaki Işık: Kepirtepe Köy Enstitüsü, YKKED Yayınları, Hazırlayan: Kemal Kocabaş, sa. 233

 
Toplam blog
: 303
: 309
Kayıt tarihi
: 21.02.11
 
 

1942'de Antalya'ya bağlı Akseki ilçesinin Gödene (Menteşbey) adlı kuş uçmaz kervan geçmez bir köy..