- Kategori
- Aşk - Evlilik
Beni özleme

Sen beni anlamadın... Anlamak istemedin... Yabancıydın, ağacından koparılmış dal gibi... Sen beni anlamadı ya da belki ben seni anlayamadım... Sular içinde susuzdun nehir, nehir. Çekip gittin bir akşamüstü... Umarsızca. Yıkıldım. Çaresizdim. Farklı dillerle mi konuştuk senelerce? Şarkılarımızın ezgileri ayrı mıydı? İstanbul’u sevmedin, İstanbul seni sevemedi... Büyükada’da öksüz kaldı şarkılar. Kıyılar sessiz ve sensiz ve yalnız....
Çekip gittin bir akşamüstü... Gelişin gibi gidişin de sessiz oldu. Sanki hiç gelmedin bu kente. Bu kent seni hiç görmedi. Beyoğlu’nda yürümedin, Çiçek Pasajına uğramadın hiç. Sanki şarkılar söylemedin Boğazda balıkçılarla... Ortaköy’e yürümedin Taksim’den. Beşiktaş’ta müzenin bahçesinden çiçek çalmadın. Küsmedin, ağlamadın sanki Harbiye kaldırımlarında. Sana kitap almadım, iç kapağına yazılar yazmadım “sevgiye” dair... Beraber oturmadık hiç beton zemine Ortaköy’de. Patlamış mısır yemedik, tavşan falına bakmadık. Ellerini tutmadım sıcacık, boğaza karşı.... Sanki sen hiç bu kente gelmedin, İstanbul’u sevmedin, İstanbul seni sevemedi...
Sanki uzak bir rüyaydı bu şehir... Hiç uğramadın. Bana gülmedin, inci dişlerini hiç görmedim. Vapura binmedik, martılara simit atmadık. Fakültenin kantininde satranç oynamadık saatlerce. Sanki yenildin diye kızmadın, bağırmadın, ağlamadın hiç... Sanki seni sevmedim, sen beni hiç sevmedin....
Ellerim ceplerimde titriyorum... Bu kente bir daha gelmeyeceğini biliyorum, titremem ondan. Bu kente düşman mısın? Kaç mevsim geçer böyle sensiz sanıyorsun? Gülüşün, adın gibi aklıma kazınmış, kaç şafak oturup bekledim seni... Bu kent tanığımdır: bu sokaklar, pencereler, parke taşları, deniz kıyıları... Bu kıyılar ki, yalnızlığın tılsımlı sırdaşları... Kaç kez sabahladım bir bilsen bu kıyılarda. Sonra geçip gittim, şarkılar anlamsızdı, ses verecek yoktu sesime, bir dost yüzüne hasrettim...
Yabancı bir kentte değilim, gözlerim aşina bütün sokaklara... Çocuklara... Mahallemde gülümseyen insanlar yapmacıksız, tanımadığım adamlar selam veriyor; yabancı bir kentte değilim; ama neden kayboldum bu varoşlarda... Şiir tadında mektupların duruyor masamda... Nakış nakış yazıların. Bir de resmin, Foto Bahar’da çektirdiğin... Gülüyorsun en doğal halinle, zaten hep gülerdin... Kaç bahar geçti, kaç mevsim tükettik ayrı şehirlerde... Nasıl da can dosttuk, nasıl da yabancılaştık... Yabancılaşmak, bir uçurumdan düşer gibi... Ani ve acılı... Sen hiç uçurumlardan düştün mü? Yüreğin acıdı mı? Merhaba demeyi özledin mi hiç?
Şimdi nerdesin?
Belki Anadolu’da küçük bir köydesin...
Büyük şehirlerdeki insanların yalnızlıklarını anlatıyorsundur öğrencilerine... Hüzünlüsün belki de. Duman altı olmuş bir odada kaçak tütün çeken yaşlı köylülerin özlemini dinliyorsundur... Diz boyu kar yağmıştır, bu mevsimde. Zordur hayat, sonra tezek dumanları, öksürük sesleri. Çamurlu ayaklar, ince dal kurusu çocuklar... Sümüklü ve bitli... Ve kadınlar, uysal ve bilge analar... Sonra umutlar, özlemler. Vakitsiz akşamlar... Acılı bir ezgiyle kaval çalan çobanlar.
Şimdi nerdesin?
Özledin mi İstanbul akşamlarını?
Hani kanamalı bir hasta için A Rh pozitif kan arayan radyo anonslarını... Anaların gözyaşlarını pazarlayan haber bültenlerini... Kirli havalarını bu şehrin, egzoz dumanlarını... İstiklal Caddesi’ndeki mahşeri kalabalığı, inleyen koca şehri özledin mi? Özle... Herşeyi ve herkesi özle, ama o serseri gülüşlerini özleyen beni özleme emi!