- Kategori
- Kültür Turizmi
Bergama sürgündeki Zeus'u bekliyor !

O ŞİMDİ BERLİN'DE
Adabelenliler derneği olarak sürdürdüğümüz kültür gezilerimiz serisi devam ediyor.
11 Aralık Pazar günü Bayraklı’daki dernek merkezimizden harekete geçen otobüsümüzde 30 adabelenli güzel bir yolculuk ve gezi dilekleriyle İzmir merkezinden yola çıkarken kahvaltı için Aliağa çıkışındaki Mola dinlenme tesislerini belirledik. Dernek yönetiminin hazırladığı yolculuk programını ve gezilecek yerlerin içeriklerini dinlerken önbilgilerimiz oluşmaya başladı.
Mola tesislerinde kahvaltımızı yaparken birbirimizle yanımızda getirdiğimiz yiyeceklerimizi paylaştık. İşletme sahibinin derneğimizin İzmir temsilcilerinden Faik AY’ın öğrencisi çıkması güzel bir tesadüftü. Yatılı okul öğrenciliğini ve öğretmeni Faik AY’ın kendisine verdiği insani değerleri heyecanla anlatan kardeşimiz bu karşılaşmanın mutluluğunu çevresindeki herkesle paylaşıyordu. Bu diyalogları izlerken öğretmenliğin erdemini bir kez daha anladım.
Kahvaltı sonrası otobüsümüze binmeye hazırlanırken, otobüs önündeki 80-90 yaşlarındaki kasketli ve kravatlı bir amcanın bizi beklediğini gördük.İlk soruyu o sordu.
- Siz Ortaklar Öğretmen Okulundan mısınız.?
- Evet amca hayırdır.?
- Ben sizin okulunuzun kuruluş inşaatlarında çalışan öğrencilerdenim.Otobüsün önündeki flamanız dikkatimi çekti. Adım Hüseyin KOCAKÜLAH.
İşte yeni bir güzel tesadüf daha... Hemen Hüseyin amcamızın etrafını çevirdik. Bulunmaz bir sohbet ortamı oluşuverdi. Mola tesisinin yanındaki zeytinliğin kendisine ait olduğunu, bakım için geldiğini ve Bergama’ya döneceğini söyleyince onu da otobüsümüze aldık ve yola koyulduk. Atatürk’ün Bergama’yı ziyaretinde 10 yaşlarında olduğunu ve kendilerini el sallayarak selamladığını gururla anlatıyordu. Hüseyin amca Ortaklar Köy Enstitüsünün inşası sırasında traktör sürdüğünü, okul müdürümüz Hamdi AKMAN’ın baba şefkatinden, sınıf arkadaşlarından bahsederken Bergama’ya yaklaşıyorduk.
Bergama şehir merkezine girmeden okulumuz 1961 mezunlarından Cevat TURAN arabasıyla bizi karşıladı ve bize eskortluk ederek bizi öğretmen evinde bekleyen diğer Bergamalı Adabelenlilerle buluşmaya götürdü. Kimlerdi bizi bekleyen dostlarımız;
Refik ALTUĞ (1963), Erol BIÇAKÇI (1963), Bahri KALYONCU (1961), Kazım GÜL(1961), ve Bergama temsicimiz Müjdat SEZEN (1975). Dostlarımızla sıcak çaylarımızı yudumlarken 88 yaşındaki Hüseyin amcamız da yanımızdaydı.
150 yıl boyunca Helenistik dönemin en parlak merkezi olan; kütüphanesi, mimarisi, tapınakları, heykelleri, sağlık merkezleriyle Anadolu’nun en göz alıcı antik kentlerinden Bergama’da gezimize Asklepion tıp merkezinden başlıyoruz. Rehberimiz Hasan YILDIRIM . Adabelen dostu olan bu öğretmen arkadaşımız gezimiz süresince bizi bilgilendirecek. Kapısının üzerinde ‘Bütün tanrıların ululuğu için, bu kutsal yere ölümün girmesi yasaktır!’ cümlesi yazılmış olan Asklepion ‘da kalıntıları hala ayakta olan tiyatro, kütüphane, mozole, çeşme ve pek çok yapının yer aldığını gördük. Fiziksel tedavinin yanı sıra ruhsal tedaviye de önem verilen Asklepion o dönemde psikoterapinin anayurdu olarak kabul görmüş. Asklepion’u gezerken Bergamalı arkadaşımız Cevat TURAN’da bu yörenin insanı olarak bilgilerini bizlerle paylaştı. Cevat TURAN aynı zamanda bir şair.
İşte ondan Bergamayı anlatan dizeler…
TANRILAR DA AĞLAR
Koca Zeus, Akropol’de hıçkırıyor
Bir yanda Bakırçay, ötede Ege çınlıyor…
Kalp atışı gök gürültüsü, iki gözü iki ırmak
Biri Kestel, biri Selinos olmuş, akıyor.
Aşk Tanrıları da yakıyor…
Asklepion da Asklepios, Tanrılığını adamış insanlara
Hastaları baş tacı ,Türkülerle okşayıp
Elleriyle şifalıyor…
Allionai de Nymphe, Asklepios’tan el almış,
Gönlünde ısıttığı suları, döküyor mermer havuzlara
Erlere erk ,soy oluyor kızlara…
Var oluş nedeni suydu, sular yine derman olsun
Kimin dili varır demeye, Su Perisi suda boğulsun…
İlye Çayı’nda martılar, Balıklarla barışık
Umut taşır yıldızlara kanatlar, Bazalika’da kitaplar
Her biri ayrı bir tanrı
Tanrılar
Hem okur hem YAZARLARDI
Bergama’da tanrılar, Tanrılar insanlara kul
Bu yöre herkese, Okul…
Bugün hala sağlık sorunlarına bir türlü çözüm bulamamış hastaların doğal şifa arayışları için Anadolu'nun değişik yörelerinden Bergama ve Kınık beldelerine gelmesi Helenistik dönemden bugüne sürüp gelen bir sağlık ve şifa merkezi olduğunu doğruluyor gibi…
Asklepion’dan sonra ikinci durağımız olan Bergama arkeoloji müzesinde Cilalı taş, Erken Tunç, Bronz, Arkaik, Klasik, Helenistik ve Roma’dan Bizans dönemine kadar çok sayıda arkeolojik buluntu sergileniyor. Müzenin Etnoğrafya bölümünde ise yöreye ait kilim, halı, kumaş dokuma ve çeşitli el sanatları örnekleri yer alıyor.
Etnoğrafya müzesini kuruluş çalışmalarının başlangıcında Osman BAYATLI adlı bir öğretmenin olduğu öğrenmemiz bizleri gururlandırdı. Yörenin kültürel yaşamını anlatan 25 eser yazan bu değerli insanın aydın ve araştırmacı kişiliği önünde saygıyla eğiliyoruz.
Öğle yemeği için Bergama öğretmen evindeyiz. Çok uygun fiyatla yediğimiz güzel bir yemek sonrası gezi parkurumuzun üçüncü durağı olan Bazalika (Kızıl avlu) dayız. Mısır tanrısı adına yaptırılan bu tapınak, Roma dönemi tapınaklarının en büyük ve en yüksek tuğla yapısıymış. Bizans döneminde Kızılaavlu içine iki kilise inşa edilmiş. Tapınağın iki kulesinden biri Osmanlı döneminde hapishane olarak kullanılmış. Diğeri ise halen cami olarak kullanılıyor. Bugün Bergama evleri arasında sıkışıp kalmış bu yapıdan ayrıldığımızda yönümüzü Akropol'e çeviriyoruz.
Bergama evleri demişken ….
Kalın dış duvarları, sofalı planları, genellikle bitişik nizamda dizili Bergama evlerinin çok azında ahşap cumbalar gördük. Yığma ya da kagir Bergama evlerinin ortak özelliklerinden biri, kapı girintileri, taşlarla çevrili pencere ve kapılar, demir parmaklıklar…
Bergama’da yaşam geçmişle o kadar iç içe ki ,eski çağları hatırlamamak neredeyse imkansız. Başınızı her kaldırdığınızda Akropol’ün gölgesi bir yana, Osmanlı’nın nefesi tüm evlerin duvarlarında yansıyor.
Pek çoğu ne yazık ki korunamayan Bergama evlerinin arasından geçerek Akropol’e çıkmak için yapılmış teleferik tesislerine ulaşıyoruz.
Bergama sürgündeki Zeus’u bekliyor !
Deniz seviyesinden 333 metre yüksekteki dağın tepesine kurulmuş bu antik kenti gezerken dağın yamacına yaslanmış tiyatro ve hemen üstünde gökyüzüne yükselen o bembeyaz sütunlarıyla Traian Tapınağı Helenistik çağın tüm pırıltısını yansıtıyor.
Athena tapınağı’ndan aşağı doğru baktığımızda hüzünlü bir manzara ile karşılaşıyoruz. Fıstık çamlarının gölgesinde; yapayalnız, suskun bir temel uzanmakta. Beş basamaklı bu temel, bir zamanlar dünyanın belki de en güzel yapılarından birini taşımış. Zeus Sunağı..
Yüksekliği 35 metreyi bulan, 20 basamakla çıkılan, çevresi 140 metre olan bembeyaz mermerlerden yapılmış bu muhteşem yapı şimdi, Berlin Müzesinde sergileniyor.
Bu bilgileri rehberimizden öğrendiğimizde donup kalıyoruz. Berlin Kraliyet Müzeleri adına Alman Arkeolog başkanlığında 1881 de başlayan kazı çalışmaları sırasında, Osmanlı padişahının da izniyle sunak ;parça parça Dikili’ye taşınmış, oradan da gemilere yüklenerek Berlin’e götürülmüş.
Şaşkınlığımızı atmakta zorlanıyoruz.
Kendi vatanı, özgün temeli üzerinde yükselmesi gereken böylesi anıtsal bir yapı bugün uzak topraklarda, beton bir bina içinde hapis….Geriye kalan 130 yıllık iki çam ağacının buruk fısıltısı sadece….
Biz de buruk bir Bergama türküsünü mırıldanmaya başlıyoruz..
Ferizler başından hoplayamadım aman
Döküldü cephanelerim toplayamadım
Düşman galip geldi haklayamadım aman
Amanın da amanın efelerim öldürmen beni
Bir hiç uğruna da efem, yandırman beni
Mahkeme önünden eğildim geçtim aman
Sol yanımdan kurşun yedim bayıldım düştüm
Ahbap düşman oldu ben buna şaştım aman
Amanın amanın efelerim öldürmen beni
Bir hiç uğruna da efem, yandırman beni
Güneş batmaya hazırlanıyor. Akropo'lden ayrılma vakti geldi. Otobüsümüze binip İzmir’e doğru yola çıktığımız da hava kararmıştı. Bergama’da daha göreceğimiz yerler var. Kozak Yaylasını baharda bir başka geziye saklıyoruz.