- Kategori
- Gündelik Yaşam
Beş Kuruşluk Galoşlar

internetten
Gecenin sessizliğinde bağırdı yaşlı adam.
Sesi geceyi çizdi geçti. Bir haftadan beri uykuları kesik kesik darmadağın olan genç adam, adının söylendiğini duyunca, fırladı birden yatağından.
Babasının başucunda buldu kendisini, ışık hızında.
Babası kırk kilometrelik maratonu ilk defa koşmuş acemi maratoncu gibi, dili bir karış dışarıda solumaktaydı. Her nefesini verişinde “ayfffff! uuyyyffff!” diye sesler çıkarıyordu. Yaşlı adam, eliyle tuvaleti gösterebildi sadece.
Genç adam yılların yorgunu, ihtiyar babasının bedenini kuş gibi uçurup oturtuverdi klozete.
Yaşlı adam, ‘haf huf’ ederek tuvalet taşında, beş dakika kadar durmadan öttü, kumru kuşu gibi.
Soluk alıp veriş daha da artınca, genç adam hemen çevirdi telefonu 122 ‘yi arayıp ambulans istedi. Evin adresini verdi. O sırada tuvalette işi biten babasının temizliğini yapıp donlarını topladı. Koltuk altından geçirip başını, yüklenip ihtiyar adamı yatağına yatırdı.
İhtiyar adam, elli sene kaçak tütün içmenin verdiği zararı, yirmi seneden beri çekmekteydi. Kendisi çekse iyi, çoluğu çocuğu da bu rahatsızlıktan etkilenmekteydiler. Akciğer yetmezliği, soluk alıp vermedeki zorluklar çok kötüydü. Nefesi yetmiyordu, zorlanıyordu. Sonrada yuvasına yılan gelmiş kuş gibi çaresiz, acayip sesler çıkarıyordu. Eskiden büyük oğluna çok kızardı, “bana hazır uçlu cıgara getirmiyorsun” diye çekişirdi. Şimdi sigara içenlere kızıyor. Kızıyor da, tavşan çok olmuştu dağı aşalı.
Sen bekle deyip babasına, merdivenleri çifter çifter atlayarak apartmanın önüne indi, genç adam. Hava serindi. Ambulansı beklemeye başladı. O sırada devriye gezen polisler kendisini fark edip, otomobille yanına kadar gelip sordular. Ambulans beklediğini söyleyince, polisler gittiler. Polislerin ardından mırıldandı adam. “Ulen mahallede soyulmadık ev kalmadı. Beni nasıl fark ettiniz? Hayret!”
O sırada ambulans geçip gitti alt sokaktan. O alt sokağa koştu. Bu defa ambulans üst sokaktan gelip durdu apartmanın önünde. İki genç adam indiler ambulanstan. Işıktan şavkıyan elbiseleriyle tam ilkyardım adamı gibiydiler. Ayaklarında komando postalı gibi postallar vardı. “Ambulans güzel, elemanlar tam donanımlı acil servis elamanları. Bu konuda çok yol aldık.” Diye düşündü adam. Ellerine aldıkları sedye ile birlikte apartmanı dördüncü katına çıktılar. Adam ayakkabılarını çıkarıp içeri girdi. Kapıyı açıp acil servis adamlarını buyur etti içeriye. Ambulansı kullanan kıdemli eleman, “koridordaki yolluğu alırmısın” dedi, ciddi bir edayla. Koridordaki salon halısını topladı adam. İki eleman, postalarlıyla daldılar içeri. İhtiyarın yattığı odaya girdiklerinde, arkadaki ev sahibi, halını üstündeki postal izlerini görünce iyice bozuldu. Hiç hissettirmedi kızgınlığını. Halıdan önemli babası vardı.
İhtiyar adam hâlâ ‘haf huf‘ etmekteydi. İhtiyarı sedyeye yatırdılar. Meğerse koridordaki halıyı sedyeyi kolay itelemek için kaldırtmışlar. Evden çıkarırken evin içi postalların çamuruyla berbat olmuştu. İhtiyarı aşağı indirirken, konuştu elemanın birisi “Dayı bağırma. Sana faydası olmaz. Komşuları bari rahatsız etme”
İhtiyar sağır olduğundan duymadı bile.
İhtiyar can derdinde. Elemanlar ses derdinde. Adam postalla içeri girenlerin, halıyı çamuruna taktı azıcık.
Hastaneye vardıklarında ihtiyar hâlâ devam etmekteydi, uzun hava çekmeye. İndirdiler ihtiyarı. Oksijene bağlayıp bir ağrı kesici yaptılar, ihtiyarın sesi kesiliverdi. Hastayı teslim eden, acil servis elemanlar dillerinin ucuyla “geçmiş olsun” deyip, gerekli imzaları aldıktan sonra, çekip gittiler.
İhtiyar adam acilde uydu kaldı. Kolundaki serumun bitmesi birkaç saat alırdı.
Adam eve nice saat sonra gittiğinde, eşi halıları toplayıp kapının önüne yığmıştı. “Halı yıkamayı arada gelip alsınlar bu halıları” dedi. Adam halı yıkamayı ararken ihtiyar konuştu. “Halılara ne oldu?”
Bağırarak cevap verdi adam.
“Acil servis elemanları ayakkabılarıyla bastılar üzerlerine. Çamur oldu çamur!”
İhtiyar adam, dikkat kesildiğinden anladı her şeyi, lafı da yapıştırdı.
“Ule ellene bire tene naylon poşet vesidin ya!
Eşi konuştu.
“Bu acil servis elemanları evlere girerken, ayaklarına niye bir poşet takmazlar ki!
Adam bu sözü duyunca atıldı.
“Üniversitede, adamları ölümden kurtarmayı, her işi öğretmişlerde bir ayaklarına poşet geçirmeyi öğretememişler” dedi.
Anasınıfında okuyan evin küçüğü atıldı.
“Ayakkabıya geçirilen poşetlere galoş diyorlar. Bizim sınıfa giren herkes ayağına galoş takar. Takmayanı öğretmenimiz sınıfın içine sokmaz.”
Bir filmde görmüştüm. “Galoş” diyorlar, ayaklara geçirilen şeylere. Birisi bilmediğinden kafasına geçirmişti.
Dolmabahçe Sarayı’nı gezerken, bizim komşunun oğlan da takmış ayaklarına. Ayakkabıyı çıkarmıyormuşsun. Bu galoşları takınca girdiğin yeri de kirletmiyormuşsun.
Adam;
“Ben eve biraz galoş alayım. İnşallah bir daha evimize acilciler gelmez” dedi.
Kadın;
“Bir paket galoş kaç lira eder acaba? Halının tanesini 25 liraya yıkıyorlar.”
Adam, telefona sarıldı birden, konuştu konuştu. Kapatınca telefonu, eşine dönüp, yazıklar olsun der gibi;
“Gençleri tam donatımlı acil servis elemanı olarak yetiştiriyoruz. Tam donanımlı ambulansları veriyoruz ellerine. Beş lira verip bir paket galoş alıp, ellerine veremiyoruz.”
Kadın atıldı.
“Beş liralık galoşta devletten istenmez ya! O mesleği yapanlar akıl etsinler azıcık. Mesleklerinin hakkını versinler.”
Adam son sözü söyledi.
“Ben yarın pazardan bir paket galoş alayım. Ne olur ne olmaz. Bir daha acilciler gelirse, inşallah çağırmayız. Acil olarak ayaklarına takarız birer tane. Birer de yedek veririz. İsterse kafalarına taksınlar.”
Ah! Ah! Sorumluklarımızı kafaya taksaydık. Böyle basit gibi görünen önemli şeyleri atlamazdık.