Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

08 Kasım '13

 
Kategori
Doğal Hayat / Çevre
 

Beylikdüzü'nün dünü, bugünü ve yarını!

Beylikdüzü'nün dünü, bugünü ve yarını!
 

Beylikdüzü bölgesinden


Beylikdüzü bölgesinin tarihinin M.Ö. 7. Yüzyıla kadar dayandığı varsayılıyor. Uygarlıkların yaşaya geldiği bu bölge; günümüzde Kavaklı, Gürpınar ve Yakuplu köyleridir.

Bir sayfiye ve tarım alanı olan Beylikdüzü, Kurtuluş Savaşı’ndan sonra Rumlarla Türklerin mübadelesine tanık olmuştur. Bölgeye gelen Türkler günümüzden 20 yıl öncesine kadar tarım, hayvancılık ve balıkçılıkla uğraşmışlardır. 1980 yılı sonrası hızlanan bir yapılaşma dönemi başlamıştır.

Önceleri Bizans, Osmanlı orduları  ile ticaret kervanlarının konakladığı; yirmi-otuz yıl öncesine kadar İstanbulluların günlük sayfiye yeri ve köylülerin önemli ölçüde tarım yaptığı bu verimli topraklar bugün Beylikdüzü siteler kentin dönüşmüştür.  

İçinde yaşadığımız sistemi belirleyen ve koruyan güçler, belirli bölgeleri çok katlı yapılara dönüştürerek yapılaşmayı sürdürmüştür.Anadolu’nun siyasal ve ekonomik yapısındaki bozulmadan dolayı, nüfus akışı İstanbul kent çemberini aşarak Beylikdüzü ve benzeri yeni alanlara yerleşmiştir. Bu dev nüfus akışı, kent sarmalını genişleterek Cumhuriyet öncesi var olan, antik eski yerleşkelerin dokusunu da bozarak bir-iki katlı olan köy yapılarını çok katlı kentlere dönüştürmüş ve dönüştürmeye devam etmektedir.

Bilindiği üzere, köyler, yerleşim alanları, her yerde olduğu gibi yapıları tek veya iki katlı evlerden oluşan, bahçesi ve bir köy meydanı olan, yolları fazla geniş olmayan yerleşim alanlarıdır. (Bu köy yapılanması köy halkı için yeterlidir.)Köyü oluşturan halk doğanın yapısını da deneysel olarak gözleyip düşünerek; evini, bahçesini, ahırını arabasını koyacağı yeri, cami-kilise-cem evi ve okul yerleşkelerinin bir arada görülebileceği köy meydanlarını oluşturmuş; yapılaşmayı ona göre geliştirmiştir. Bugün geriye dönüp baktığımızda bu yerleşim alanlarının doğal felaketlerden en az etkilendiğini ve tarım alanları dışında kurulduğunu görmekteyiz. Bugünkü yapılaşma alanlarına baktığımızda ise, doğanın yapısına aykırı kurulduğundan olacak; yeni yapılaşmanın her tür doğal felaketlere açık olduğunu ve bu felaketlere davetiye çıkardığını anlamak zor değil.

Beylikdüzü eski kentlerle kıyaslandığında, aykırı bir yapılaşma olduğunu görmekteyiz.  Yolları kat sayısına göre çok dar, gereksiz virajlar, uzun, birbirini gölgeleyen devasa çok katlı, insan deposu gibi, güneşe, yola ve gökyüzüne yüzünü kapatmış binalar…Okul, cami alanları binaların arasında kaybolmuş. Eski dönemlerde olduğu gibi gösterilerin, çeşitli festivallerin yapıldığı ve en önemlisi insanların nefes alacağı meydanlar yok. Kütüphane, park alanı, sosyal tesisler, hastaneler yok. Topluma açık alışveriş, yaşam merkezleri ve özel hastaneleri caddelere sıfır uzaklıkta, bahçesi ve açık alanları olmayan yapılardan oluşan bir kent.

İstanbul’un en büyük yaşam alanlarından biri olmaya aday olan bu bölgenin; insanın doğasına aykırı yapılarıyla insan depolamanın ötesinde herhangi bir işlevselliği yok gibi görünüyor...

Bugünden sonra ne yapılabilir? Otoriteyi elinde bulunduran erk; şehir planlayıcılarını, mimarlar odasını, sivil toplum örgütlerini yanına alarak; en azından kalan alanları yağmalanmaktan kurtarıp daha sanatsal yapılarla topluma açık alanlar oluşturabilirler.Başka diğer dünya kentlerini inceleyip; yeni bir kent düzenlemesine gidebilirler. Dünyada ve uygarlıklara ev sahipliği yapmış yurdumuzda bu kent örnekleri çok… Yapılması gereken, eski kentlerin tarihini ve yeni örnek kentleri incelemektir. Eski toplumların hayatında daha çok göçler, savaşlar ve doğal felaketlerin olmasına karşın, kurdukları ve korudukları kentlerin bugüne nasıl kaldığını biliyoruz. Sultanahmet Meydanı, camiler, okullar, üniversite binalarının sanatsal yapıları ve alanları buna örnektir.

Geleceğine önem veren toplumlar kentlerini de ona göre inşa etmişlerdir. Dünyada birçok kentin maketi vardır. Bunlardan birisi de Moskova’dır. Burada yüzyıllar öncesinde kurulan kent meclisi kararları, geçerliliğini bugün de korumaktadır. Eğer bir yere bir yapı yapılacaksa önce yapının birebir maketi yapılır; sonra kentin maketi üzerinde yapılacağı yere konur. Kentin baş mimarı ve ilgili kişilerden onay alırsa bu yapı inşa edilir. Ülkemizde ise ‘’ tapulu arsası olan herkes, istediği çapta ve yükseklikte yapar’’ anlayışı hakim. Kendine ve geleceğine önem veren toplumlarda kentler doğaya ve insan sağlığına uyumlu inşa edilir.

Avrupa, yüzyıllar öncesinden şehir planlarını düzenleyip uygularken; uygarlıkların yaşayıp iz bıraktığı ülkemizde her yapılanın rastgele olması doğru mudur? Bazı ülkelerde konut bakanlığı var iken, bizde konut yapan, dünya mimarisiyle paralellik taşıyan, Bahçeşehir Uydukent Projesi, 1996 yılında Birleşmiş Milletler HABİTAT II Konferansı çerçevesinde, "Kurumsal Uygulamalar ve Projeler" ödülüne, 1997 yılında da Kanada'da "Yeni Kentsel Yerleşim Anlayışı" ödülüne layık görülen Türkiye Emlak Bankası artık etkinliğini sürdürememektedir. Mayıs 2000 tarihinde de “The American Institute of Architecsts” tarafından "Kentsel Düzenleme" ödülünü almıştır. Bu, Emlak Bankası’nın Türkiye genelinde, toplu konut alanında öncülük ettiği, her yönüyle yaşamsal bir kentin ödülü idi. Bu kurumun daha da güçlenerek gelişmesi ve bütün konut projelerinin Türkiye Emlak Bankası A.Ş’ye verilmesi gerekirken, sonuç; bu kurum tasfiye edildi.

Bütün bunları sorgulamamız gerektiğine inanıyorum. Gelecek kuşakların, bugünkü atalarıyla övüneceği kentler özlemiyle… Yeni yazımda Kars şehrini anlatacağım.



Canip DOĞUTÜRK

 
Toplam blog
: 18
: 1578
Kayıt tarihi
: 16.07.09
 
 

Eğitimci, Yazar ..