Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

18 Kasım '07

 
Kategori
Anılar
 

Bıldırcın avı

Bıldırcın avı
 

Bu yazımı, kızıma biricik Narçiçeğim'e yazıyorum.

Kızım masal dinlemek istemediğinde, çocukluk anılarımı, anlatırdım ona. Daha sonra oğlum da katıldı aramıza. Kızım önceden dinlediği için bilirdi zaten hepsini ve yönlendirirdi beni. "Annecim bu akşam kurbağaları anlat." ertesi akşam olunca, "Tahta çantayla nasıl kuş yakalardınız, onu anlat." Gibi talepleri olurdu. Aynı şeyi, yaptı yine. "Kelaynaklar" bloğuma yaptığı yorumda, benden "Bıldırcın Avını" anlatmamı istedi. Canım çocuklarım benim, yaşadıklarımı dinlerken, yaşarlar... Özlemlerimi dinlerken, özlerlerdi. Biz hala İnebolu kuşlarının sesini özlüyoruz. Anlatmaz mıyım...?

BİR BILDIRCIN GECESİ

O zamanlar televizyon hayatımıza girmemişti.
Uzun kış gecelerinde, erkekler kahvehaneyi veya çarşı içindeki arkadaş dükkanlarını tercih ettiklerinden, kadınlar da ev gezmelerine giderlerdi birbirlerine. Hava şartları engel olamazdı yapılan proğramlara. Hava çok kötüyse eğer yakın yerler tercih edilirdi. Bu gezmelerin eylencelerini tadını anlatmaya başlarsam, bu yazıyı bitiremem. çok uzar.

Biz asıl konumuza, bıldırcına dönelim.

Akşam yemeğinden sonra, bulaşıklar yıkanıp etraf toparlanınca, el işlerini çantalarına koyan ablalarım ve annemle birlikte Hatipbağı'nda oturan Salih Dayımlar'a (Lakabı Parlak Sali'dir. Annemin teyzesinin oğludur. Biz ona dayı derdik.) gitmiştik. Çok yağmur yağıyordu. Ekim ayı, ya da Kasım başlarıydı sanırım. Bıldırcın sesi vardı. İnebolu'da yaşayanlar bilirler. Böyle havalar bıldırcın habercisidir. Annem "Bu gece bıldırcın akını olacak galiba." Dedi, laf arasında. Ve konuşmanın konusu bıldırcın oluverdi hemen. Her kesin bir anısı vardı anlatacak... Bilemezdik ki asıl anılar o gece yaşanacak...

Yağmur hafiflediğinde, fazla geç olmadan evimize dönmeğe karar verdik. Fenerimizin mumunu yakıp yola çıktık.(Mahalle aralarında çok fazla aydılatma olmadığından, geceleri dışarı çıkarken kullanırdık bu feneri. Fener, bakır çerçeveleri olan Beş tane dikdötgen camdan oluşan, çatısı da olan Beşgen bir eve benzer. Beşinci parça kapıdır ve oradan içine mum yerleştirilir.) Bu gece bıldırcın olacağı belliydi, ama bu kadar çoğunu tahmin etmemiştik doğrusu. Bıldırcınlar sokak lambalarına çarpıp önümüze düşüyorlardı. Karşımızdan gelen yaşlı bir teyze, ablama "Tutuver kızım şu mantomu biraz" Dedi. Mantosunu çıkardı. Elbisesinin kuşağını kalçasında bağladı. Kuşağın üstünde elbisesini bollaştırdı. Altında elbisesiyle aynı boyda olan gömleği vardı. Ve, yerden bıldırcınları alp alıp koynuna, elbisenin bollaşan kısmına atmaya başladı. Sonra mantosunu omuzlarına alıp, yoluna düşen kuşları toplayarak uzaklaştı.

Bizim evde de kuşa çıkma hazılıkları başlamıştı. Babam, karpit lambasını (1) hazırlıyor. Abim lüksü yakıyor. Ablalarım algarlarla (2) kafesleri almışlar hazırlanıyorlardı. Aslında kızlar çıkmazdı kuşa. Ama Nurten'e dinletemezdiniz bunu. Erkek kıyafetlerini giyinip, kafasını gözünü sarınca; ne olduğu belli olmuyordu zaten. Nurten'i yalnız bırakamayacağından Ayten'de aynı şekilde hazılanmıştı. Yakın çevredeki arkadaşları da sanki sözleşmişler gibi, (O zamanlar cep telefonu yoktu.) bir bir katıldılar guruba. Bıldırcın avı başlıyordu.

Bıldırcın avı, öyle kanlı katliamlı bir av değildir. (çok sevmeme karşın, yine de bana adil gelmez.) , Kışın gelmesiyle göç eden bıldırcınlar, yağmurdan ıslanınca ağırlaşıp uçamazlar. Işıklardan da etkilenip pat pat yere düşerler. Henüz göç yolunda olduklarından; barınacak yuvaları da yoktur. Yerdeki bıldırcını gören avcı, algarı üzerine kapatarak, kaçmasını engeller. Sevine sevine elleriyle tutup kafese koyar. Ertesi gün, bazıları yakaladıkları bıldırcınları satarak para kazanırken; en çoğu da evlerinde çoluk çocuk yerler. Hatta annem, biriktirdiği tüylerden hepimize birer yastık yapmıştır. Hiç ziyan edilmez.

Ben evimizin penceresinden seyrediyordum dışarıyı. Hiç uykum yoktu. Nedense annem bu konuda ısrar etmedi. Çok mutlu olmuştum. İslam tepesi, Avara Mahallesi ve Abaş tepe boydan boya görülüyordu karşıda. İnebolu'daki herkes kuşa çıkmış; her biri ışık olmuştu sanki. Yüzlerce dev ateş böceği sarmış gibiydi her yanı. Yavaş yavaş uçuyor, yer değiştiriyorlardı. Işık ışık her yer ışık doluydu. Hayranlıkla izlediğim bu manzarayı, en ince ayrıntısına kadar hafızama kaydederken; bunun, tekrarı olmayacak, özel bir gece olduğunun ayrımında olamayacak kadar küçüktüm.

Bıldırcın, evlerin az olduğu yeşillik alanlarda bol bulunurdu. Bu gece buralar çok kalabalıktı. Sakin yer araştıran, Bizim genç bıldırcın avcıları, arkadaşlarının önerisini kabul ederlerken neler yaşayacaklarını bilemezlerdi.

Zeki "Hastane üstündeki mezarlığa gidelim." demiş. İçlerinden biri "Ben mezarlıktan korkarım gitmeyelim" dediyse de, engel olamamış. Mezarlıkta az insan varmış kuşa çıkan. Bıldırcın ise çok bolmuş. Az sonra mezarlıkta olduklarını unutmuşlar. Eylence, şamata, neşe içinde her biri ayrı yönlere dağılmışlar. Ama abim ablalarım Ayten'le Nurten'in yanından ayrılmamış hiç. Adnan abi (Bekarın Adnan), abim ve ablalarım aynı yerde dolaşıyorlarmış. Abim, büyük ablama "Ayten, sakın kuş sanıpta kurbağanın üzerine kapatma algarı." derken bir çığlık sesi yankılanmış mezarlıkta. Ne olduğunu anlayamamışlar. Her kes merak içinde toplanmış, bir tek mezalıktan korkan arkadaşları yokmuş. Adnan, abime "Gel Ali şu tarafa bakalım. Ben onu o tarafa giderken görmüştüm." demiş. Yanlarına Cön Sali'yi (Jön Salih) de alıp Adnan'ın gösterdiği tarafa gitmişler.

Kazazede arkadaş, bılıdırcının bolluğundan, mezarlık korkusunu falan unutmuş. Neşe ve heyecan içinde, bir tane daha, bir daha diye kuşları kafesine koyarken; mezar olarak kazılan, ama içinden su çıktığı için mezar yapılmaktan vaz geçilen ve üzeri açık bırakılan, boş bir çukura düşmüş. Mezar beni içine çekiyor sanıp korkudan çığlık atıp bayılmış. Epey derinmiş çukur. Abimle Adnan abi zor çıkarmışlar dışarı. Neyse hafif sıyrıklarla atlatmış kazayı.

Hepsi de çok korkmuşlardı. Bize geldiklerinde, vakit gecayarısını çoktan geçmiş, sabaha az kalmıştı. Sakinleşsinler diye annem onlara şekerli sıcak su içirdi. Şoku atlatmışlar, gülerek şakalarına devam ediyorlardı.

Bu bıldırcın gecesi, 1965 veya 1966 yılında yaşandı. Çok özenmeme karşın ben hiç kuşa çıkamadım.

(1) Karpit Lambası : İki ayrı bölümden oluşur. Alt bölüme karpit taşları dizilir. Üzerine, içine su doldurulan İkinci bölüm monte edildiğinde, üst bölümdeki su karpit taşlarına yavaş yavaş damlar ve ortaya asetilen gazı çıkar. Alt bölmenin üst kısmında, çaydanlıklardaki gibi küçük çıkıntı vardır. Asetilen gazı buradan dışarı çıkarken, ateş yaklaştırılırsa, parlak bir alevle yanmaya başlar. Bu çıkıntıya alev önde kalacak şekilde çukur ayna yerleştirildiğinde güçlü bir aydınlatma elde edilir.

(2) Algar : Düzgün bir uzun sopanın ucuna, takılı olan çembere file geçirilerek yapılır. Kaçmaması için bıldırcının üzerine kapatılır.

Yazarın Notu: Bu olay yaşandığında çok küçüktüm. Gerçek kahramanlarını tam anımsayamıyorum. O dönemde abimin arkadaşları olan; Abduşların Zeki, Cön Sali, Bekarın Adnan olduklarını tahmin ediyorum. Değillerse bile anılsınlar istedim. Saygılarımla.

 
Toplam blog
: 16
: 2634
Kayıt tarihi
: 14.07.07
 
 

27 Mayıs 1960' da İnebolu'da dünyaya geldim. İnebolu Yeniyol İlkokulu, İnebolu Ortaokulu (nakil), Ga..