Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

16 Ocak '08

 
Kategori
Felsefe
 

Bilim konuşunca hurafe susar. Susmazsa da sonuç değişmez:-))

Türban konusundaki son yazımda;

<ı>“Sayı çokluğuyla Kuran'da bir yasağın var olup olmadığına ve bahse konu ayetlerde ne anlatılmak istendiğine karar verilemez. Hele söz konusu olan bilgi ise asla geçerli bir yöntem değildir” demiştim.

Bu savıma şöyle bir yanıt aldım;

<ı>“"<ı>Siz bir kaç tane uzman hocanın görüşlerine dayanarak örtünme olmadığı tezini savunabilirsiniz ancak olduğunu savunan yüzbinleri unutamayız...."Sayı çokluğu ile karar verilemez ise ne ile karar verilir... Çokluğundan bahsettiğimiz insanlar da akademik ünvana sahip, ilahiyat konusunda bilim adamları. <ı>Ülkemiz açısından bakıldığında ise Diyanet İşleri Başkanları...

<ı>Bundan sonrası ilmi değil tarafgarlık ve anlayış ile ilgilidir...”

Kusura bakılmasın ama bu görüşe kesinlikle KATILMIYORUM.

Bu konu bilimi ilgilendirir. Bilimsel bir konu da hiçbir zaman şahsi tarafgirlik ve anlayış meselesi olarak görülemez.

Bilim kanıtlara ve gözleme yani gerçeğe göre karar verir, şahsi anlayışa ve tarafgirliğe prim vermez, veremez. Verirse bilim değil hurafe, safsata olur..

Tekrar söylüyorum, “Bilimde, bilgide kesinlikle kafa sayısının fazlalığı, azlığı veya bilek gücü bir üstünlük sağlamaz.

Bilimde ne demokrasi ne de diktatörlük işler.

Bilim evrenin(Bence Yaratanın) yasalarına atıfta bulunur ve sadece onlara itibar eder. O yasalar ki ne affeder ne de torpil geçer. (En temel yasa Determinizmdir. Kurban keserek, zekât vererek fatura ödemekten kurtulmayı düşünenler hüsrana uğrayabilirler. Allah’ın affetmesi çok başka bir işleyiştir.) Sapı kopan Elma düşer.

Bilim basit aritmetik hesaplamalara da uymaz.

Örneğin, 3+1 her zaman 4 ETMEZ.

3 litre Hidrojen gazı ile 1 litre Azot gazı bir araya geldiğinde toplam hacim 4 litre DEĞİL, YARISI KADARDIR.

Çünkü bu 4 litre gaz birbiriyle etkileşir ve Amonyak gazına dönüşür.

Meydana gelen Amonyak gazı da 4 litre DEĞİL, SADECE 2 LİTREDİR.

KİMYA(Simya) bu nedenle dönüşüm, dönüştürme bilimi olarak tarif edilir.

Bu konuda başımdan geçen bir olayı da, konuyla ilgisi sebebiyle anlatmak isterim;

1970’li yıllarda çiçeği burnunda bir Kimya y. Müh. İken, MTA Enstitüsünde çalışıyordum.

Murgul/Artvin’de görevlendirildim. Alman teknik Yardım heyetiyle beraber yürütülen Bakır arama faaliyetleri vardı.

Nichel isimli, esas eğitimi Jeoloji olan Alman Dr. Jeokimyacı ile beraber Laboratuarda çalışmak üzere gönderilmiştim.

Kullanılan son model cihazları hibe olarak Almanya’dan getirmişlerdi. Beni de muhtemelen az gelişmiş Türkiye’nin az bilgili mühendisi sanıyorlardı.

İki tane de laborantımız vardı. Ama İş yükü çok fazlaydı. Binlerle ifade edilebilecek sayıda toprak ve su örnekleri geliyordu.

Dr. Nichel ilk günden beni Ankara’dan gönderilmiş ilave bir Laborant gibi gördü ve hammaliye işler yaptırmaya kalktı. Karşı çıktım. Ertesi gün teknik yardım heyeti başkanı olan Alman geldi. Bana,

-“Mr. Tuncay, bu laboratuarın şefi her Nichel’dir. O ne diyorsa onu yapacaksınız. Aksi takdirde sizi Ankara’ya şikayet ederim” dedi.

-“HAYIR, yapmam. Ben buraya laborant olarak değil, birlikte çalışmak üzere gönderildim. Ayrıca Her Nichel bana amirlik yapabilecek düzeyde Kimya bilgisine sahip değildir. Üstelik bilimde diktatörlük olmaz. Bilenin dediği olur. Şimdiye kadar onun size verdiği analiz sonuçlarının hiçbiri sağlıklı değildir” dedim.

Şaşırdı. Sonra aldım bir analiz tüpünü Atomik Absorpsiyon Spektrofotometresinin hortumuna değişik derinliklerde daldırdım, dalgalanan sonuçları gözüyle gördü.

-“Çökeleği ayrılmamış bir çözelti değişken sonuçlar verir, Kimya nosyonu olan biri böyle temel bir hata yapmaz”, dedim.

O ana kadar bana tepeden bakan, kendini ve milletini üstün gören Alman Müdürün ses tonu da uslubu da değişti. Bir anda durum tersine döndü, emir alan değil, danışılan adam oldum. Neden çünkü bilim, bilgi konuştu, bilimsel kanıt konuştu.

Tartıştığımız konuda da durum aynıdır.

Bahse konu “akademik ünvana sahip, ilahiyat konusunda bilim adamları”<ı> ne derse desin,

Musaf(yazılı Kuran) konusunda, “ilahiyatçı<ı> olmayan” Tuncay Erciyes’in dediği doğrudur.

Eğer hala bir tereddüt varsa, o bahse konu edilen “akademik ünvana sahip, ilahiyat konusunda bilim adamları”na lütfen

şunları sorunuz;<ı>

"İslamiyetin yayıldığı yıllarda Arapça yazılarda “HAREKE” denen, (harflerin altına ve üstüne konularak, kelimenin nasıl okunması ve ne anlam kazanacağını anlatan) işaretler kullanılmakta mıdır?"

Şu an elimizdeki Kuran’da “HAREKE” denen bu işaretler olduğuna göre, bırakın Hz. Muhammed’e vahyedilen orijinal Kuran’ı, Halife Ebubekir döneminde oluşturulan Mushaf’ı(yazılmış Kuran’ı) okuyor olabilir miyiz?
Sevgilerimle.

 
Toplam blog
: 67
: 4845
Kayıt tarihi
: 11.12.06
 
 

Ayrik otu tohumu ekip, buğday imajinasyonu yaparak, Buğday  hasatı yapabilir misiniz? Her ne ..