Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

06 Nisan '08

 
Kategori
Felsefe
 

Kamuoyu yoklamalarını Türkiye’nin şartlarında doğru okuyabilmek

Kamuoyu yoklamalarını Türkiye’nin şartlarında doğru okuyabilmek
 

Yine bir anket, yine bir kamuoyu yoklaması ve yine bir yönlendirme çabası… Sabah ve Yeni Şafak Gazetelerinde yer alan en son kamuoyu yoklamasına göre Türk halkının %66’sı kapatmaya karşıymış. Buradan yola çıkarak, bazı sorgulamalar yaptım ve bu yazımda da bunları sizlerle paylaşmayı istedim.

Acaba Türkiye’de kamuoyu yoklamasının tarafları, kamuoyundan aldıkları güçle orantılı olarak hâkimiyete sahip olabiliyorlar mı? Eğer hâkim olamıyorlarsa, bunun nedeni derin devlet mi, derin Yargıtay mı, yoksa derin millet mi? Bu soruya yanıt verebilmek için bu kamuoyu yoklamalarının taraflarının ve bu tarafların toplumsal düzeni etkileyebilmekteki yeteneklerinin, yapılarının, diziliş şekillerinin çok iyi irdelenmesi gerekir. Belki bu soruya verilecek doğru cevap, AKP’nin yaklaşık 6 yıldır mutlak iktidar olduğu halde, gerçek anlamda iktidar olamadığının nedenlerini de gün ışığına çıkarabilecektir.


Aslında bu farkı geçen yıl 14 Nisan Tandoğan Mitinginden sonra düşünmeye başlamıştım. Özgürlük için savaşan, dışa açık ancak uşaklık yapmak istemeyen, akıl kullanımını savunan, köylü-kentli, zengin-fakir, okumuş-okumamış, inanan-inanmayan ve Atasını yakalamaya çalışan milyonlarca insanın sandıktan ne kadar oy çıkarsa çıksın, ülkenin yönünü Atasının tarif ettiği yöne döndürebileceğine inanmıştım. Bu inancım üzerine de “14 Nisan 2007’de karanlıktan, aydınlığa açılan Tandoğan Meydanındaydık; şimdi ise tüm Türkiye ile sözleşmeliyiz” cümlesini, mitingde aldığım Atatürk resmi baskılı beyaz satenin üzerine yazmıştım.


14 Nisan’da Tandoğan’da olanların çok büyük çoğunluğu, kendi hür iradeleriyle oraya akmışlar (burası kamuoyu yoklamaların Türkiye’deki yanlış yorumlanmasının nedenini saklıyor, aşağıda anlatacağım) ve özgürlüklerinin, akıllarını kullanmalarında önlerine serilmeye çalışılan tehlikelerin farkında olarak prangalarından kurtulmak için kükremişlerdir. Bu dinamik yapının, bu özgürlük haykırışının etkisinin aynen Mustafa Kemal Atatürk’ün doğrularıyla da çakıştığını göz ardı etmemeliyiz. Orada toplanan kalabalıkta, cemaat kültürünün baskısını üzerinde hissetmeyen, aklını, beynini özgürce kullanıp değişimin enerjisini içinde hissedebilen milyonlar vardı. Onların “ne ABD ne AB, tam bağımsız Türkiye” sloganlarıyla ne demek istediklerini anlamalıyız öncelikle… Onlar bu sloganlarıyla ne ABD’yi ne de AB’yi yok saymaya, yok etmeye çalışıyorlar; onlar sadece, bugüne kadarki iktidarların yaptıklarının tersine onurlu, gurulu, şerefli ve dürüstçe bir ilişki istiyorlar, aynen Atalarının yaptığı gibi.


Yukarıda, aşağıda anlatacağım, diyerek yarım bıraktığım noktayı açıklamaya geçeyim müsaadenizle. Tandoğan’a gidenlerin kendi hür iradeleriyle gittiklerini belirtirken sözünü ettiğim nokta yani. Hür iradeleriyle giden o insanların çıkardığı enerji miktarı, cemaat kültürü ya da yaşam şekliyle ortalığa enerji saçanlarınkinden çok daha kuvvetli olmaktadır. Çünkü aydınlanmacı, cumhuriyetçi, akılcı insanlar, bu enerjilerini bağımsız olarak evrene yollarken, cemaat kültürü içerisindeki insanların enerjileri orada mevcut olan hiyerarşik yapıyı aşamadığından, yukarılara gelinceye kadar gücünü yitirmekte ve enerji istenilen amaca uygun işlev görememektedir. Onlarda sadece suyun başındakiler, enerjiyi istedikleri yöne kullanma çabasında olduklarından, bireylerin gerçek anlamdaki mutluğu engellenmekte, afyon yutmuş gibi suni bir huzur ve mutluluk duymaları sağlandığından, kendisi kendisi olamayan insalarda bir süre sonra bunalım durumu ortaya çıkmakta ve mutsuz insanlar yığını otomatik olarak dengesiz bir yapıya bürünmektedir. Topluma da zarar verme yazgısını da alınlarından silememektedirler.


Bizler, yıllardan bu yana bu halkı aydınlatın, aydınlanmadan demokrasi olmaz derken, kimseleri kendimize inandıramamış, hatta ve hatta komünist damgası yemiştik. Şimdi gelinen noktada, o halkın aydınlanmasını, bilinçlenmesini engelleyen insanların, oyların ne kadarını alırlarsa alsınlar kendi kazdıkları kuyuya düşme acı gerçeğinden kaçamayacakları en parlaklığı ile yaşanmaktadır. Demokrasiyi sadece sandıktan çıkan oy miktarı ya da kamuoyu yoklamaları olarak gören ABD taklitçileri, demokrasinin olmazsa olmazı aydınlanmayı ellerinin tersiyle itmelerinin cezasını ne kadar oy alırlarsa alsınlar iktidar olamamaları ya da aklını kullanan batılı hükümetlerin oyuncağı olmakla ödemeye mecburdurlar. İktidarının ilk beş-altı yılında insanların AB, ekonomik refah gibi hayallerini kullanarak güç toplayan iktidarın gerçek yüzünü gören akıl kullanıcılar arasında yer alan kesimler de, iktidarın bizi götürmeyi istediği gerçek yönden şüphe duymaya başlamışlar ve manevi desteklerini çekmişler, yaşanan sorunların da tahmin edilenden çok daha büyük olduğu görülmüş ve bunun sonucunda da ülkede işler durma noktasına gelmiştir.


İktidarda yer alanlar ise, o azınlığın dünyasına, kendilerini destekleyenlerle beraber girmek yerine, geldikleri yerde kalmayı yeğlemişlerdir. Gösterilen tepkileri de “seçkinlerin tepkisi” gibi yavan bir yaklaşımla geçiştirmeyi uygun bulmuşlardır. Evet, ortada bir seçkin sınıfı vardır ancak bu maddi imkânlarıyla sivrilen, parlayan bir sınıf değildir. Seçkinlik maddiyatta olacak olsaydı, kendilerinin Padişah olarak adlandırılması kaçınılmaz olurdu. İktidarın “seçkinler” olarak adlandırdığı sınıfta, zengin de vardır, fakir de, okuyan da vardır, okumayan da, inanan da vardır, inanmayan da, köylü de vardır, kentli de… Bu seçkinlerin sadece tek bir ortak yönü var; Atalarının söylediği ve insan olmanın gereği bir biçimde dogmalardan uzak durmak, akıl kullanımının üzerindeki engellere tümden itiraz etmek, içinde yaşadıkları toplumun fertlerinin yıllardan bu yana gerçek vatandaşlaştırılmadan demokrasiyle kandırılmalarına isyan etmek… Ki bu insanlar aslında kamuoyu yoklamalarında az destekleniyor görünseler de, hem bu ülkeyi çok sevdiklerinden, hem de akıllarını özgüre kullanıp, kendi iç seslerini daha rahat duyabildiklerinden daha sağlam dayanaklarla mücadele etmekte ve normal bir sonuç olarak da cemaat kültürüyle yeşermiş çoğunluğa galip gelmektedirler.


O nedenden, gelin aydınlanmasını henüz tamamlamamış bit toplum olan ülkemizde, yaptığınız, yaptırdığını bu kamuoyu yoklamalarıyla, hem kendinizi hem de tüm toplumu uçuruma doğru sürükleme alışkanlığınızdan vazgeçin; kamuoyu oluşturma, yönlendirme çabalarınızın yanlışa gittiğini görün… Bu ülkeyi cemaat kültürüyle yapılanmışlar değil, gerçek anlamda bağımsızlıkçılar, akılcılar, aydınlar ileriye taşıyacaklar ve onurlu, gururlu, şerefli uluslar arası ilişkiler kurulmasını sağlayacaklardır. Gerisi nafile çabala olarak anılacak, toplumun patinaj çekmesine yol açacaktır.


Yani, AKP’nin iktidar olamamasının nedeni; be derin devlet, ne derin ordu, ne derin Yargıtay’dır. AKP’nin iktidar olamamasının nedeni, yıllardır kazdıkları kuyuya kendilerinin düşmesi, hantal cemaat yapısı ve derin milletir.

 
Toplam blog
: 128
: 898
Kayıt tarihi
: 26.01.07
 
 

Kimim? Nereden gelir, nereye giderim?29 Kasım 1970 tarihinde Türkiye'nin Doğu-Batı geçiş yolunun en ..