Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

09 Nisan '08

 
Kategori
Eğitim
 

Düşük çıkan zekâ seviyemiz!!! ve asıl gerçekler

Düşük çıkan zekâ seviyemiz!!! ve asıl gerçekler
 

<ı>

Aysun Kayacı ile başlayan tartışmalara başka bir bakış açısıyla bakarak, ben de dâhil olmak istiyorum. Yazımda, girdikleri sınavda ilk %10’a girerek başarılı olan bir kitle etrafında yürütülen tartışmalar üzerine yoğunlaşarak durumun trajikomik durumunu daha da kaşıma düşüncesindeyim. Evet, tahmin ettiğiniz gibi bu yazımın orta noktasına bilim dünyasında yaşanan ve ülkenin aydınlanmasının önündeki en büyük engel olan yüksek puanla alınan, düşük puanla alınan fakülteler ve düşük puanla alınan fakülteler ve bölümlerdeki öğrencilere yapılan geri zekâlı muameleciliğini koyacağım.

Yıllardan bu yana bir tartışmadır, sürer gider. Üniversitede hangi branşı kazanlar zekidir, hangileri daha az zekidir ve hangilerinin bu sistemden aforoz edilmeleri gerekir? Üniversitede sınav sistemi her ne kadar yanlış olsa da, çocuklar, çocukluklarından bu yana eşit şartlarda eğitsel ve kültürel enerjilerle karşılaşamıyor olsalar da, bu sınavı, sınava giren 100 kişiden en iyi 10’u kazanıyor anlamına gelir. ABD ile ilgili söylenen bir söz vardır: “ABD, nüfusun sadece %10’u tarafından şekillendiriliyor ve yönetiliyor”. Eğer bunun her toplum için böyle olduğu ve Türkiye’de eğitsel ve kültürel anlamda yeterli düzeyde enerjilerle donatılan insanların %10’unun da üniversiteleri kazandığı düşünülecek olursa, bu insanları; “bu meslekten mezun olup da ne yapacaksın? Özalizm felsefesine uygun olarak, sen burada fazla para kazanamazsın! Toplumun hangi sorunun çözdünüz (kendisinin gerçek anlamda çözüp çözmediğine bakmadan)?” sorularla sınıflara ayırmak haksızlık olmuyor mu?

Örneğin, iyi para kazandıran meslekler diye tıp ve hukuk uzun yıllardır baş tacı edilir. Bence bir toplumda hukukçulara ve doktorlara duyulan ihtiyaç düzeyi o toplumun gelişme düzeyinin göstergesidir. Yani, ihtiyaç artıkça gelişmede sorun var anlamı çıkar. Örneğin; tıpçılara ve hukukçulara daha az ihtiyaç duyulmasını, toplumda düzenin inşasını sağlayarak, sağlıklı ve düzenli beslenmelerinin yolunu göstererek açacak olan, aynı zamanda kırsal kesim aydınlanmasının ana neferleri de olan eğitimcileri ve tarım bilimcilerini yıllardan bu yana dışlamak ne ola ki diyerek, bu durumu sadece bir örnekle geçiştirebiliriz. Bu örneğin de gösterdiği gibi bir mesleğin çok para kazandırması, o mesleğin ülkenin gelişimine önemli katkılarda bulunduğu anlamına gelmez.

Evet doğrudur, aydınlanmasını yüzyıllarca önce tamamlamış batılılara benzeme uğruna Özal döneminde yaşananlarla toplum ne yazık ki dünyada eşi benzeri olmaya sınıflamalarla paramparça edilmiştir, ancak bu parçalanmışlık içinde ve sahip olunan insan bencilliğinin sonucu olarak kişiler kendilerinin de içinde bulunduğu gemidekilere geri zekalı muamelesi yapıp, batılılara yaranarak kendilerine istikbal elde etme çabasına girmişlerse bence bunun vatan hainliğinden öte bir tanımı olamaz. Düşünün lütfen, ilk %10’a giren insanları keskin çizgilerle ayırma cüretini gösterirken, aynı fakülte içerisinde benzer puanlarla alınan insanları da iyiler-kötüler diye keskin çizgilerle ayırıp, parçalanmışlığa bir balta darbesi indiren ve kendisine aydın diyen insanlara da rastladık yıllardır.

Aydın denilen kişi, hangi mesleği icra ediyorsa etsin; ülkede yaşanan sorunların ana nedenlerini bulup, bunları kendi mesleği ile de ilişkilendirerek çözmek zorundadır.

Bir zamanlar bir yerlerde okumuştum, Türk çocukları 2-3 yaşına kadar çok güzel ve doğru bir biçimde Türkçe konuşabiliyorlarken, Alman çocuklarının ana dillerini öğrenmeleri 5-6 yaşını buluyorken, Araplarda ise bu süre 11-12 yaşına kadar çıkabiliyormuş. Bunun nedeninin Türkçenin düzenli yapısı olduğu savunuluyordu. Türkçenin bu düzenli yapısının, çocukların zekâ düzeyini etkilediği ve daha pratik düşünmelerinin önünü açtığı da dillendirilmişti, aynı yazıda. Ancak son yıllarda yapılan bir araştırmada Almanya’da yaşayan Türk çocuklarının zekâ düzeyinin, Almanlara göre daha düşük olduğu savunuldu. Elbette ki zekânın gelişiminde çevre çok önemli bir önem arz ettiğinden, Türk çocuklarıyla eşit düzeyde zekâ düzeyine sahip olan Almanlara da rastlanmış araştırma esnasında. Bu da gösteriyor ki kişinin içinde bulunduğu çevre, aldığım eğitim, Türkiye’deki tabirle mahalle baskısı ya da muhafazakâr aile yapısı ve o doğrultudaki eğitim, doğuşta eşit başlayan hatta dilimizin özelliklerinden dolayı bir adım da önde olan çocuklarımızın yaşları ilerledikçe daha gerilere düşmesine neden oluyor. O nedenle hep dedik ki eğitim işi, özel sektöre devredilemeyecek kadar önemlidir, devlet bu işi kendisi üstlenmelidir. Ancak Özalizmin kontrolsüz liberalizm aşkından en büyük zararı gören kesim ise ne yazık ki bir toplumun aydınlanma ve gelişme katarı olan eğitim sistemimiz olmuştur. Bir de batılının nasıl aydınlandığını, geliştiğini ve bilinçlendiğini algılayamadan sahip olduğumuz batı hayranlığıdır, bizi bu kadar aşağılarda tutan.

Almanya’daki Türkler arasında yaşanan durumun benzeri bence Türkiye’de de geçerli olup, Mustafa Kemal Atatürk’ün aydınlanma hareketinin içselleştirilememiş olmasından kaynaklanan bir sorundur. O araştırmadan çıkan sonuçlar kişilerin kapasitelerini değil, çevresel faktörlere bağlı olarak gelişen, kendi kapasitelerini kullanabilme düzeyinin bir göstergesidir.

Aslında, hiç art niyet taşımadığını düşündüğüm Aysun Kayacı’nın TV programında pimi çekerken söylemek istedikleri de buna benzer bir şeydi. Onun itiraz ettiği şey, Türkiye’deki eğitimin yetersizliği, eğitimi yetersiz ve bireysel özgürlüğü olmadan çevre baskısıyla oy veren insanların oylarıyla, kendi hür iradesiyle verdiği oyun eşit olarak algılanmasıydı. Ama demokrasilerde oyların hepsi ne yazık ki eşittir. O nedenden, kendisini aydın, üstün, kariyer sahibi, entelektüel olarak gören kesimlerin, tüm toplumun aynı gemide seyahat ettiğini unutmadan, gelecekte çıkabilecek sorunları önceden algılayıp tedbir almaları gerekir ki AKP iktidarından bu yana yaşanan karışıklıklar ve sarsıntılar gelecekte bir daha rastlanmasın.

O nedenden, artık bu ülkede kontrolsüz, gözü kapalı liberalizm sevdasından vazgeçilip daha kontrollü gitme zamanı gelmiştir. Altyapımızdaki bu yetersizliklerden dolayı, biz bireysel olarak ne kadar başarılı olursak olalım, toplumsal dinamiklerimizin sağlam bir biçimde yerli yerine oturmamış olmalarından dolayı yabancılarla her türlü ikili ilişkilerimizde kaybeden oluyoruz. Yani, içinde diğer insanlarla beraber seyahat ettiğimiz geminin su almasını engellemek için de çaba harcamak ve o gemidekilerin sorunları varsa bu sorunları neden yaşıyor olabileceklerine de kafa yorup, o sorunları gidermelerine yardımcı olmak zorundayız. Bazen kontrolsüz bencilliğin, kişinin kendisine de zarar verdiğini görmek ve kabullenmek durumundayız.

 
Toplam blog
: 128
: 898
Kayıt tarihi
: 26.01.07
 
 

Kimim? Nereden gelir, nereye giderim?29 Kasım 1970 tarihinde Türkiye'nin Doğu-Batı geçiş yolunun en ..