Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 
 

Nedim Bahçekapılı

http://blog.milliyet.com.tr/fikih

13 Ocak '21

 
Kategori
Üniversitelinin Sesi
 

Bilimsellik mi Falcılık mı?

Kur’an Üzerinde Falcılığa Soyunmak mı? Bilimsellik mi?

Kur’an  Allah’ın zatında mevcut ulvi manaların lafza dökülmüş halidir.   Allah kullarına bir mesaj iletmeyi murad ettiğinde, zatındaki aşkın ve yüce manaları lafız kalıplarına koyarak peygamberler aracılığıyla bizim varlık mertebemize indirdi, idrakimize yaklaştırdı.  Böylece insan için yüce ve aşkın mesaja erişme imkanı doğdu. 

Ancak Allah’a ait bu ulvi anlamları, fizik alemine ait dil ve lafız kalıpları ne kadar taşıyabilir. Düşünün ki  biz insanlar   bazen kendi zihnimizin ürünü olan duygu ve düşüncelerimizi bile  dile dökmekte, kelimelere sığdırmakta zorlanırız. Birisine olan özlemimizi ifade ederken kurduğumuz “Seni özledim cümlesi” kalpte-zihninde duyulan özlem ve hasret duygusunu ne ölçüde ifade edebilir.  Ayrıca duygu ve düşüncelerini dile getirmekte herkes aynı marifete sahip değildir.  Konuşulan dilin edebi yetkinliği, dili kullananın marifet ve yeteneği burada devreye girer.   Mesela herkes bir Fuzuli, bir  Mehmet Akif gibi zihnindekini ifade edemez. Öte yandan bazı dillerin bazı şeyleri ifade etmede diğerlerine göre daha kabiliyetli daha yetkin olduğu bilinmektedir...

Hal böyle olunca ister istemez,  aşkın mesaj fizik aleminin dil ve lafız kalıplarıyla ne kadar ifade edilebilir, acaba bu anlamlar lafız kalıplarına  büründüğünde anlam kaybına uğrar mı, gibi bir soru karşımıza çıkıyor. Mesela “Allah kerimdir” derken burada ki “kerim” kelimesi Allah’ın sonsuz keremini-cömertliğini tam karşılar mı?

Her ne olursa olsun, Allah’ın bizim yaşadığımız evrene koyduğu kurallar gereği,  düşünceleri   dil ile aktarmaktan başka bir alternatif olmadığına göre,  Allah’ın mesajını en iyi kim, hangi dilde aktarabilir, sorusuna cevap aramak gerekecektir.  Zira  mesajın eksiksiz ya da mükemmel  olarak ulaşması bu işin öznesinin ve kullandığı dilin kudret ve yetkinliğine bağlıdır.

Kur’an konusunda kullanılan dilin Arapça olduğunu biliyoruz. Allah mesajını taşıyacak dili tarihi süreçte bu işe hazırlamış olmalı ki, o dönemde arap dilinde çok büyük edebi şaheserlerin verildiğini görüyoruz. Mesajı dile döken özne konusunda ise genel olarak  iki ihtimalden söz edilebilir.  

 

  1. Mana bizzat Allah tarafından dil-lafız kalıplarına konulmak suretiyle peygambere ulaştırılmıştır. Peygamber kendisine indirilen bu lafız ve manayı olduğu gibi insanlara okumuş, aktarmıştır.
  2. Vahiy soyut anlam olarak Peygamber’in zihnine indirilmiştir. Dil ve lafız kayıtlarından uzak olarak, mantık ilminin deyimiyle “önerme” şeklindeki bu manayı   Peygamber kendine ait kelime ve cümlelerle ifade etmiştir.

 Her iki durumda da Cebrail sadece vahyi ileten bir elçi-ileticidir.

 

Şimdi her iki  ihtimal ve sonuçları üzerinde biraz duralım.

Birinci ihtimalde olduğu gibi,Allah katındaki mana bizzat kendisi tarafından dil-lafız kalıplarına büründürülerek  Cebrail aracılığıyla  Peygambere iletildiyse,  Kur’an’ın hem manası hem de lafzı Alla’a ait demektir. Bu durumun Kur’an’ın manası yanında metnine de çok özel bir ayrıcalık kazandıracağı açıktır.  Zira Allah, zatındaki ulvi manaları-mesajı dile dökerken muradına en uygun kalıpları kullanmaya  muktedirdir.  O’nun bu konuda hiçbir kulun erişemeyeceği bir kudret ve yetkinliğe sahip olduğu aşikardır. Dolayısıyla bu kabule göre  Kur’an metni, olabilecek en ideal metindir ki, hem manası hem de lafzıyla  muciz-benzeri ortaya konulamaz  niteliğe sahiptir. Bu durumda anlam kaybı endişesi duymaya da gerek yoktur. Sonuçta mana da, lafız da yüce Allah’a aittir.

Başta ehli sünnet olmak üzere, tarihten günümüze İslam aleminin kahir ekseriyeti bu kanaati benimsemiş ve görüşlerini Kur’an’dan bazı delillerle temellendirmişlerdir.

 “Biz onu Arapça bir kur an olarak indirdik.”

“Onu (Kur’an’ı)  okuduğumuz zaman sen onun okunuşuna uy”.

“Bütün insanlar ve cinler biaraya gelse Kur’an’ın bir benzerini ortaya koyamaz” gibi ayetler ve   Arap edebiyatının en büyük edip ve şairlerinden bazılarının Kur’an’ın nazmı önünde secde etmesi bu delillerin bazılarıdır.

İmam Tahavi,   “Kur’an Allah kelâmıdır ve O’ndan söz halinde nâzil olmuştur.” Dedikten sonra şu ikazda bulunmaktan da geri durmaz: “Allah’ın hakiki kelâmı olan Kur’an’ı insana ait kelâma benzetmek kişiyi küfre götürür. Zira Kur’an’da, “Bu Kur’an sadece bir beşer-insan sözüdür” diyenlerin cehenneme atılacağı bildirilmiştir. (el-Müddessir: 25-26; el-Akıdetü’t-Tahâviyye, s. 12-13, 20).  Kur’an Hz. Peygamber’i de beşer-insan olarak niteler.

“O çok şerefli, pek kuvvetli, arşın sahibi yanında çok itibarlı Elçi’nin sözdür.  Orada sözü dinlenir, kendisine son derece güvenilir” Tekvir: 19-21 ayetlerinde Kur’an Peygambere değil Cebrail’e izafe edilmiştir.

 İkinci ihtimal,  yani “vahiy soyut anlam olarak Peygamber’in zihnine indirilmiş,   Peygamber bir beşer olarak zihnindeki soyut vahyi dile-lafızlara dökmüştür” düşüncesi,  Kur’an lafzının-nazmının beşer mahsulü olmasını beraberinde getirir ki,  bu durumda şu olasılıklar  söz konusudur.

 

1. Peygamber zihnindeki ilahi soyut anlamı-vahyi  dile,  lafız kalıplarına dökerken manayı tam korudu. Manada hiç bir eksiklik olmadı. Şüphesiz ki Allah’ın kurguladığı metin gibi olmasa da, beşer ürününün en iyisini ortaya koydu. Bu iddianın en masum sonucu Kur’an’ın hadislerle aynı konuma-kategoriye indirgenmesidir.   

2. Peygamber manayı arapça lafızlara dökerken  manada eksilme oldu. Çünkü bir beşerin lafızları, Allah’a ait olan manayı tam taşıma istidatını gösteremez. Dolayısıyla ilahi ve aşkın manalar bize biraz eksilerek, anlam kaybına uğrayarak ulaştı.  Bu birinci şıkka göre daha olumsuz bir sonuçtur.

3. Hz. Peygamber düşünce olarak aldığı vahyi metne dökerken, kendisinde olan bazı duygu ve düşünceleri, etkileşimi metne yansıttı. Diğer bir ifadeyle  kendi duygularını metne giydirmiş oldu. O yüzden metin Peygamberin duygu ve karakterinin etkisi altında bize ulaştı. Bu durumda  sadece eksilme değil anlam değişikliği gibi  çok tehlikeli ve olumsuz bir sonuçtan  söz edilmektedir.

 

Zikrettiğimiz ilk iki ihtimalin hiçbirisi için Kur’an’da açık bir kanıt yoktur.   Aksine aleyhte kanıtlar mevcuttur. Yukarıda belirttiğimiz üzere, bu alanın büyük otoritelerinden İmam Tahavi delillerini zikrederek bu ihtimalleri dışlamıştır.İmam Maturidi de, Hz. Peygamber’e gelen vahyi; Kur’an vahyi, Beyan vahyi ve İlham vahyi olmak üzere üç gruba ayırdıktan sonra,  Kur’an vahyini “hem manası hem de lafzı Alla’a ait” diye niteler ve diğer vahiy çeşitlerinden (kudsi ve nebevi hadislerden) ayırır. Peygamberimiz de kendisine gelen ilahi bilgiden sadece Kur’an’ı kayda geçirmeye özen göstermiştir..

 

Üçüncü ihtimal, yani “Peygamber kendi duygularını metne giydirdi” iddiasına gelince, baştan belirtmeliyim ki, bu görüş müslümanlara ait bir görüş değildir. Bu fikrin kaynağı Hz. Muhammed’e inanmayan Batılı oryantalistlerdir. Bir müslüman bunu söylediğinde, Allah kelamının bize doğru biçimde ulaşmadığı sonucunu peşinen kabul etmiş olmaktadır. Her şeye muktedir olan Allah, kelamını korumaya kadir değil mi? Neden böyle bir duruma müsaade etsin. Burada Allah’ı haşa aciz bir varlık yerine koymak, ya da “bir hikmete binaen Hz. Muhammed’in fikrinin karışmasını murad etti” gibi bir iddiada bulunmak gerekir. O zaman da, Kur’an iki kişinin mana kattığı, birden fazla yazarı olan kollektif bir metne dönüşür. Bu  Kur’an’da anlam parçalanmasına sebeb olur ki, tevhid ilkesiyle bağdaşmaz. İki kişinin mana katması, kitabın iki yazarı var demektir.  Mantık açısından bu mümkün değildir. Ayrıca Kur’an metni de böyle bir iddiaya ihtimal vermez.   “Eğer peygamber bize atfen bazı sözler uydursa elbette onu kıskıvrak yakalardık.” ayeti bu idiayı reddeder..  

“Kur’an metnini önüne alıp, bu kelime Allah’a yakışır, şu yakışmaz, o zaman bunu Peygamber birine kızdığında söylemiş olabilir” gibi falcılığa soyunanların nasıl tehlikeli bir tutarsızlık içerisinde oldukları ortadadır. Allah nesebi belli olmayan azılı müşrik-kafire  “veledi zina” der mi, demez mi diye dertlenip kahinliğiğe kalkışanların bunun yerine,  “Allah bize ne der” sorusunu kendilerine sormaları daha isabetli ve faydalı olacaktır.

 
Toplam blog
: 13
: 110
Kayıt tarihi
: 05.01.21
 
 

Özgün düşünceye saygılı, bilimsel kriterlere riayet etmek prensibimdir. Tarih felsefesi, hukuk ve i..