- Kategori
- Aşk - Evlilik
Bir acı ayrılık mektubu...

"Aşk Hiç Biter mi?" adlı romanımdan alınmıştır.
Birtanem Füsun’um,
Sanırım sana son bir mektup daha yazmadan buralardan gidemeyeceğimi tahmin etmişsindir. Varlığınla aydınlattığın balo salonundan ayrılalı ancak yarım saat oldu ve ben üzüntüden buz kesmiş bir halde çalışma masama oturmuş, acıyla kilitlenen parmaklarıma içimdeki yangını seninle paylaşmak için hükmetmeye çalışıyorum. Şu anda bu satırları yazmak bana nasıl ızdırap veriyor anlatamam, çünkü biliyorum ki bu mektup senin de soluk alıp verdiğin bu şehirden ayrılmadan önce sana yazabileceğim son mektup.
Evet, maalesef gidiyorum sevgilim. Yarın sabah muhtemelen sen melekler gibi uyurken, bu mektubu Nurşen’le sözleştiğimiz yere bırakıp, senin odanın camına artık utanmadığım gözyaşlarımla son bir kez bakacak ve ardından babamın makam arabasına binerek, seninle belki yüzlerce kez beraberce yürüdüğümüz okul yolundan maalesef bu sefer sensiz geçerek gideceğim bu şehirden. Canım acıyor. Resmen lanet okuyorum yüzleşmek zorunda olduğumuz bu kadere. İnan şu an kıyamet kopsa dahi mutlu olacak, en azından mutlu öleceğim. Neden mi? Ayrılmamış, ahirete birlikte göç etmiş olacağız da ondan. Tanrı da sevenleri ayırmadığına göre bir tanem, aşkımız yarım kalmamış olacak da ondan. Oysa seninle birlikte yaşamayı hayal ettiğim ne çok şey vardı bir bilsen… Bir kere yaz gelince beraberce, gözlerden ırak bir yerlerde pikniğe gitmek, orada teninin yeni açan yaseminleri andıran kokusunu içime çekmek ve minicik, narin ellerini avuçlarımın arasına alıp, o mavi yeşil gözlerinin ta içine uzun uzun bakabilmek isterdim. Seni kendi ellerimle kurduğum bir salıncakta tatlı tatlı sallarken, aşkımı anlatan şarkılar söyleyerek seni kendime daha da âşık etmek isterdim. Bu yaz ilk kez denize benimle birlikte girip, hep bana doğru ve benim yanımda yüzmeni ve güzel yüzünün yaz güneşini dahi bastıracak bir mutlulukla aydınlanmasını isterdim. Böylesi tatlı yaz günlerinin verdiği rehavetle belki de o eşsiz dudaklarından alacağım bir buseyi de bana lütfederdin. Kim bilir? Böylece bir gün ayrılsak bile, ki ben asla böyle bir ihtimali düşünmek bile istemiyorum aslında, hayatın boyunca unutamayacağın o ilk öpücüğün sahibi de ben olurdum. Öyle ya! Bilirsin ilk aşk, ilk öpüş ebediyete kadar uzanır hafızalarda. Sonra seninle birlikte liseyi bitirip, birbirine yakın üniversiteler kazanarak sık sık görüşmek ve pek yakında kuracağımız mutlu yuvanın hayalini kurmak isterdim. İnan büyük ihtimalle seninle çocuklarımıza koyacağımız isimleri bile konuşur, kararlaştırırdık o günlerde. Daha doğrusu ben, sen ne istersen, hangi ismi seçersen, “Harika,” derdim. “Mükemmel.” Çünkü insan karşısında sen varken, senin gözlerine bakıyorken her şey ama her şey gerçekten mükemmel görünüyor. Seni çok seviyorum bir tanem…
Daha yüzlerce hayalimi anlatabilirim sana. Sana âşık olduğumdan beri her gece yatağıma yattığımda bunlardan başka bir şey düşünmedim zaten ama yok şimdi devamını getirmeyeceğim. Geri kalanını duymak hatta tüm bunları hayalden gerçeğe dönüştürmek istiyorsan, beni sabırla beklemek zorundasın bir tanem. Çünkü seni er ya da geç tekrar gelip bulacak ve ebediyen benim olmanı, beni sevmeni sağlayacağım. Tüm varlığımla söz veriyorum.
Ancak son mektubumda da olsa bana sürekli sorup durduğun, “Neden ben?” sorusunu layıkıyla cevaplamak istiyorum artık. Kısaca, “Sen olduğun için,” derdim sana hep, ama sen bir türlü tatmin olmayıp yinelerdin bu soruyu. Uzunca bir süre görüşemeyeceğimize göre sana adamakıllı bir cevap borçluyum sanırım. “Evet,” dediğini duyar gibiyim. Dinle o halde. Farz et ki ben bir açık deniz kaptanıyım. Sen benim için bu genç yaşımda henüz gidip göremediğim, uzak diyarlardaki bir deniz gibiydin. Şimdiye kadar açıldığım denizler hep birbirine benziyordu. Ya hep sakin ya da hep çılgınca dalgalı. Ancak insan senin gibisini ancak masal diyarlarında görebilirdi. Sen, Füsun, sürprizlerle doluydun. Hem çok sakin, hem çok tutkulu. Genellikle pasif, ama sevdiğine ya da gururuna zarar geleceğini hissettiği anda canavar kesilen bir panter gibi. Üzerinde esen havaya göre şekil alan açık bir deniz gibiydin benim için. Doğru ve nazik davrandığımda bir melektin. Oysa saçmalayıp sorumsuz davrandığım anda karşımda ejderha gibi şahlanmayı da bildin hep. Dolayısıyla benim için harika bir ayna oldun. Kendimi ne anlamda ve nasıl düzelteceğimi, nasıl şekillendireceğimi, hatalarımdan, sorumsuzluklarımdan nasıl arınacağımı anlamak için sana bakmam yeterliydi. Yani sen bir tanem sen bana aşkların en güzelini yaşatmakla kalmadın, dostluğunu da sundun bana. Yani beni sana bağlayan, deli gibi âşık eden sadece fiziksel güzelliğin değil, aynı zamanda dostluğun ve özverili, yapıcı, onarıcı yaklaşımlarındı. Hatalarımdan ders almayı öğreten de sendin. Esen’le ömür boyu tüm bağlarımı kopardığımı düşünürken, kendimi onun karşısında özür dilerken buldum. Hataların telafi edilmesi gereğini kalbime mıh gibi yerleştirivermiştin. Kaçışım yoktu. Sonra mesela aptal bir bahis uğruna okula tabanca getirdiğim günü hatırlarsın. Hemen o anda yapılması gerekeni yaptın. Tabancayı el çabukluğuyla çantamdan alıp sakladın ve gerçekten beni çok büyük bir dertten kurtardın. Ancak sonra neler yaptığını da hatırlıyorsun değil mi? Neredeyse iki saat süren bir derse tabi tuttun ve silkelercesine kendime getirdin beni. İnan artık asla böyle düşüncesizce hareketlerde bulunmuyorum. Şu meşhur lafın hala kulaklarımda çınlıyor. “Herkes er ya da geç seçimlerinin sonuçlarına katlanmak zorunda kalır.” Çok güzel öğrettin bana bunu sevgilim. Sevgili dostum.
İşte bu yüzden, tüm bu sebeplerden ötürü seni çok sevdim ve hep seveceğim sevgilim. Ayrıca biliyorum ki Tanrı bize yarım kalan aşkımızı devam ettirebilme şansı verirse, sen hayatım boyunca benim en iyi dostum ve can yoldaşım olarak kalacaksın.
Lütfen sadece seni tekrar bulup, aşkımı haykıracağım günü sabırla bekle. Söz veriyorum. Nerede olursan ol, seni yeniden bulacağım. İnan birlikte yaşayacağımız günler henüz bitmedi. Aşk hiç biter mi?
Cengiz’in.
NOT: "Aşk Hiç Biter mi?" adlı romanımdan alınmıştır.