Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 

05 Nisan '19

 
Kategori
Doğal Hayat
 

Bir Ağaca Sarılmak...

 
Yaklaşık 2 sene önce Aralık ayında çok rahatsızlandığım için evden bir süre çıkamamıştım taa ki bahara kadar. Bu mevsimin gelişi o yüzden içimi dolu dolu yapıyor ve inanılmaz bir heyecan sarıyor ruhumu. Çimen kokusunu, rüzgarla sallanan narin yaprakları, güneşin henüz serin ışıltısını, yine de varım diyen bir parçacık sıcaklığı, yakından görme arzusu oluşturan serçe kuşlarını" kısacası bahara ait herseyi deli gibi özlüyor insan. Hasret duyuyorsunuz bahara karşı. Belki de bu yüzden bu zamana kadar sayısını bilmediğim belki milyonlarca cümle sarfemiş olsamda en kıymetlisi bu zamanda çıkmıştı ağzımdan ve ben; "en kısa zamanda bir ağaca sarılmak istiyorum." demiştim kendime. Ne komik onca mecburiyetin, gündemin içinde bir de.
 
Bu yaşıma kadar bir ağaca nasıl olmuşta sarılmamışım diye hayıflanmadımda değil hani. Çocuksu geliyor farkındayım. Ama çocukken çimenlere uzanıp izlediğimiz o gökyüzü dışında herşeyin ve herkesin nasıl değiştiğinin farkına vardığınız her an o anlara geri gitmek ve rahatlamak istiyorsunuz. Bu yüzden belki doğaya dair herşey insana kendilerinin en saf olduğu hallerini hatırlatıyor. 
 
Düşünsenize zararsız, art niyetsiz, menfaatsiz, size göre şekil almayan ama nefes alan bir varlık dimdik duruyor ve ona sarılıyorsunuz yaşama dört bir elle sarılır gibi. Onun nefesini duymasanızda kendi nefesiniz sayıyor ve nefesinizin derinleştiğini, ruhunuzda huzura büründüğü hissediyorsunuz. Sevmekte böyle bir duygu değil mi zaten. Birini sevdiniz mi kilometrelerce uzakta da olsa soluğunu soluğunuzda hissediyorsunuz. İyi ise içinizde derin bir rahatlık hakimken, kötü ise ne yapsanız geçmeyen bir huzursuzluk kaplıyor içinizi; hangi mevsimde olursanız olun üşüyorsunuz. 
 
Güzele bakmak insana güzel hissettiriyor bir de. Hele insanın elinin dokunamadığı ve Yaradanın varlığının güzelliğini gösteren en yüce yerler. Bazen kendi kendime iyi ki gökyüzüne erişim yok yoksa insanlar neler asar nasıl değiştirirlerdi gökyüzünü kimbilir diyorum. 
 
İşte çok ta dokunulamayan, değiştirilemeyen dağlarda o güzel gökyüzünün bir tamamlayıcısı adeta; şık bir abajurun ucunda asılı yemyeşil, bazen beyaz danteller gibi... Okul yıllarında iken coğrafya derslerinde ezberlemek sinir bozucu olan ve hangi bölgede olduğu sıkça karıştırılan dağların bu kadar güzel oluşunu onu kanlı canlı görünce anlıyor insan. 
 
Bu dağlardan özellikle ikisi; Toroslar ve Menteşe dağları denize ulaşmak için bazen de bir perde gibi oluyorlar ve önce ben sonra deniz diyorlar size bütün güzellikleri ile. Dedim ya doğal olan her bir güzelik bir diğerinin tamamlayıcısı. İnsanlar da böyledir aslında herkes bir diğerinin kendi gibi olmasını bekler ama her bir insan doğasına özeldir. Birinde baskın olan bir huy bir diğerinde eksik yada hiç yoktur ama yanyana gelince sırt sıra yaslanınca tamamlanırlar. Tamamlandıkça güzelleşirler. Tıpkı gökyüzü, dağ ve deniz gibi. Dağın olmadığı yerlerde gökyüzü, güneş ve deniz de diyebilirsiniz. Biri olmazsa diğeri gelir yerine ama mutlaka tamamlanırlar. 
 
Böyle düşününce Toroslarda akan bir şelale, Menteşe'de dolaşan bir dağ keçisi olmak istiyor insan.  Zira gördükleriniz sizide öyle fotoğraflıyor o manzaranın içinde. Ancak günün sonunda kendinizi aynı beton yığının içinde buluyorsunuz. Bazen de benim gibi bir ağaç bulup sarılarak şükrü hatırlıyor; "Ey ağaç, ey nefesim... Ne kadar kıymetlisin" diyorsunuz... Maksat yakaladığın bir güzellikle yaşamak, yaş almak olsun.
 
Sevgiyle,
 
Hatice DEMİR
 
 
Toplam blog
: 37
: 428
Kayıt tarihi
: 01.11.07
 
 

İçimden geldiği gibi....   ..

 
 
 
 
 

 
Sadece bu yazarın bloglarında ara