Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

25 Ocak '19

 
Kategori
Doğal Hayat
 

Hepimizin Gerçek Hikâyesi

Bu gerçek hikâyenin içinde sizlerde varsınız. 

50 li yıllarda Demokrat partiyle hayata gözlerini açanlar.

Tahta beşiklerde ninnilerle uyup, 60 İhtilalının ayak sesleriyle uyananlar. Çocukluğunu bu kargaşayla geçirip 68 de 18 yaşına heyecanla 68 kuşağının çilesini çekenler işte bu sizin hikâyeniz.

Bizim o yıllarda çocukluğumuz hep sıkıntılarla geçmedi. Biz nedense erginliğe geç girdik, çocukluğumuzu uzun yaşadık. Bizim oyun alanlarımız çoktu, yemyeşil çayırlarda, bahçelerde evimiz kadar güvenli sokağımızda çeşit, çeşit oyunlar oynardık.

Biz küçük şeylerden mutlu olmasını iyi bilirdik, uzun kış gecelerinde içilen semaver çaylarıyla, aile toplantılarının sıcaklığını hep hissettik. O yıllarda komşuluk bağlarımızda güçlüydü, “ Bir maniniz yoksa Annemler siz gelecek” sözü bizi çok mutlu ederdi.  

Karanlık günlerde önlüklerimiz karaydı ama karanlıkları aydınlatan beyaz yakalarımız gibi umutlarımız mutlu günlerimiz de vardı.  Kitaplarımızı, defterlerimizi itinayla kaplardık, tahtadan, telden, ağaçtan oyuncaklar yapardık. Biz yuvarlak köşeli kurşun kalemlerimizle düz, eğik, süslü, italik okunaklı yazılar yazardı.

Biz Halk kütüphanelerine, Halkevlerine giderdik, ne omuza asmalı, deri renkli çantalarımız, ne 0,5 uçlarımız, ne kokulu silgilerimiz vardı. Tahta sıralı, varil sobalı sınıflarımızda kara tahta başı heyecanlar yaşardık.

Nohutlu, fasulyeli, matematik derslerimiz, Cin Ali serisi okuma saatlerimiz, andımız, gençlik marşımız, cumhuriyet şiirlerimiz, sapanla kuş avımız, derede yüzme yarışmalarımız, Ömer Seyfettin, Dede Korkut, hikâyeleri, Kafdağı arkasına uzanan masallarımız, Battalgazi, Köroğlu, destanları uzun kış gecelerinde uyuklayarak dinlediğimiz, babalarımızın, dedelerimizin askerlik anıları.

Amerikan yardımı süt tozundan hazırlanmış beslenme saatlerimizi unutmak mümkün mü? Ya sabahları üzerine “ Tereyağı “ sürülmüş taze yumurtalı pekmezli sabah kahvaltımız. Tarhana çorbasının lezzetini nasıl unuturuz? Pazar sabahları sıcak ekmek kuyruğunda buharı kokusuna karışmış pidelerden, somunlardan elimiz yana, yana yediğimiz lokmaları.

Bizim Amerika’dan ithal herkesin okuduğu Teksas, Tommiks’imiz, Zogor’umuz da vardı. Hayat, ses mecmuaları, Hürriyet ilaveleri radyoda Enosis-Makarios- Vietnam haberleri, arkası yarınlarımız. Liseler arası bilgi yarışmaları, bizimkiler, kaynanalar, radyo tiyatrolarımız, Erkan Yolaç’la, Evet-Hayır yarışmalarımız, Orhan Boran’ımızla Yuki’miz hayatımızın bir parçasıydı.

Soğuk kış günlerinde buzlu yollarda, tahta okul çantalarımızı kızak yapar kayardık. Bizim mahalle bakkal’ımız Haydar amcamız, yolunu hasretle beklediğimiz postacımız, bekçi Hasan’ımız, kasabımız, manavımız aile fertlerinden biri sayılırdı.

Lastik ayakkabıdan naylon ayakkabıya, bez toplardan naylon toplara, batarya pilli radyodan ağır, iri sandukalı dantel örtülü siyah, beyaz televizyona biz kavuştuk, gazocağından Aygaz’lı ocaklara biz geçtik, Vita yağı tenekelerinden su kapları yapardık.

60 lı sıkıntılı yılların sonunda Amerika Apollo 11 ri aya gönderirken bizim iki yerli otomobilimiz Anadolu’muz arkasında 124 Hacı Murat’ımız, o yıllarda bizim ne emniyet kemerimiz, ne otomatik klimamız Cd çalarlarımız, ne uzaktan kumandamız, ne oto alarmımız, ne hava yastığımız, ne oto yollarımız vardı.

Çatılarda daha iyi görüntü için ölüm tehlikesiyle antenleri biz çevirirdik, Gurundik, Şablorens, Philips marka asker bavulu televizyonlarda karlı, silik, bulanık görüntülerden oluşan yerli diziler bizi mutlu ederdi.

Arnavut kaldırımlarındaki uyunlarımız, gece muhabbetlerimiz, cambazlı panayırlar, topacımız ( fendürik ) misketimiz, uçurtmamış gizlice içtiğimiz birinci, Bafra, gelincik yaka sigaralı, pamuk şeker, horoz şeker, şeker elma, kâğıt helvalarımız, uzuneşek, birdirbir, saklambaç, komen, elim sende oyunlarımız.

Hayatlarımıza renk katan bayramlarımız, biriktirdiğimiz bayram harçlıkları, gittiğimiz dönme dolap, atlıkarınca, langırt, beş atış, yirmi beş çadır tiyatrosu, istop, dokuztaş, mendil kapmaca, gazoz kapağı, sigara kutusu, bilye, düğmelerle( Kopça ) yaratılmış bir oyun dünyamız vardı.

Evde tasarrufla teşvik edici kumbaralarımız, adaya barışı götüren Kıbrıs Harekâtımız, sokakta şeker, yağ, benzin kuyrukları, posta haneden yazdırmalı telefonlarımız, pötükareli muşamba kaplı odalarımız, kestane pişirdiğimiz kuzine sobalarımız.

Mutfaklarımızda tel dolaplarımız, duvarlarında günlük saatli Maarif takvimlerimiz, samimi sıcak aile toplantılarımız, at arabası, hamal arabası süslü faytonlarımız, Austin, Magirüs, Fornd, Opel, Chevrolt marka bagajı üstünde şehirlerarası otobüslerimiz.

Futbol sahalarında Lefterl’i, Metin’li, Oktay’lı, Şenol, Birol’u, Kadir’li, Şanlı’lı, kedi kaleci Varol Ürknmez’li, Can Bartu’lu, Sabri Dino’lu, Cemil Turan’lı, Metin Kurt, Metin, Ali Feyyaz’lı unutulmaz derbi maçları.

Beyaz perdede, Ayhan Işık, Belgin Doruk, Kötü Adam Ahmet Tarık Tekçe, Göksel Arsoy, Fatma Girik, Ediz Hun, Yılmaz Güney, Müzeyyen Senar, Behiye Aksoy, Emel Sayın, Zeki Müren. Erkin Koray, Berkant, Erol Büyükburç, Barış Manço, ile dünya turu, Aşk dolu, dünya dolu hüzünlü şarkılar.

70 li yıllarda muhtıralar, SAĞ- SOL, çatışması, üniversitelerde komünist, faşist suçlamaları, fabrikalarda DİSK-MİSK, mücadeleleri, grevler, emeğin patronları, sendika ağaları, ideolojilere kurban edilen zavallı işçiler. Okullarda devrimci, Ülkücü kavgaları bölünmüş öğretmenler, taraflı polisler, ülkesine sahip çıkanlar.

Bu arada yok olan gencecik fidanlar, Denizler, Mahirler, Hüseyinler, Ulaşlar, Taylanlar, bu öykü sizin.

Bir biri ardına devam eden cenaze törenleri, romantizm ile terör arasına sıkışmış kayıp bir kuşağın çocuklarının savaşı. Kardeş kavgaları siyasi cinayetler, yakılan, boşaltılan köyler, Deniz, Mahir, Hüseyin idamları, akıl almaz işkencelere göğüs gerenler 68 kuşağının özgürlük savaşçıları bu hikâye sizin.

Sonra Dallas, Köle Izaura, Yalan rüzgârı, Cosby, ailesi, Uzay yolu, Tatlı cadı, Küçük ev, Amerika, Avrupa, Brezilya dizileri. Beatles, Rolling, Stones, Boeney-m, Adamo Amerika, Avrupa hayranlığı derken, Hippiler, bitli turistler, ansızın girdi hayatımıza. Benliğimizi yavaş, yavaş kaybetmeye başladık, Colo, adidas, bulujin, Rak- Rok, Pop merakıyla unutuverdik kendi müziğimizi, öz değerlerimizi, türküleri halkoyunlarını, destanları, hikâyeleri.

Sonra 80 de 12 Eylül sabahı Hasan Mutlucan’la uyananlar, tutuklananlar, gözaltına alınanlar, akıl almaz işkencelere uğrayanlar, bedenlerini, ruhlarını kaybedenler, yeni idamla haksızlıklara şahit olanlar, gönülden yaralanıp gençliğini sürdürenler, bu öykü sizin.

Ulusal değerlere biz sahip çıktık. İstanbul’da Amerikalıları Dolmabahçe’den biz denize döktük. Bağımsızlık sevdalısı vatanseverlerdik. ÖSS’yi bilmezdik, ama gece en son 23.00 da radyodan puanları dinler erken davranmak için otobüslerle geceden yola çıkardık. Eğitim çilesini de biz çektik, ülkesini öyle sevende bizdik.

Erkeklerde İspanyol paça, pantolonlar geniş, gösterişli kravatlar, uzun saç ve favoriler siyasi görüşe uygun yukarı- aşağı kalın bıyıklar, deri çizmeler, asker postalları, parkalar, kalın kemerler, palaskalar, arka cepte ince dişli taraklar, yuvarlak aynalar, gömlek ceplerinde gelincik, bafra sigaraları.

Kızlarımızda lüle, lüle saçlar, allıklar, küpeler, her genç kızın rüyası” Zetina dikiş makinesi” reklamları ince belli mantolar, yüksek topuklu rugan ayakkabılar, Döpiyesler Jarseler, koyu kırmızı rujlar, kalın kemerler, doğal güzellikler, tabii kokular, masumane bakışlar, kına eller ahh o ince beller.

Biz anne- baba sözü de dinlerdik, çoğumuz görücü usulü ile evlendik. Kim ne derse desin hala devam eden çok mutlu evlilikler kurduk, semesini de, sevilmesini de iyi bildik. Leyla’yı bilir, Mecnunu anlardık, bizim ne unutulmaz Aşklarımız vardı.

Mevsim, mevsim yaşardık duygularımızı, şarkılar de sever, şarkılarda ayrılırdık. Bizim mektuplarımız renkli kâğıtlara yazılmış kendi el yazımızla gözyaşı dökülmüş Aşk mektupları, gül kokulu, duygu dolu, gözyaşlarıyla ıslanmış inde bir tutam saç, bir küçük el izi, dudak izi taşıyan mektuplar. Ahh… biz neydik ne değildik.

Romanlara konu hayatların sahibiydik. Biz o yıllarda iyi ki vardık. Bütün olumsuzluklara rağmen mutlu bir çocuk, sevdalı birer gençtik.

Biz 2000 li yıllarda yine varız,

Biz 60 lı yıllarda çocuk,

Biz 70 ler de gençtik,

Biz 80 ler de ihtilalı, 90 lar da ekonomik krizleri bir kez daha yaşayanlarız.

Şimdi teknolojik gelişmelerle dolu 21. Asrı yaşıyoruz. Kredi kartı, bilgisayar, internet, cep telefonu, süper market mp 3 çalar, dizüstüler, plazmalar artık o kokulu duygu dolu  uzun mektuplar aşklar yok oldu, duygular kısaldı sembol oldu,.Gençlerin iletilerinde “nbr”,”by”,slm” kısaltmaları, cep telefonlarında kısa mesaj çılgınlıkları.

Nerede meyvesini elimizle topladığımız ağaçlar?

Korkusuzca oyunlar oynadığımız sokaklar?

Nerede o sözünün eri yağız delikanlılar?

Vefalı dostluklar, ölesiye arkadaşlıklar?

Nerede utangaç, al yanaklı kızlar?

Saflık, doğallık, bağlılık nerede? 

Bu nedenle ÇOCUKLUĞUMU ÖZLÜYORUM. El yapması oyuncaklarımı, uçurtmamı, yaralı dizimi Annemin ninnisini kâğıt helvayı, bakkalın sakızını, bahçedeki kiraz ağacını özlüyorum.

Ya şimdiki çocuklar, çoğu internet başındadır, Fes futlarda süper menülerle beslenerek bilmem hangi yabanı müziği indirip dinliyorlar, Cep telefonlarına bilgisayarlarına sarılmış çocuğu kilolu, renkleri uçuk, dişleri bozuk teknoloji çağını yaşıyorlar.

Artık 20. Asır geride kaldı.

Çocuktuk genç olduk, baba olduk, dede olduk ne badireler atlattık. Yıkılmadık ayakta kaldık. Artık yaşadığımız kadar yaşayamayacağımızı, bir bu kadar daha ömrümüzün olmadığını biliyoruz. Olsun iyi ki o yılları gördük, o hayatı yaşadık.

Pişmanlık mı? Asla.

Sadece o doludizgin unutulmaz yılları özlüyoruz. Verseler aynı hayatları yeni baştan büyük bir keyifle yaşamak isteriz.

İşte bu1950-2018 yıllarını yaşayanların hikâyesi.

Almanya Berlin’de bulunan kırk yıllık arkadaşım Hüseyin Akkaya’nın gönderdiği bu gerçek hikâyeyi ben de sizlerle paylaşmak istedim. Dostum, arkadaşım, kardeşim Hüseyin Akkaya’ya teşekkür ediyorum.

Kıymetli okurlarımıza saygılar sunuyorum.

Mehmet BURAKGAZİ / MERSİN

 
Toplam blog
: 608
: 2204
Kayıt tarihi
: 12.04.12
 
 

Bingöl'de, Baharın son ayında, ikindi üzeri un ambarı (kiler) arkasında, ebesiz, hemşiresiz, Emin..