- Kategori
- Deneme
Bir bebekten bir katil yaratmak

2007 senesinin 19 Ocak tarihinde acı, öfke ve gurur ile yâd edeceğimiz kederli bir olay yaşandı. Belleklerimize gelip yapışan hadise, bir gazetecinin, bir insanın alçakça katledilişi idi. Evet, bir Ermeni’ydi. Hani ırkçı kafaların bir şeye kızdıkları zaman cümlelerine kattıkları o alaycı kelime, tiksinç ifade biçimi idi. Ve en kötüsü sevilmeyen, horlanan ve mahkûm edilmesi istenen bir Ermeni’ydi. Tıpkı bundan yüz yıl önce sevilmeyen ve topraklarından sürgüne zorlanan ataları gibi.
O dönemde üniversite sınavlarına hazırlanan on dokuzlu yaşlarda toy bir delikanlıydım. Politika ile pek ilgilendiğim söylenemezdi, daha çok Rus klasiklerini bitirmekle meşguldüm. Evdeyken, televizyon kanallarının son dakika haberi olarak verdikleri bu hazin hadise elbette benim dikkatimden de kaçmayacaktı. Öldürülen bir gazeteciydi ve ismi Hrant Dinkt’ti. Kendisini tanımıyordum, fakat bir gazetecinin öldürülmesi olayı bana o an kitaplarını yeni yeni okumaya başladığım Uğur Mumcu’yu anımsatmıştı… Tüm ilgimi televizyon ekranına vermiş, olup biteni anlamaya çalışıyordum. Yerde yüz üstü boylu boyunca yatan bir adam vardı. Üzeri beyaz bir örtü ile kapatılmış ve uçup, etrafa savrulmasın diye kenarlarına taşlar konulmuştu. Bu örtünün altında görülen ise dışarıda kalmış yalnızca bir çift ayaktı. Sol ayakkabının altının delinmiş olduğunu ise sonradan fark ettim.
Hiç tanımadığım bu insanın böylesi bir son ile cadde kaldırımında cansız bir vaziyette yatması içimi cız etmişti. Haberin devamında onu öldürenin Trabzon kütüğüne kayıtlı ve on yedi yaşında bir erkek çocuğu olduğu belirtildi. Evet, yanlış duymamıştım. Bu koskocaman adamı arkasından sinsice gelip öldüren on yedi yaşında henüz bıyığı terlemiş bir çocuktu. Demek ki bu sistem on yedi yaşında bir çocuğu katil yapacak kadar tehlikeli ve bozuktu.
Hakkında açılan davalar, mahkeme koridorlarında geçen gerilimli saatler, kendisine yöneltilen suçlamalar ve toplumun bir kesiminde şahsı hakkında başlatılan kışkırtmaya dayalı provokasyonlar, belli ki bu gazeteciyi hayatının son dönemlerinde epey hırpalamış ve belki de, ki böyle olduğu sonradan anlaşıldı, ölümü bekleyen bir duygu ile ürkek bir güvercin ruhu içinde yaşamını sürdürür olmuştu. Ta ki o kara güne kadar…
Cenazesi çok az insana nasip olan bir kalabalık içinde gerçekleşti. Toplumun her kesiminden insanlar oradaydı. Aydınlar, sanatçılar, gazeteciler, yazarlar, politikacılar, aktivistler ve elbette Hrant Dink’in sadık okurları…
O gün aklımda kalan çok mühim bir sözün hatırasını anımsarım. Sevgili Hrant’ın biricik sevgilisi ve eşi Rakel Dink’in haklı bir haykırışı. Şöyle diyordu kalabalığa ve tüm dünyaya;
" Bir bebekten bir katil yaratan karanlığı sorgulamadan hiçbir şey yapılamaz kardeşlerim."
Bu cümlesi bana o zamanlar, (şimdi de) öyle doğru, öyle haklı gelmişti ki, aslında tüm olup biteni özetlemeye yetiyordu. Evet, Hrant on yedi yaşında bir çocuğun tetikçilik yapması sonucu ölmüştü, lakin asıl sorulması gereken soru, on yedi yaşında bir çocuğu katil olmaya ve böylesi bir nefret objesine dönüştürmeye neden olan sebepler ve kişiler kimlerdi? Asıl eleştirilmesi ve yok edilmesi gereken şey, bir bebekten katil yaratan karanlığın bizatihi varlığı idi. O sorgulanmadıkça, ne yazık ki bir çocuktan bir katil yaratılmaya devam edilecekti. Tıpkı geçen gün Gaziantep’in Şahinbey ilçesinde neşe ve coşku ile yapılan bir düğünde üzerindeki bombaları patlatarak etrafı kana bulayan on iki yaşında bir çocuk gibi.
Evet, sevgili can dostlarım. Mühim mesele de bu işte. Çocuklarımızı sevgiye değil, nefrete yönlendiren ve onlardan her birini birer ölüm makinesi yapan bu karanlığı sorgulamalı ve ona karşı kararlılıkla mücadele etmeliyiz… ‘Aman mücadele etsek ne olur ki! Olan bize olur.’ diye sakın düşünmeyin. Bir çiçeğin bile doğada nasıl bir kıymeti varsa, sevgiye kazandırılmış bir çocuğun da toplumun geleceğinde öylesine kıymeti vardır.
Peki bir diğer çözüm, bu cehennemden kaçmak mı? Hayır, binlerce kez hayır. Nedenini ise o yürekli Ermeni’nin son yazısından okuyalım;
‘‘ Rahat bana batardı!
‘Kaynayan cehennemler’i bırakıp, ‘Hazır cennetler’e kaçmak her şeyden önce benim yapıma uygun değildi.
Biz yaşadığı cehennemi cennete çevirmeye talip insanlardandık.
Türkiye'de kalıp yaşamak, hem bizim gerçek arzumuz, hem de Türkiye'de demokrasi mücadelesi veren, bize destek çıkan, binlerce tanıdık tanımadık dostumuza olan saygımızın gereğiydi.
Kalacaktık ve direnecektik.’’
EVET, KALACAĞIZ VE DİRENECEĞİZ…
22 Ağustos 2016
İstanbul