- Kategori
- Güncel
Bir Gazi torunu olarak Sarıkamış Şehitlerinin 100. Yılını anmadan olmaz

Hayatım boyunca hiç dedem olmadı benim. Babaannem de ... Aile büyüklerimden tek tanıma şansım olan, çok sevdiğim ananemi de daha ilkokula başladığım yıllarda, ansızın kaybettiğimiz için, torunlara bahşedilen o özel ve ayrıcalıklı sevgiden, ilgiden ve o tatlı şımartılmalardan, biraz mahrum hissederdim hep kendimi.
Çocukluğumdan beri nur yüzlü dedelere ve ninelere çok fazla saygı ve sevgi duyarım. Bu bazen bir komşum olur, bazen yoldan geçen bir yaşlı, bazen de bir yakınımın dedesi veya ninesi, hiç fark etmez... Ama, onlarla keyifli bir sohbete daldığımızda veya fırsat olur da bir konuda kendilerine yardım edebildiğimde, "ah şimdi benim büyükannelerim, büyükbabalarım da hayatta olsaydı da, onlara da bir hayrım dokunabilseydi veya her canım istediğinde sarılıp, öpebilseydim keşke" diye iç çekerim.
Evet ... Belki aile büyüklerimi görme şansım olmadı ama, annem ve babam gibi çalışkan, duygu dolu, sanatkar ruhlu, gönlü zengin, paylaşmayı, yardımlaşmayı seven, dürüst ve iyi evlatlar yetiştirdikleri için onlara minnettarım ve böyle bir ailenin bir ferdi olduğum ve bu özelliklere ucundan kıyısından naçizane ben de sahip olduğum için kendimi çok şanslı hissederim.
Büyüdükçe insan bazı şeylerin farkına daha iyi varıyor. Eskiden bayatlayan ekmekleri yemek yerine, onların atılıp, tazesinin alınması imkanı varken, babamın ısrarla bayat ekmekleri değerlendirmesini anlamaz, anlayamazdım. Onların bizi en iyi şekilde yetiştirmek uğruna gösterdiği büyük çabalarla, Allah'a şükür yokluk yüzü görmeden büyütülmüş, en iyi okullarda, zamanın iyi şartlarında okutulmuştuk. Biz tazesini yerken, o neden ısrarla önce bayatını tüketirdi ki acaba? Sonradan öğreniyorum ki, bunun altında derin ve etkileyici bir tarih yatıyormuş meğer.
Aynen dedemin küçükken babama yaptığı gibi, babam da bizleri üzmemek adına, dedemin Sarıkamış Harekatı sırasında yaşadığı savaş, esaret ve yokluk dönemlerini uzun süre hiç anlatmamıştı. Tarih derslerinde de iki satırla geçiştirilen ve üzerinde pek durulmayan bu konu hakkındaki bilgim gerçekten oldukça kısıtlıydı. Yıllar yılı üstü kapatılıp, karanlıkta bırakılan bu savaşın, Prof. Dr. Bingür Sönmez'in de büyük kişisel çabaları sayesinde, daha çok gün yüzüne çıkarılmasıyla, aslında 90.000 yiğidin donarak şehit edildiği, tarihimizde eşi benzeri yaşanmamış bir facia ve üzerinde yeterince düşünülmemiş, büyük bir taktik hatası olduğunu artık biliyoruz.
Daha çocuk sayılabilecek 15-16 yaşlarında, eline henüz silah almamış, hiç bir askeri eğitim görmemiş haliyle, ailesinden sorgusuz sualsiz koparılıp, üstünde incecik yazlık asker kıyafetleri ve heybelerinde iki lokma peksimetle, aylarca eksi 25 derecelerde dağlar ormanlar aşarak, düşmanla savaşmak için yollara sürülen ve arkalarından hiç bir askeri destek, malzeme ve yemek takviyesi gönderilmediği için çoğunluğu Allah-ü Ekber dağlarında kar fırtınaları altında donarak can vermiş, geri kalanları ise, çıplak ellerinin soğuktan yapışıp ayrılamadığı iptidai tüfekleriyle, aç susuz, mermisiz, komutansız, desteksiz tek başlarına bırakılmış binlerce ana kuzusu vatan evladımız, ya çarpışa çarpışa şehit edilmiş ya da pusuya düşürülüp, esir alınarak, memleketinden binlerce kilometre ötede insanlık dışı muamelelere maruz kalıp, bir lokma "bayat ekmeğe" hasret bırakılmışlar.
Çağın en iyi silahlarına sahip ve kış şartlarına tamamen hazır Rus ordusuna karşı, inancından başka bir şeyi olmayan, yorgun, bitkin ve eğitimsiz askerlerimiz, Sarıkamış’ta düşmana değil, şiddetli soğuk, yetersiz kıyafet ve açlığa yenik düşmüş aslında.
Hayallerini, umutlarını, heveslerini kalbine gömerek, bu gencecik yaşında esir alınan askerlerden biri olan dedemin yaşadıklarının, Allah vergisi yeteneğiyle bir bir hafızasına kazıyan babam tarafından kaleme alındığı bir kitap var artık ve benim için de bir hayat rehberi niteliğinde...
Tamamen "dedemin ruhu şad olsun" diye hazırladığı ve hiç bir şekilde kar amaçlı olarak satışa sunmayacağını özellikle vurguladığı bu kitap sayesinde, en karamsar hissettiğim anda, onların çektikleri zorlukları ve her şeye rağmen hayatta kalma çabalarını hatırlamak ve bundan ders ve feyz almak, böyle gurur duyulacak bir dedenin torunu olarak, biliyorum ki benim en büyük görevim...
Belki Sarıkamış bundan tam 100 yıl önce, o gün geri kazanılamadı, ama Anadolu’nun öyle kolay lokma olmadığı bir kez daha dosta düşmana gösterilmiş oldu. Aynı ruhla Çanakkale’de başlatılan milli mücadele ile Osmanlı'nın küllerinden genç bir Türkiye Cumhuriyeti doğdu.
Vatan uğruna kanlarını seve seve veren, Sarıkamış özelinde tüm gazi ve şehitlerimizi, saygı ve şükran duygularımla anıyor ve rahmet diliyorum. Ruhları şad, mekanları cennet olsun.