- Kategori
- Gündelik Yaşam
Bir gün...

kendi penceremden : ağustos böceği
Hep aynı cümleyle başlıyorum sabaha : Bir gün.
Portakal ağaçlarının arasından geçiyorum. Baş döndürücü kokularıyla sersemlemiş bir halde. Gürültü yok bu yerde. Cırcır böceklerinin sesi yankılanıyor kulaklarımda. Limon ve nar ağaçlarının, birbirine hiç benzemeyen renkleriyle bezenmiş ve henüz olmamış yemişlerine dokunuyorum usulca. Az ötede çam ağaçlarıyla kesişen yol. Havanın topraktan yansıyan sıcağı vuruyor yüzüme. Ayaklarımın altında kurumuş otlar ve çamlardan düşenlerin hışırtısı ve ağustos böceklerinin cırcır sesi. Hiç ağustos böceğini yakından görmediğim düşüyor aklıma birden. Usulca yaklaşıyorum sesin olduğu yere ve bir suskunluk sonrası nedenini bilemediğim. Birden bire kesiliyor gevezelikleri. Uzaklaşıyorum. Yeniden başlıyor o serseri senfoni.
Sanki bir sis içinde ilerliyor gibi insan. Sıcağın dalga dalga yayıldığı orman yolunda. Ve bir muhteşem ağaç yolun kenarında. Başka bir resmin üstüne düşer gibi gözlerim. İnsanın yolunu kesen bu ağaç, belki de böylesini hiç görmedim. Tutulur dilim, tutulur ayaklarım bir adım istesem de gidemem.
Dikenler arasında sararmış karaincirler öbek öbek. Mor salkımlar bir bahçenin kenarından yükselen. Siyah beyaz bir kartpostaldaki gibi -ucu yuvarlak upuzun bozkırın dikenine benzeyen- başka dikenlere değerken gözlerim, üstündeki şiiri anımsamaya çalışıyor belleğim. Keşke şair olsaydım bugünlük bir mucizeyle, başka ne isterdim.
Ah! o sessizlikte batan güneşin ışıkları. Akşamın alacası. İmbat. Çiğ yağıyor üstüme rüzgara inat. Çakıltaşları dolduruyorum ceplerime deniz kenarından. Ayışığının denize düşen gölgesi; yakamozlar. Bir kedi dolanıyor ayaklarımın ucunda keyifle. Kim bilir, bir daha ne zaman düşer yolum bu yere. Hangi yaz, hangi bahar?
Bir gün…